Modern solun serencamı

14 Ocak 2009 11:33  

 

Modern solun serencamı

Kendisini kuşatan sistemin adaletsiz, haksız ve işin temelinde ahlaksız olduğunu görmek, her dönemde insanları devrimci bir enerjinin parçası kılmıştır. Eğer yeterince duyarsız değilseniz, ahlaksızlığa karşı çare ya dinsel bir içe dönüklük ve kaderciliktir, ya da itirazın seslendirilmesi. Modern dünya bu itiraz geleneğini ‘sol’ adı altında anlamlı kıldı. Öte yandan solculuk, ahlaki bir arınmayı arzulayan duygu dağarcığını hep korusa da, zamanla akıl yoluyla gerçekliğe bakmayı öğrendi. Sayısız katkının yanında özellikle Marx’ın adı etrafında billurlaşan bir analiz mantığı sol duruşun mihenk taşı haline geldi. Bu yaklaşım bizleri kuşatan sistemin ‘ne mal’ olduğunu göstermekle kalmıyor, nasıl çalıştığından hareketle nasıl biteceğini de söylüyordu. Böylece solun önüne ilk kez ‘bilimsellikle’ de taçlanmış, somut bir program çıktı.

Solun ‘pozitif’ olana, yani yaşanana bakması önemliydi, çünkü bu sayede eldeki analiz solcunun nasıl davranması gerektiğini, yani sol siyasetin ne olduğunu da söylüyordu. Siyasetin somut toplumla kurulan bir bağ olduğunu düşündüğünüzde, bu bilgi solun iktidar olmasının da yolunu açmaktaydı... Ne var ki söz konusu ‘bilimsel’ solculuk, tam da kuramsal açıdan başarılı olması beklenen Batı dünyasında bir hayal kırıklığı oldu. Bu sonucun asıl nedeni çok basit olarak, solun siyaseti bilmemesi, siyasetten anlamamasıdır. Oysa daha önce söylediğim gibi, sol artık ‘pozitif’ olana bakabildiğine, onun çözümlemesini yapabildiğine göre siyaseti de becerebilmeliydi...

Mesele sol açısından ‘pozitif’ olanın yaşama değmemesi, yaşam ‘hakkında’ bir önermeler kümesini ifade etmesiydi. Solcular açısından sömürü gibi kavramlar yeterince açıklayıcı ve siyaset oluşturucu olsalar da, sıradan insanlar çok daha karmaşık bir dünyanın içindeydiler. Sömürünün hiyerarşik bir nüfuz alanını ima ettiği bir gerçekliğin içinde yaşıyorlardı. Bunun anlamı herkesin gücü yettiğinde sömürüye yatkın olması ve hemen herkesin bir yandan sömürülürken, diğer yandan da sömürü çarklarından pay almasıydı. Bütün bu farklılaşmaları bir tür günah gibi mahkûm ederek ‘sınıfsal bilincin’ oluşmasını bekleyenler ise, aynı sınıfsal bilincin bir sınıf içi iktidar da yarattığını görmezden geldiler.

Yaşanmışlığın alanında karşılaşılan bu yenilgi solu iki farklı yöne sürükledi. Bir grup insan siyasetin talep ettiği gerçekçiliğe doğru adım attı. Büyük teorinin kaçınılmaz beklentilerinin yerini, sıradan çıkar gruplarının çok düzlemli rekabetleri aldı. Öte yandan rekabet dünyasının parçası olmayı kabullenmek, değiştirilmesi için yola çıkılan düzeni içselleştirmeyi ifade ediyordu. Bunlara ‘sosyal demokrat’ dendi... Bir dönem epeyce başarılı iktidarlar oluşturdular. Gelecekte de şansları az değil. Ama ne derece ‘solcu’ oldukları konusunda artık kuşkular var, çünkü bu tür solculuğun sistemin ahlaki zaaflarını gidermekte zorlanacağı görüldü.

Siyasette alınan yenilginin uzantısı olarak ortaya çıkan ikinci davranış türü ise, siyaseti bütünüyle ‘liberal’ bir kalıp olarak tanımlayarak ‘siyaset dışı’ bir bütünlükçü itiraza sığınmaktı. Doğal olarak bu yolun yolcuları kendilerini siyaset dışı olarak görmediler... Hatta onlara kalırsa asıl siyaset tam da onların yaptıklarıydı. Ancak zamanla toplumdan uzaklaşarak cemaatleştiler. Gerçekliğe dokunmaktan ziyade, onu kuşattığı varsayılan bir kuramsal önermeler dizgesi üzerine ahkâm kesen bir dil oluşturdular. ‘Siyaset’ ise bu dilin kullanılma maharetine dönüştü. Böylece gerçeklik dil üzerinden basitleştirildi... Makbul kavramların hegemonyasında, herkesin anlar gözüktüğü ve üzerinde hemfikir olduğu ama yaşanan dünyaya ancak genellemelerle ulaşan bir söylem yerleşti.

Pozitif olandan uzaklaşma, bu tür solculuğun daha da normatif bir bakışa kaymasıyla sonuçlandı. Böylece ‘olması gerekeni’ çok iyi bildiğini düşünen, ama var olanın somut olarak nasıl değişeceği hakkında hiçbir şey söyleyemeyen bir solculuk türü oluştu. Yaşananların yol açtığı ahlaki ikilemler arasında bocalamaktansa, ahlakçılığın emin sularında yüzmek tercih edildi. Çok katmanlı gerçekliğin karşısında ‘siyaseten doğru’ olan konuma yaslanıp, sorumsuz ve ‘temiz’ kalınabileceği sanıldı.

Belki de asıl hüzünlü olan normatif olanın bir tür ‘meta gerçeklik’ haline gelmesiyle, yaşanan dünyayı ve içinde olunan toplumu anlama şansının yitirilmesiydi. Giderek anlama çabası bu solcular için düşmanın ‘desteklenmesi’ ile eşdeğer hale geldi. Genellemelerin altına inerek topluma bakmak, ideolojik açıdan bir tür ‘günahkâr’ konumunda olan toplumun meşru kılınması olarak algılandı. Ve böylece solculuk kendi içine kapanmaya, tarikatlaşmaya yüz tuttu...

Modernliği temel alan bir solculuğun sosyolojik bağlamda geldiği nokta bu iki yoldan ibaret... Siyaseti becerebilen, toplumla ilişki kurabilen, aynı zamanda düzenin ahlaki temelini değiştirme iradesi gösterebilen bir sol da tabii ki olabilir. Ama bunun için önce modernliğin dışına çıkmak, kısaca demokrat olmak gerekiyor.

Etyen Mahçupyan

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0