DÖRDÜNCÜ CEMRE
06 Haziran 2009 23:51 / 2241 kez okundu!
Aslında her yıl havaya, suya ve toprağa düşerek baharı müjdeleyen üç cemrenin dışında, dördüncü bir cemrenin varlığından belki de hiçbirimizin haberi yoktur... Bu cemre diğerlerinden farklı olarak, her yıl değil de, bütün zamanlar boyunca gezegenimizi sadece bir kez ziyaret eder. Sıradışı, gözükara ve çılgındır... Üstelik havaya, suya ve toprağa değil, yeryüzünde seçtiği bir insanın ruhuna düşer.
İşte bu çılgın cemre, 2006 yılının 25 mart günü, serin bir akşam üzeri, Zürich kentinin Albisrieder tramvay durağında, sırtında çantası ve başında şapkasıyla bir ademoğlu sıfatında, genç bir kadının ruhuna aniden düşüverdi... Genç kadının ruhuna düşen ateş, oradan tüm bedenine yayıldı. Sonra sırasıyla Albisrieder Meydanıyla birlikte kentin tüm sokaklarını ve meydanlarını bir yangın yerine çevirdi. Limmat Nehrinin sularını ve Zürich Gölünü ısıttı... Genç kadının yüreğine ve Zürich'e bahar geldi. Ruhunda tomurcuklar açtı, yüreğinin kurumaya yüztutmuş dalları, yeni sürgünler verdi...
Sonra bir tramvaya binip, kentin merkezine gittiler. Yedi saat boyunca hiç sıkılmaksızın sohbet ettiler, mağazalarda dolaştılar, şakalaştılar, yemek yediler. Ardından bir bara oturup birşeyler içtiler. Genç kadın başını bir ara cemrenin göğsüne yasladı, cemre de genç kadına onun dilinde memleket türküleri söyledi, kuğu boynuna öpücükler kondurdu... Kokuları kokularına, tenleri tenlerine karıştı... İçlerinde büyüyen sevinç, oturdukları bardan taşıp, Zürich'in tamamını dolaştı. Dolaştığı her bir sokağı, caddeyi ve meydanı kutsadı... Dokunduğu her insana, hayvana ve nesneye coşku, heyecan bulaştırdı... Her ikisi de belki beklentilerini yaşıyorlardı, belki de beklentilerinden fazlasını. Ama ne olursa olsun, menzilsiz bir mutluluk ve tarifsiz bir huzurdu yaşadıkları. Ve yaşanan anlara kayıtsız şartsız teslimiyetti...
Sonra gecenin bir vaktinde, adını bile bilmedikleri bir tranvay durağında birbirlerine karıştılar. Tanrılar, onlar için kısa bir süre zamanı durdurdular. Limmat nehrinde flört eden kuğuların kanatlarından süzülen ayışığı, önce nehrin sularına, oradan ikisinin yüreğine aktı. Bu sırada cemre, genç kadının kulağına ayışığı kadar duru sözcükler fısıldadı. Genç kadın da, gözlerini kapatıp, içinde büyüyen fırtınaya teslim oldu...
Ama gece yarısına bir saat kala tılsım bozuldu; Rosengarten sokağının başında, birbirlerine son kez dokunup ayrıldılar. Genç kadın toprağından koparılmış bir kır çiçeği gibi, Rosengartenstrasse 517002 adresindeki susuz vazosuna geri dönerken, o çılgın cemre, Hardbrücke tramvay durağı istikametinde gözden kayboldu... Ardından, ay geceye küstü. Cemrenin ateşiyle ısınan gölün ve nehrin suları, insanların yürekleriyle birlikte yeniden soğuyup karardı. Gökyüzünden yıldızlar çekildi. Kentin sokaklarında serin rüzgarlar esmeye, genç kadının elleri üşümeye ve yüreğine gelen bahar kışa dönmeye başladı...
Şafaktı; gece usul usul sabaha dönüyordu. Dışarıda çisil çisil yapayalnız bir yağmur. Genç kadın, o çılgın cemrenin kendisine verdiği küçük peluş bir file sarılarak, yeniden üşüyen ellerini ve yüreğini ısıtmaya çalışırken, Zürich'in bönliyölerindeki bir otel odasında bir adam, yatağında uzanmış o genç kadını düşünüyordu. Odanın içi buz gibiydi ama adamın avuçları ve içi yanıyordu...
Aradan aylar geçti... Onu bir daha görmedim. Ama ne zaman avuçlarım ve içim yanmaya başlasa, Rosengarten sokağının başında, birbirimize son kez dokunup ayrılırken, o genç kadının kulağıma şöyle fısıldadığını anımsarım; “sen benim dördüncü cemremsin.”
M. Cengiz Bilir