Mazlum Der: "İki acıyı birleştiren bir mücadele"

10 Aralık 2011 12:32  

 

Mazlum Der:

20 yıl önce kurulan ve 22 şehirde şubesi olan Mazlum Der'i, "zalimin ve mazlumun kimliği, dini sorulmaz" diyen Başkanı Faruk Ünsal anlatıyor.

İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği, 20 yıl önce, "Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana" düsturuyla yola çıktı.

Mazlum Der adıyla bilinen derneği, 28 Ocak 1991'de avukat, gazeteci, yazar ve iş insanlarından oluşan 54 kişi kurdu.

Merkezi Ankara'daki Mazlum Der'in, Ağrı, Afyon, Akyazı, Ankara, Batman, Bursa, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kayseri, Kocaeli, Konya, Kütahya, Malatya, Sakarya, Sivas, Şanlıurfa, Trabzon, Uşak ve Van'da toplam 22 şubesi var.

Kurulduğundan beri, insan hakları ihlalleri ile ilgili periyodik ve özel raporlar hazırlayan dernek; konferans ve seminerler de düzenliyor.

Dernek, son dönemlerde, vicdani reddin yasal zeminde tanınması, Malatya'da füze kalkanı kurulmasına karşı basın açıklamaları yayınladı; 28 Şubat 1997 süreci ile ilgili suç duyurusunda bulundu.

Mazlum Der Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, kuruluşundan bugüne 20 yıllık derneği bianet'e anlattı.

Derneğin kurulma amacı neydi?

Tarihi, zalim, mazlum diyalektiği içinde okuyoruz. Zalimin de mazlumun da dini, kimliği sorulmaz.

1990'larda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde güvenlik eksenli şiddet ortamının yaşandığı bir dönemdi. Bir yanda da inanç temelli ötekileştirme ve baskı politikası vardı.

Amaç, bu iki acıyı içselleştirerek ikisi üzerinden bir hak mücadelesi yürütmekti.

O dönem ne tür başvurular yapılıyordu?

Yaşanan şiddetin çeşitliliğine göre başvurular geliyordu; bir yanda Kürt sorunu ekseninde köy boşaltmalar, insan kaçırmalar, faili meçhuller.

Diğer yanda başörtüsü meselesi başta olmak üzere inanç eksenli ayrımcılıklar.

O dönem Yüksek Askeri Şura'nın, 2011 Anaysa değişikliğini öngören referandumu sonrası kaldırılan, toplu kıyımları vardı.

Her yıl kış ve yaz aylarında, sorgusuz sualsiz "laiklik" gerekçesiyle askeriyeden subay ve ast subaylar işten atıyorlardı.

28 Şubat 1997 süreciyle birlikte bu işten çıkarmalar askeriyeden, tüm devlet dairelerine yayıldı. İnsanların namaz kılması, eşinin başının örtülü olması, baloya gitmemesi, içki içmemesi "yıkıcı faaliyet", "irtica" gibi gösterilip meslek infazları yapılıyordu.

Hatta askeri lojmanlara insanların başörtülü akrabaları dahi giremiyordu. Yollarda çarşaflı, şalvarlı insanları alıyorlardı.

Bugüne geldiğimizde...

Şimdi bu tür şeyler azaldı. Üniversitelerde başörtüsü sıkıntısı azaldı ancak hala çalışma hayatında bu problem devam ediyor.

Alevi kesimden de başvurular geliyor mu?

Evet. Alevilerin bütün hak taleplerini kendi talebimizmişçesine dillendirdik. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın anayasal konumunu eleştiriyoruz; cemevlerinin dini statüsünü talep ediyoruz.

Bunun yanında, gayrimüslimlerin de etnik ve dini temelli haklarının savunucusuyuz. Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nun yeniden açılması da bunlar arasında.

Bir de eskiden Süryanilerin dini merkezi olan Mardin'in yine öyle olmasını istiyoruz; çünkü Süryanilerin tüm hatıraları buralarda gelişmiştir.

Kürt meselesinde gelinen süreç nedir?

Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) tutuklamalarına karşı tepkimizi her defasında dile getiriyoruz. Bu davalarda anadilde savunma yapılması için suç duyurularında bulunduk. Bu konuyu sürekli gündemde tutmaya çalışıyoruz.

Taleplerimiz aynı, Kürt sorununda anayasal çerçevede ademi merkeziyetçi devlet yönetimi, anadilin eğitim, öğretim ve hayatın her alanında engelsiz kullanımı.

Dernek baskılarla karşılaştı mı?

28 Şubat sürecinde bütün yöneticilerin evleri arandı, gözaltı ve tutuklamalar oldu. Dört yıl önce andımızın kaldırılması kampanyamız ile ilgili suç duyurusunda bulunuldu ama dava açılmadı.

Onun dışında doğrudan bir baskı görmedik, sadece görmezden gelinmemiz dolaylı bir baskı yaratıyor.

Son olarak insan hakları meselesinde Türkiye'yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bugün, dünden iyi, yarın da bugünden iyi olacak. Zaman içerisinde, çıkış noktamız olan Kürt sorunu ve inanç özgürlüğü meselesinde devletin tavrını biraz süsleyerek devam ettirdiğini görüyoruz.

İnsan hakları ihlallerinde iyileşmeler var ama yeterli değil. Devletin halkı yığın gibi gören tavrı, demokrasinin içselleşmesi ve yaygınlaşması ile ortadan kalkacak, işte o zaman da insan haklarında tam anlamıyla iyileşmeler yaşanacak. (NV)

Bianet

Son Güncelleme Tarihi: 11 Aralık 2011 08:21

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0