Osman Can: 'Yargının toplumsallaşması 'kafesten' kurtarılmasıyla mümkün'

27 Ocak 2010 11:03  

 

Osman Can: 'Yargının toplumsallaşması 'kafesten' kurtarılmasıyla mümkün'

ÖZEL- “Yaşadığımız dönem tüm toplumsal kesitlerin politize olduğu, kendi dinamikleriyle, her türlü baskı ve ideoloji yüklemelerine rağmen, kendi politik kimliğini oluşturduğu bir dönemdir. İstesek de istemesek de toplum kendi anayasasını yapacak...” “Yargının toplumsallaşması öncelikle onun kafesten kurtarılmasıyla, bireyselleşmesini mümkün kılacak koşulların yaratılmasıyla, ideolojik tek tipliliğin koruyuculuğu misyonundan arındırılmasıyla mümkündür.” “Yani hukuk düzenimiz demokratik değil, demokrasi karşıtı, bu düzenin yargıca ne yönde direktif vermesini bekliyorsunuz?..” “Türk yargı sisteminde “erkler ayrılığı” veya “yargı bağımsızlığı”ndan ne anlaşılması gerektiği sorusuna verilen yanıtlar, çağdaş demokrasilerde en dikkatli ifadeyle, şaşkınlıkla karşılanır...”



'Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği' (Demokrat Yargı) kurucu üyesi ve Eşbaşkanı Osman Can Sesonline.net'e konuştu. İşte, Arife Köse'nin ses getirecek röportajı...]

NEDEN OSMAN CAN?

Kabul etsek de etmesek de, Türkiye her konuda kaçınılmaz bir değişim sürecinden geçiyor. Ermeni Sorunu’ndan orduya, Kürt sorunundan Kıbrıs meselesine kadar bugüne kadar tabu olan her konu, öyle ya da böyle en azından tartışılıyor. Bu tartışma ortamı beraberinde kaçınılmaz olarak bir dizi değişim beklentisi, bir dizi talep yaratıyor. Artık bu toplum değişim istiyor. Ama bu yönde atılan her adımda karşımıza çıkan somut engeller var. Ve bu engellerin başında Anayasa geliyor. Bu ülkede statükoyu korumak isteyen herkes kendine anayasada referans bulurken, özgürlükleri, değişimi savunanlara bu anayasada, onlara destek çıkacak türden bir yer bulmak gerçekten çok zor. Bunun son örneğini, Anayasa Mahkemesi’nin, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının önünü açan yasayı iptalinde gördük. Gizli belgeler, Balyoz darbe planları, Ergenekon belgeleri havada uçuşurken, tüm bunların toptan ortadan kaldırılmasında önemli bir adım olabilecek bir yasa Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Biz de bu konuyu ve yargının bağımsızlığını, 'Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği' kurucu üyesi ve Eşbaşkanı Osman Can ile konuştuk. Kısa adı 'Demokrat Yargı' olarak belirlenen birliğin kurulmasıyla Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) yargıdaki tek sivil örgütlenme olma unvanını yitirdi. Osman Can, YARSAV 2. Olağan Genel Kurulu öncesi derneğin mevcut anlayışını eleştiren bir mektup ile YARSAV'dan istifa etmişti.

» ARİFE KÖSE: Katıldığınız bir toplantıda, “Yargı ve yargıçlar kafes içinde” dediniz? Ne demek istediğinizi açıklar mısınız?

OSMAN CAN: Kafes ile sosyolojik bir saptamaya işaret ediyoruz. Yargıçların sosyolojik arka planı, sosyolojik çevre ve sosyalleşme koşulları yönünden gözlemlenmesine dayalı bir saptama bu. Bunu biraz daha somutlaştıralım isterseniz: Hukuk fakültelerinde belirli bir kentli sınıfa mensup olanlar genelde avukatlık mesleğini tercih ederler. Garantili devlet memurluğunu ise genellikle alt toplumsal sınıflara mensup olanlar tercih ederler. Liselerden farksız bilgi yükleme ve terbiye etme anlayışına göre biçimlenmiş hukuk fakültelerindeki eğitimin ardından bu insanlar hâkim-savcılık sınavını kazanır kazanmaz Adalet Akademisinin eğitiminden geçer, kendilerine toplum üstü varlıklar oldukları, “kutsal” bir rol üstlendikleri anlatılır. Sosyalleşmeye ve bireyselleşmeye olanak sağlamayan bu süreç, adayın kişiliğini oluşturmadan yargıçlık gibi ağır bir yükümlülük üstlenmesiyle sonuçlanır. Bu çok tehlikeli ve hiçbir demokraside rastlanmaz. Ardından yargıç ve savcıların bulundukları mekânlarda yalnızca Jandarma Komutanı, Emniyet Amiri, Vali, Kaymakam ve diğer Meslektaşlarıyla sosyalleşmeleri yönünde telkinlerde bulunulur. Bu şekilde yargıç adeta yalnızca devlet ajanlarından oluşan bir kafes içinde adalet dağıtma illüzyonuyla ikna edilen bir ajana dönüşür. Toplumsal, siyasal ve ekonomik gerçekliklerden uzaklaşır, kendi kapalı sosyal ekseninde yarattığı korkulara, endişelere, düşmanlıklara, kısacası kutsallara göre bir dünya yaratır. Tüm kararları, özellikle siyasal açıdan önem arz eden tüm kararları bu sanal gerçeklikler üzerine kuruludur. Bu sanal gerçekliklere uygun karar verdiğinde ise, “Anayasaya, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre, doğru kararı" verdiğini düşünür. Fark etmediği husus ise, sanal dünyasına uygun karar, toplumsal gerçekliklerden uzaktır ve gayrı adildir. Yargıç toplumsal tepkilerle karşılaştığında ise, bu tepkileri anlayamaz ve toplumun cehaletinden dolayı tepki gösterdiğini zanneder. Bu böyle devam eder. İşin ilginç tarafı ise, Yüksek mahkemelerdeki durum bundan bağımsız değil, aslında zaten bu “kafes” psikolojisinden beslenir. Siyasal açıdan kritik kararların neden hep aynı yönde çıktığının nedenlerinden biri, en önemlisi belki, burada aranmalıdır.

» Askere sivil yargı yolunu açan düzenleme Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

- Biz 'Demokrat Yargı' olarak bu konudaki görüşümüzü kamuoyuyla paylaştık. Anayasa Mahkemesi kararından çok, darbe Anayasasını tartışmak gerektiğini, demokrasi karşıtı Anayasalarla ve bu Anayasalara uygunluk denetimi yoluyla “demokrasi, özgürlük ve adalet”e ulaşma çabasının beyhude bir çaba olduğunu, artık 50 yıllık darbe düzeninden çıkılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun ötesindeki tartışmaları pek anlamlı bulmuyoruz. Referanslar hatalıysa, bu referansları esas alarak yapacağınız her bir çözüm önerisi, hatayı tekrarlamaktan başka bir işe yaramayacaktır.

» Türkiye’de demokratik Anayasa mümkün mü?

- Evet mümkün. Biliyorsunuz, 1921 Anayasası Türkiye’nin kendi koşulları çerçevesinde demokratik katılımın sağlandığı tek anayasa olmuştur. 1924 Anayasası Tek Parti’nin Meclisçe hazırlanmış Anayasasıydı. 61 ve 82 Anayasasına meşruiyet açısından bakıldığında, “Anayasa” demek dahi topluma saygısızlık olarak anlaşılmalı bence. Ancak yaşadığımız dönem tüm toplumsal kesitlerin politize olduğu, kendi dinamikleriyle, her türlü baskı ve ideoloji yüklemelerine rağmen, kendi politik kimliğini oluşturduğu bir dönemdir. İstesek de istemesek de toplum kendi anayasasını yapacak. Buna direnmek, kırılmaya neden olmak demektir. Kurumlar direnirse biterler, siyasetçiler direnirse, toplumsal dinamiklerce tasfiye edilirler. Artık önkoşulsuz ve baskısız bir ortamda, yeni bir Anayasanın ilk harcını atmanın zamanı gelmiştir.

» Yargı içinde darbe taraftarı olanlar var mı?

- Var ya da yok diyemem. Ancak daha önemli bir saptamayı yapmak zorundayız: Anayasalarınız darbe anayasaları. Anayasalar tüm devlet erklerine, özellikle yargı erkine, hangi ideolojiyi esas almaları gerektiğini bildiren direktifler içerirler. Siyasi parti kapatma davaları, politik ceza yargılamaları, politik içerikli hukuksal yargılamalara baktığınızda bunu çok rahat görebilirsiniz. İkinci olarak Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, HSYK, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Adalet Bakanlığı Teşkilat Yasası, Hâkimler ve Savcılar Yasası, İdare ve Bölge İdare Mahkemeleri Yasası gibi yargıya ilişkin tüm yasalar tamamen darbe ürünüdürler. Yani hukuk düzenimiz demokratik değil, demokrasi karşıtı. Bu düzenin yargıca ne yönde direktif vermesini bekliyorsunuz? Yargının iskeleti buysa, sizce ciddi bir sorun yok mu ortada?

» Genelkurmay “Balyoz” darbe planının “iç düşman” tehdidine karşı yapılan bir tatbikat, eğitim çalışması olduğunu söyledi. Bu tehdit tanımlamasının kanunlardaki yeri nedir? Kanunlar gerçekten ordunun, tutuklanacak ve işbirliği yapılacak gazetecilerin isimlerine varıncaya kadar bu denli ayrıntılı planlar yapılmasına olanak tanıyor mu?

- İsterseniz bu soruya az önceki soruya verdiğim yanıt ekseninde bakalım. Demokratik irade ürünü olan bir Anayasamız yok, temel bir askeri yasa da yok. Yani Askeri düzene ilişkin tüm yasalar zaten darbe ürünü. Ne bekliyorsunuz? Bütçesinden örgütlenişine, eğitiminden yargısal denetimine kadar bütün alanların yasal veya de facto olarak demokratik parlamenter denetime kapatılmış bir yapının “demokratik” bir kültür üretmesi mümkün değil ki? Demokratik süreçlere tabi olmayan kurumsal mekânlar, tehlikeli politikaların inşa ve icra edildiği mekânlara dönüşür. Bunu yalnızca Türkiye’de değil, Avrupa deneyimlerinde de görebiliriz.

» Sizce Türkiye’de yargı kendi içinde reform yapabilir mi?

- Reformlar, toplumsal taleplerle birlikte anlam ifade eder. Toplumsal talep olmaksızın yapılacak reformların yaşama geçme şansı yok. İkinci olarak, reform daima yasal ve anayasal çalışmaları zorunlu kılar. Yani Anayasa ve yasa değişikliği veya yenilenmesi. Bu yasama yani meclisin işi. Yargının bu konuda olumlu bir rol üstlenmesi için tekrar az önce dile getirdiğimiz yargısal sistemin değişmesi gerekiyor.

» Peki, AKP hükümetine baktığınızda, sizce hükümet yargıda reform yapar mı?

- Yapmasını ümit ediyoruz, çünkü tarihsel bir sorumluluk bu. Umarız hükümet bu sorumluluğunun farkındadır ve yargı reformunu tüm toplumsal talepleri ve deneyimleri dikkate alarak gerçekleştirir. Avrupa deneyimlerinden sapılmaması ve reformun bu eksende somutlaştırılması hayatidir.

» Yargının tarafsız ve bağımsız olmasından söz ediyoruz sürekli ama, acaba bu mümkün mü?

- Bağımsızlık tarafsızlığını sağlayıcı bir önlemdir. Ancak her ikisi de toplumun adalet ve özgürlük talebini yaşama geçirme amacıyla tanınmıştır. Yoksa yargıca dokunulmazlık veya müdahalesizlik başlı başına bir değer değildir. Dolayısıyla bu konudaki tüm tartışmaların toplumsal ve bireysel adalet ve özgürlük arayışları esas alınarak yürütülmesi gerekir. Yargısal yapıyı demokratikleştirip, karar süreçlerini yerele, yani kürsü yargıç ve savcılarına yaklaştırdığımızda, toplumsal çoğulculuğu yargıya yansıtabildiğimiz sürece hem bağımsız hem tarafsız olur. Başka bir yol yok. Totaliter deneyimlerden ders alan Avrupa demokrasileri demokratik meşruiyet yoluyla çoğulculuğun yargıya aktarılmasını sağladılar. Bu Avrupa yargısını şu anki düzeyine ulaştırdı. Dünyaya bakmakta yarar var.

» Yargının toplumsallaşması önemli bir hedef olarak önümüzde duruyor. Peki bu nasıl sağlanacak?

- Yargının toplumsallaşması öncelikle onun kafesten kurtarılmasıyla, bireyselleşmesini mümkün kılacak koşulların yaratılmasıyla, ideolojik tektipliliğin koruyuculuğu misyonundan arındırılmasıyla mümkündür. Kısacası herhangi bir politik görüşün misyoneri değil, toplumun adalet beklentilerine yanıt vermesi gereken hizmetliler olduklarını, kararlarının meşruiyetinin yaratacakları objektif toplumsal kabulden geçtiği görmeleriyle mümkündür. Yani devletin görevlisi değil, toplumun adalet taleplerine, özgürlük beklentilerine yanıt vermek zorunda olan kamu görevlileri olduklarını görmeleri gerekir. Tabii ki az önce ifade ettiğimiz yargısal ve hukuksal düzenin buna izin vermediğini unutmadan…

» Siz, yine kurucu üyesi olduğunuz YARSAV’dan ayrılıp, ''Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği''ni kurdunuz? Neden böyle bir adım atma ihtiyacı duydunuz?

- Her iki derneğin tüzüğünü karşılaştırarak bu soruya bir yanıt vermek mümkün diye düşünüyorum. YARSAV önemli bir iş yaptı. Yargıçların örgütlenebileceğini gösterdi. Bu çok önemli. Ben de bir süre orada bulundum. Ancak çok temel farklılıklarımız var. Bu açık. Yeni bir örgütlenme olmadığı sürece, yargı tartışmalarının parti politikası ile hâlihazırdaki geleneksel yargı ideolojisi arasında tükeneceğini gördük. Türkiye’ye bunun bir kötülük olduğuna inandık. Yargı tartışmalarında üçüncü bir imkân daha var demek istedik. Türkiye’nin 27 Mayıs referanslarıyla bu sorunu tartışamayacağını, çözemeyeceğini, çözüm için uluslararası deneyimlerden yararlanılması gerektiğini söyledik. Tabii ki Türk siyasal ve yargısal tarihini yeniden okumaya başladığımızda tüm tartışmaları belirleyenin 50 yıllık militer referanslar olduğunu gördük. Haliyle Türkiye’nin bu referanslara mahkûm olmadığını söylemek istedik.

» Sizin tahayyül ettiğiniz yargı sisteminin dünyada örnekleri var mı?

- Soruyu şöyle yanıtlayayım isterseniz. Türkiye’deki yargının bir benzeri dünyada var mı? Yanıt kocaman bir hayır olacak. Türk yargı sisteminde “erkler ayrılığı” veya “yargı bağımsızlığı”ndan ne anlaşılması gerektiği sorusuna verilen yanıtlar, çağdaş demokrasilerde en dikkatli ifadeyle, şaşkınlıkla karşılanır. Yargıda demokratikleşme çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazı iken, Türkiye’de yargı bağımsızlığına ve erkler ayrılığı ilkesine aykırı olabiliyor…

OSMAN CAN KİMDİR?

1968’de Iğdır’da doğdu. Ortaöğrenimini Ankara'da tamamladı. 1992 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. Almanya'da Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde "Türk ve Alman Hukukunda Cumhurbaşkanının Hukuksal Konumu" konulu tez ile 1997 yılında yüksek lisans; yine aynı üniversitede "Düşünceyi Açıklama Özgürlüğünün Anayasal Sınırları" konulu tez ile 2000 yılında doktora eğitimini tamamladı. Doktora tezi Almanya'da kitap olarak basıldı. “Demokratikleşme Serüveninde Anayasa ve Siyasi Partilerin Kapatılması” adlı çalışmasının ardından 16 Ekim 2006 tarihinde anayasa hukuku doçenti unvanını aldı. Çeşitli üniversitelerde Anayasa Hukuku, Devlet Teorileri, Anayasa Yargısı, Temel Hak ve Özgürlükler dersleri veriyor. Aynı zamanda Demokrasi ve Özgürlük İçin Yargıçlar ve Savcılar Birliği (Demokrat Yargı)’nin başkanlığını yürütüyor.


Arife Köse, Osman Can'la röportaj
Sesonline
26.01.2010

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0