O darağaçlarını kuranlar, hayırla yadedilmedi pek..- Yetvard Danzikyan

12 Kasım 2012 08:47  

 

O darağaçlarını kuranlar, hayırla yadedilmedi pek..- Yetvard Danzikyan

Şeyh Sait ve beraberindeki 47 kişiyi asanlar...

Seyit Rıza’yı, oğlunu, kardeşini ve beraberindekileri asanlar...

Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ı asanlar...

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ı asanlar...

Erdal Eren’i, Necdet Adalı’yı, Hıdır Aslan’ı, İlyas Has’ı, Mustafa Pehlivanoğlu’nu, ülkücüsüyle, devrimcisiyle onlarcasını asanlar...

Hepsinin kendine göre bir gerekçesi vardı. İdama karar veren elbette ki bir gerekçe bulacak zaten. “Öyle icab ediyordu, astım” demez. Elinde zaten yasa vardır genellikle, olmadı hukuku, yasaları esnetir, olmadı yeni kanun ihdas eder, darbe yapmıştır zaten kimseye hesap vermez, bir yolunu bulur asar.

Ama, bu ülke için söylüyorum, öyle pek de hayırla yadedilmediler.

Şeyh Sait’in asılması, Kürt sorununu çözmedi, Cumhuriyet’e dini cepheden gelen muhalefet sorununu da çözmedi.

Aksine sorunları katmerlendirdi. Asılması, gerek o coğrafyada, gerekse bu coğrafyada üzerine hala üzerinde düşünülen bir meseledir.

Dersim harekatı sonrası asılanlar için fazla bir açıklama yapmama gerek var mı? Başbakan Erdoğan kürsülerden bizzat özür diledi Dersim’de olanlar için. Evet günümüzün siyasi itişmelerinin de payı vardı ama, nihayetinde artık kimse o dönemde olup bitenleri savunamıyor, katı devletçi/otoriter kesimler dışında. Yakın tarihimizin kara bir lekesi olarak orada duruyor.

Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan için de etraflı bir izahat yapmama gerek yok herhalde. Yıllar geçtikçe “Eh ne yapalım, doğru değildi ama oldu bir kere” diyenlerin bile sayısı azalıyor.

Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan için yeminli sol düşmanları dışında, “Bugün olsa yine asılmasını desteklerim” diyen kaldı mı? Bütün bu asma işlerinin o dönemin hukuksuzluğu içinde yapılageldiği, o dönemin iktidarının siyasi hesaplarının bir ürünü olduğu artık genel kabul görüyor.

12 Eylül sonrası için de aynı şey geçerli değil mi? Yıllar yıllar geçti ve o zaman idamları sessizce izleyenler, hatta “eh ne yapalım, olacak bunlar” diyenler, şimdi, bu idamları savunamaz haldeler.

Siyasi açıdan baktığımızda ise, 12 Eylül’e cepheden karşı çıkmayanlar, tam 30 yıl sonra asılanlar için kürsülerde ağlarken buldular kendilerini. Ne için? Evet elbette oy için ama bunun toplumda bir karşılığı olduğunu bilmeseler, yani Erdoğan bilmese, bunu yapmazdı. 12 Eylül’ün bir hukuksuzluk abidesi olduğunu toplum da iyi biliyordu, Erdoğan da. Fark şu ki, birileri bunu her fırsatta dile getirdi, büyük acılar çekme pahasına.

Birileri ise o zamanlar sustu. Sonra iklim değişti. Bakıldı ki bir dönemin kudretlileri için devir değişmiş. Akan ırmak, onları bir kenara atmış. Tabii büyük oranda o ezaları çekenler sayesinde. Ama önemli olan şu: toplum da onları yavaş yavaş bir kenara atmış. Kudretli oldukları dönemde ses çıkarmamış ama yavaş yavaş, bir ırmağın ağır ağır ilerlemesi gibi, onlarla hesabını kesmiş.

Burada meselenin bam teline geliyoruz yani. Cari iktidar, en güçlü olduğu dönemde, birilerini asmaya karar verdiği zaman öyle güçlü bir propaganda ile işe girişir ki, o gün için geçerli bir gerçeklik yaratır. Bunu yaratırken basından ve kritik makamlardan (üniversiteler,yargı vs) bazı kişiler da bu kampanya içinde yer alır. Zaten onlar bu gerçekliğin yaratılmasına çok heveslidir, her iktidar döneminde vardır bunlar. Böylece yukarıda bir yerde yeni bir gerçeklik oluşur. İtiraz edilemeyen. Edilen itirazların boğulduğu, susturulduğu.

Aynı 12 Eylül’de olduğu gibi. Neydi, o zaman da anarşiyle mücadele vardı, huzur ve güven ortamını tesis etmek vardı, ülkeyi kan gölüne boğanların hakettikleri cezayı alması vardı.. Bütün o idamlar, yaratılan o hava, o gerçeklik içinde icra edildi. Şimdi biz bu gerçekliğin o zamanın kudretlileri tarafından yaratılan bir gerçeklik olduğu biliyoruz. Zamanla o gerçekliğin aşındığını, silindiğini biliyoruz. Yeni zamanın kudretlilerinin bunu bildiğini de biliyoruz.

Fakat şunu gördük ki yeni zamanın kudretlileri bu bilgileri gerçek bir muhasebe için kullanmıyorlar. Tam tersine kendi zamanlarının gerçekliğini yaratmak için bir örnek olarak kullanıyorlar. Bu, alışık olmadığımız bir durum. Şunu kastediyorum: eski dönemin muktedirleri ile, o zihniyetle hesaplaşır gibi yapmak, hatta onları mahkemeye çıkarmak, bu konuda şampiyonluğu kimseye ama kimseye bırakmamak; ama o yöntemleri (işkence vs değil, iktidarın yeni bir gerçeklik yaratma yöntemlerini) aynen, tıpatıp kopya etmek. Bu, ülkemiz için yenidir ve bir siyasi hareketin karakterini tarif etme açısından çok önemlidir.

İşin iginç yanı, siyasi hareket bu yöntemleri kopya etmekle kalmıyor,. O hareketin lideri de gitgide, o eski kudretlilerin liderine benzemeye başlıyor. Tabii ki yöntem olarak değil. Mantık işletme açısından. Yani şimdi kalkıp da Norveç’e “Niye asmadınız, anlamadık” diye akıl vermek nedir? Kenan Evren’in kürsü konuşmalarından, o kürsü konuşmalarında kullandığı meşhur mantıktan bir farkı var mı bunun? Yarattığı gerçeklik için tüm dünyayı karşısına almaktan çekinmeyen, Türkiye’yi dünyadan koparıp kendi içine kapatan, boğan ve bu boğuculukla bu toprakları bir “cinnet” ülkesi haline getirip iktidarını sürdürmeye çalışan mantıktan bir farkı var mı bunun? Keza dün dile getirdiği “Devletin, öldüreni affetme yetkisini biz kendimizde görmüyoruz. Bu yetki öldürülenin ailesine aittir, bize ait olamaz. Bununla ilgili düzenlemeleri yapmak gerekir” sözlerinin hukukta bir karşılığı var mıdır? İdam edilmemiş birini “affedilmiş” olarak görmek, hangi hukuki aklın ürünüdür? Bu gerçekliğin de yıllar, yıllar sonra aşınacağını, silineceğini herhalde hepimiz biliyoruz.

Şu notu da düşeyim ayrıca. İdam cezası, problemli bir cezadır, bunu bilin. O yüzden dünyanın bir çok yerinde kaldırılmıştır. Ve bu, sadece devletler arası bir protokol icabı ya da hukuki açıdan görülen çok kritik problemler üzerine kaldırılan bir uygulama değildir. Toplum vicdanında da sıkıntı yaratan bir uygulamadır. Anlı şanlı devletin, zaten elinde olan, cezasını kestiği bir hükümlüyü bir de büyük bir tantana ile öldürmesi, bir kesimin coşkusu dışında, hemen her zaman geniş kitlelerce sessizlikle, kuşkuyla, bir “yerine oturmamışlık” hissiyle karşılanmıştır. Güçlü olan, toplumu zaten her zerresine kadar ezebilen bir iktidarın, ilave ve gereksiz bir güç gösterisi olarak algılanmıştır. Dolayısıyla idam aslında asılan için değil, toplum için bir mesaj olagelmiştir hep.

Zannedildiği gibi “ibret almak” değildir bu mesaj. Tam tersine toplumun, göz göre göre, zaten elinde olan ve isterse ömür boyu hapse mahkum edebileceği bir insanı öldüren devletin bu güç gösterisinden rahatsız olması, bunu bir kenara yazmasıdır. Biz yıllar sonra Şeyh Sait’i, Seyit Rıza’yı, Adnan Menderes’i, Deniz Gezmiş’i, Erdal Eren’i, asılan ülkücüleri, devrimcileri bu yüzden başka bir biçimde hatırlıyoruz. Dolayısıyla aslına bakılırsa idam, asılan için değil, asan için bir yüktür.

Hele ki bu asmaya kalktığınız kişi, yıllardır ezilen bir etnik grubun çok önemsediği, üzerindeki o hukuksuz tecridin kaldırılması için açlık grevlerine yattığı biriyse iyi düşünün derim. O darağacı sehpasını kurmak başlıbaşına bir meseledir. 13 yıldır elinizde olan bir insanı sürekli asmakla tehdit etmek ise, daha büyük bir meseledir.

Hrant’ın hayaliydi “Ermeniler”i basmak... Artık kitapçılarda...

Raymond Kevorkian ve Paul Paboudjian’ın 1992’de Paris’te Fransızca yayınlanan kitabı “Les Armeniens”, 20 yıl sonra Türkçe’ye çevrildi Aras Yayıncılık tarafından ve “1915 öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler” adıyla raflarda yerini aldı. Önemli bir kitaptır. Hrant Agos’ta bu kitabın bazı bölümlerini çevirip tefrika etmişti.. Basmak da istiyordu, hatta çevirtmişti de. Hikayenin kalan kısmını Rober Koptaş’ın bu haftanın Agos’undaki yazısından okuyalım:

“2006 yılının Mayıs ayında bir gün Hrant Dink o zaman çalıştığım Aras Yayıncılık’ı arayarak bizimle görüşmek istediğini söyledi. Birkaç gün sonra Ardaşes Margosyan ve Yetvart Tovmasyan’la birlikte gittik. Bizlere o zaman ‘Les Armeniens’ diye andığımız kitabı yayınlamayı çok istediğini hatta çevirinin tamamlandığını ancak üzerindeki baskının çok yoğun olduğunu, bu nedenle kitabı Agos adıyla yayınladığında oluşacak tepkilerden çekindiğini söyledi. Kitap Anadolu’daki Ermeni nüfusunu köy köy, neredeyse hane hane aktardığı için milliyetçi -ulusalcı kesimin tepkisini çekeceği ve Hrant aleyhinde yeni bir dalgaya sebebiyet vereceği muhakkaktı. Bu nedenle Aras olarak projeyi devralmamızı ve istediğimiz zaman, istediğimiz şekilde yayımlamamızı önerdi. Onu dinledikten sonra projeyi onun kaldığı yerden devam ettireceğimizi söyleyip yanından ayrıldık. O konuşmadan 7 ay sonra Hrant’ı aramızdan aldılar...”

Kitabın macerası ve içeriği özetle böyle. Büyük bir emekle yazıldı, çevrildi, yayına hazırlandı. İlginizi bekliyor.

Spot için: Erdoğan’ın “Devletin öldüreni affetme yetkisini kendimizde görmüyoruz. Bu yetki öldürülenin ailesine aittir” sözlerinin hukukta bir karşılığı var mıdır? Keza idam edilmemiş birini “affedilmiş” olarak görmek, hangi hukuki aklın ürünüdür?

Radikal

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0