CREAR DOS, TRES, MUCHOS VİETNAM!
18 Kasım 2010 16:57 / 6005 kez okundu!
Ernesto Che Guevara, 1967 yılında, Afrika, Asya ve Latin Amerika Halkları Dayanışma Örgütü Konferansı’na gönderdiği bildirinin bir bölümünde yoldaşlarına böyle sesleniyordu; “İKİ, ÜÇ, DAHA FAZLA VİETNAM!” ve ardından ekliyordu; “ES LA CONSİGNA!” yani; “PAROLA BU!”.
O günlerden bu yana, aradan 43 yıl geçti… Che artık hayatta değil… Onun yıllar önce yoldaşlarına ve dünya devrimcilerine yaptığı çağrı, yazık ki hayata geçirilemedi… Kitabî bilgiler kitaplarda kaldı… Teori ile pratik birbiriyle örtüşemedi… Reel sosyalizmin önünde koşturan toplumsal değişimle ilgili yeni teoriler üretilememesi, soğuk savaş, sosyalist sistemi koruma ve güçler dengesi adına aşırı silahlanma, sosyalist ülkeler arasındaki ekonomik dayanışmaya harcanan kaynaklar ve daha bir dolu benzer sorunla baş edemeyen sosyalist sistemin kalelerinden çoğu, zamanla birer birer yıkıldı… Oysa kapitalizm; tıpkı bir grip virüsü gibi mutasyona uğrayıp, yeni projeler üreterek, her dönem ve zamanda varlığını ve sömürü düzenini sürdürdü, sürdürüyor…
Aklımı teslim alan ve içimi acıtan bu düşüncelerden, yakınımızdan geçen pirinç yüklü devasa bir şatın (düz ahşap tekne) bordasında büyüyen dalga serpintisinin, yanağımda bir kırbaç gibi çatlamasıyla sıyrıldım…
Bu kez, sosyalizmin yıkılmayan kalelerinden biri olduğu belirtilen ve tüm karşı devrimci çabalara karşın bugüne kadar varlığını sürdüren Vietnam yolundayız…
Yol arkadaşım Kadir’le yaptığımız uzun tartışmalardan sonra, Kamboçya’dan Vietnam’a kısmen Mekong Nehri’ni, kısmen de karayolunu kullanarak geçmeye karar verdik ve bunun için bir tur şirketinden birer kombine bilet satın aldık…
21/Mart/2010, saat 06.45; tur şirketinin minibüsü otelimizden bizi aldı. Birkaç otel daha dolaşıp, başka gezginleri de topladıktan sonra yola koyulduk. Yaklaşık iki buçuk saatlik bir yolculuktan sonra, Mekong Nehri kıyısında bir yerlere geldik. Orada Vietnam’a geçeceğimiz tekneye aktarılacağız. Minibüsten indik… Az ötemizde, derme çatma bir iskeleye bağlı kayığa benzer bir şey duruyor… Yaklaştıkça gözlerimize inanamıyoruz. Aman tanrım! Buna tekne demeye bin tanık gerek… Sekiz ya da dokuz metrelik kayıktan bozma, kıçtan motorlu, her yanı dökülen bir tahta yığını bu… Üstelik tur şirketinde bize gösterilen fotoğraftaki tekneyle uzaktan yakından bir ilgisi de yok… Rehber acele ediyor… Tartışarak zaman yitirmek anlamsız. Nasıl olsa değişen bir şey olmayacak… Bu yüzden, yarısı suda yarısı karada sürüklenen iskeleden yürüyüp, düşmemeye çalışarak, çaresizce, yüzen mezara bindik… Kaptan, kaptanın karısı, Kamboçya’lı yaşlı bir köylü kadın, diğer beş gezgin ve rehberle birlikte on bir kişiyiz… Teknede motor dışında hiçbir donanım yok… Güvenlik yok… Adrenalin düzeyimiz tavan yapmış durumda… Mekong’ta ilerliyoruz…
Kollarıyla birlikte toplam uzunluğu 4350 kilometreyi bulan Mekong, dünyanın en uzun on nehri arasında yer almaktadır. Aynı zamanda Güney Doğu Asya’nın da en uzun nehridir… Tibet’in 5000 metre yükseklikteki dağlarında doğan Mekong; Çin, Myanmar, Laos, Kamboçya, Tayland ve Vietnam topraklarından geçip, büyük bir delta yaparak Güney Çin Denizi’ne dökülür. Çin ve Laos topraklarında; 3000 metre yükseklikteki kayalık boğazlardan geçerken delice akar ve büyük çağlayanlar oluşturur. Bu yüzden Çin ve Laos’ta nehir üzerinde barajlar ve hidroelektrik santralleri kurulmuştur… Yağış mevsiminde zaman zaman ters yöne akan nehrin deltasındaki kollarını birbirine bağlayan kanallar mevcuttur…
Kamboçya topraklarına girdikten sonra durulup sakinleşen Mekong kıyısındaki verimli topraklarda; muz, hindistan cevizi, ananas, mango, papaya, pirinç ve daha pek çok tarım ürünü yetiştirilir. Ve bu durum, nehir denizle buluşuncaya kadar devam eder… Yüzen ev ve tekneler ile nehir kıyısındaki direkler üzerine kurulmuş ahşap barakalarda yaşayan insanlar nehrin suyuyla hem kendilerini hem de hayvanlarını yıkarlar. Topraklarını sularlar, çamaşır ve bulaşık için su gereksinimlerini yine buradan karşılarlar. Çöplerini ve tuvalet atıklarını da nehre dökerler… Bu yüzden nehir inanılmaz bir kirlilik içerisindedir ve çamur renginde akmaktadır… Ama Mekong, insanların kendisine karşı bu kadar acımasız ve saygısız davranmasına karşın yine de geçtiği ülkelere bolluk ve bereket taşıyan bir tanrıça gibidir…
Mekong Nehri ve çevresinde yaşayan irili ufaklı yüzlerce canlı türü, çevrede yaşayan insanlar için önemli bir besin ve gelir kaynağı oluşturur. Zaman zaman genişliği birkaç yüz metreyi bulan ve derinliklerini asimetrik akıntıların teslim aldığı nehirde; boyu beş altı metreye ulaşan yırtıcı kedi ve yayın balıkları ile zehirli ve zehirsiz irili ufaklı su yılanları, kaplumbağalar, kurbağalar, semenderler, karidesler, su örümcekleri, çeşitli sürüngenler, kabuklular ve daha pek çok canlı, aynı zamanda insanlar için birer tehlikedir de… Sadece 2009 yılında Mekong ve çevresinde daha önce gezegende hiç rastlanmamış 163 yeni canlı türü keşfedilmiştir. Bu yüzden nehir, içinde ve çevresinde barındırdığı canlı çeşitliliği konusunda belki de dünyadaki tek örnektir...
Kamboçya’lı köylü kadını nehir kıyısındaki bir yerlere bırakıp, yola devam ediyoruz… Serüven sürüyor… Kamboçya nehir gümrüğünden sorun yaşamadan üç beş dakika içerisinde çıkışımızı gerçekleştirdik. Ancak, birkaç yüz metre ötedeki Vietnam nehir gümrüğünde, Vietnam’a girişimiz yapılırken, bir saate yakın bekletildik… Bizim özel pasaportlar burada işe yaramadı… Gümrükteki görevli o kadar aksi ve bilgisiz ki, ne diyorsak tersini söylüyor. Günlerden pazar. Tüm resmi daireler kapalı. Bu yüzden faks çekmek, mail atıp yanıtını almak mümkün değil. Sonunda gümrük görevlisini birkaç yere telefon etmeye ikna ediyoruz ve sonunda bizim pasaportlara vize gerekmediği konusunda memur ikna oluyor… Bin bir özürden sonra, saat 13:40 gibi Vietnam’a giriş için tekne ve rehber değiştiriyoruz… Bu kez aktarıldığımız tekne, öncekinden daha kötü durumda… Ama bu duruma alıştık artık… Şaşırmıyoruz…
Yaklaşık iki buçuk saat daha Mekong’la boğuşarak yol aldıktan sonra saat 16.15 gibi Chau Doc isimli bir kasabanın kumsalına yanaştık. Islak kumlara bata çıka sahile paralel uzanan caddeye çıktık. Orada bizi bekleyen; önüne yolcunun, arkasına da sürücünün oturduğu, çekçek tarzında üç tekerlekli bisikletlere binip, on beş dakika kadar yol aldıktan sonra, başka bir minibüse aktarılıp, Ho Chi Minh’e (Saygon) doğru yola koyulduk… Bundan sonrası; altı saatlik inanılmaz bir yolculuktu… Çukurlar, kasisler, akşam karanlığında geçtiğimiz küçük köyler, hayalet kasabalar ve yerleşim alanlarının ardından sonunda Ho Chi Minh’e ulaştık…
Minibüs sürücüsü bizi, kentin merkezinde bulunan ve sırt çantalı gezginlerin uğrak yeri olan, dört yol ağzındaki küçük bir meydana bıraktı… Saat 22:15… Bir taksiye binip, daha önceden yerimizi ayırttığımız otelimize varıp, yerleştik… Altısı nehirde olmak üzere yaklaşık on altı saattir yollardayız. Aslında yorgun ve uykusuz olmamız gerekiyor. Ama kendimizi hiç yorgun hissetmiyoruz. Üstelik uykumuz da yok… Duş alıp tekrar o meydana dönüyoruz… Meydanın bir köşesinde Crazy Buffalo adında yemek yenilip içki içilebilecek bir yer var… Etrafta cıvıl cıvıl bir kalabalık… Barlar, kafeler, restaurantlar, mağazalar, masaj salonları, hayat kadınları, seyyar satıcılar, sokak aşçıları, her ulustan kadınlı erkekli eğlenen guruplar… Burası inanılmaz bir kent; yaşayan, nefes alan, renkli, kişilikli, hoşgörülü ve daha pek çok güzel özelliğe sahip… Crazy Buffalo’da birer Saygon birası içtikten sonra, ikinci biraları elimize alıp, kalabalığa karışıyoruz… Gece uzun…
Vietnam; Güney Çin Denizi kıyısında, güneyden kuzeye doğru uzanan, denizatı şeklinde uzun ve dar bir ülke… Kuzeyi ve güneyi düz deltalar ve ovalar, orta kesimleri dağlık alanlar, kuzey batısı ise tepelik ve dağlardan oluşan ülkenin güneyinde tropikal, kuzeyinde ise musonal bir iklim yapısı hakim… 2009 verilerine göre yaklaşık olarak 87.000.000 nüfusa sahip Vietnam’da ölüm yaşı ortalaması 70, bebek ölüm oranı % 3, okuma yazma oranı ise % 90’dır. Nüfusun % 85-90’ını Vietnamlılar, kalanını ise Çinliler, Tailer, Khmerler ve diğer küçük etnik guruplar oluştururlar… Ülkedeki insanlar Budizm, Hoa Hao, Cao Dai, Hristiyanlık, Müslümanlık ve diğer yerel dinlerin tanrılarına tapınmaktadırlar… Ülkenin resmi dili Vietnamca olmasına karşın, bunun yanı sıra ülkede; Khmerce, Fransızca, İngilizce ve yerel diller de konuşulur… Resmi adı Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti olan, 58 eyalet ve 3 belediyeden oluşan bir idari yapıya sahip ülkenin yönetim biçimi tek partili sosyalist cumhuriyet, başkenti ise Hanoi’dir… Ülkenin idari başkenti Hanoi olmasına karşın, ticari ve turistik başkenti, Amerikalıların bir zamanlar Saygon olarak adlandırdıkları, ama sonradan Vietnam Halk Kahramanı Ho Chi Minh’in adının verildiği, Ho Chi Minh City’dir. Ancak bu iki isimden Saygon, hem daha kısa hem de yabancılar tarafından kabul gördüğü için halk arasında daha çok kullanılmaktadır…
Bugün yaklaşık 6.500.000 nüfusa sahip Ho Chi Minh City’de 4.000.000 motosiklet bulunmakta. Kentin her caddesi, sokağı, kaldırımı, hatta dükkanları bile motosikletler tarafından işgal edilmiş durumda. Bir yolu ya da caddeyi karşıdan karşıya geçmek için inanın Medrano Sirki’nde cambaz olmak gerek… Bunun yanı sıra kentte, ön tarafına tek bir yolcunun, arka tarafına da sürücünün oturduğu, çekçeke benzeyen bisikletler de var. Ancak, Kamboçya’daki tuktuklara burada rastlamak mümkün değil… Ulaşım taksi, motosiklet ve çekçek tarzı bu bisikletlerle sağlanıyor…
Bir de kentin dört bir yanını birbirine örümcek ağı gibi geçmiş durumda elektrik telleri sarmış durumda… Genel olarak cadde ve sokakları temiz olan kentte, Kamboçya’daki kadar dilenci ve aylak dolaşan insan yok. Hatta hiç dilenci yok diyebilirim. Herkes karnını doyurmak için bir şekilde çalışıyor. Kazandıkları para çok değil. Sokaklarda hediyelik eşya satan ve başka seyyar işlerde çalışan çocuk ve yaşlı insan sayısı yok denecek kadar az. Çünkü eğitim 12 yaşına kadar zorunlu ve parasız… Bir de yine sokaklarda şişman ve obez insan görmek neredeyse mümkün değil. Vietnamlıların hepsi kısa boylu, zayıf ve ufak tefek insanlar. Sanırım bu özelliklerini, gün boyunca azar azar ve sıklıkla yemek yemelerine borçlular…
Burada da Kamboçya’daki gibi akşam saatlerinde kentin dört bir yanı; seyyar yemek satıcıları, işportacılar, masaj salonu çığırtkanları, seyyar manavlar, çekçekçiler, taksiciler ve hayat kadınları tarafından teslim alınıyor… Ancak, hiç kimse, yabancı gezginleri davranışlarıyla taciz etmiyor… Sadece, gecenin bir vaktinden sonra sokaklarda dolaşmaya çıkarsanız dikkatli olmalısınız. Çünkü motosikletle işe çıkmış olan genç hayat kadınları, sizi ısrarlı bir pazarlığın içine çekmeye çalışacaklardır…
1945 yılına kadar Fransız işgalinde kalan Vietnam’da Fransızlar tarafından koloni mahalleri kurulmuştur. Bu işgal döneminde Fransızlar, Ho Chi Minh City’e küçük bir Paris yaratacak kadar yatırım yapmışlardır… Bugün gezilecek yerler arasında bulunan Tarihi Postane, Notre Dame Cathedrali ve Opera Binası Fransızlardan miras kalan binaların başında geliyor…
Genellikle yaşamın ucuz olduğu sokaklarda, Amerikan Doları oldukça rağbet görüyor. Bir Amerikan Doları ile ülkenin para birimi olan 19.000 Dong (VND) alabilirsiniz… Burada da Kamboçya’da olduğu gibi sokaklardaki seyyar lokantalardan birkaç dolara karnınızı doyurmak mümkün. Ulaşımda ise taksiler 1 kilometrelik yol için genellikle 1 Amerikan Doları alıyorlar. Motosiklet ve çekçeklerle ulaşım ise daha da ucuz… Küresel şirketler, yatırım için Vietnam’a tam anlamıyla girememişler. Ama sokaklarda ve marketlerde her marka sigara, alkol, meşrubat, peynir ve daha pek çok ithal ürün bulabilmek mümkün…
Eğer sırt çantalı bir gezginseniz, sınırlı bütçeyle ve sınırlı zamanda çok yer gezip görmeyi istiyorsanız, Tham Str. 246-248 Dist 1 Ho Chi Minh City adresindeki The Sinh Tourist ofisini ziyaret etmenizi öneririm. Burası 1993 yılından bu yana faaliyet gösteren güvenilir bir tur şirketi. Turları hesaplı, rehberleri ise donanımlı ve deneyimli… Biz buradan Mekong Deltası turu ile kent turu ve Cu Chi Tünelleri turundan oluşan iki tur satın aldık ve bu seçimimizden çok memnun kaldık.
Yukarıda saydığım Fransız Koloni Mahallesi’ndeki Tarihi Postane, Opera Binası, Notre Dame Kathedrali ile Giac Lam Pagoda, Birleşme Sarayı, Özgürlük Sarayı, Savaş Müzesi ve Ben Thanh Market (Çin Pazarı) kent içindeki gezilebilecek yerlerin başında gelmekte. Kent dışında ise Cu Chi Tünelleri ve Savaş Gazileri Atölyesi ile My Tho Meyva Bahçeleri, Con Phung Arı Çiftliği ve Mekong Deltası kıyısında yer alan Vinh Long Canlı Su Ürünleri Pazarı gezginler tarafından oldukça rağbet edilen yerler arasında…
Başta her tür irili ufaklı balık olmak üzere, yılan, kaplumbağa, kurbağa, karides ve çeşitli nehir hayvanlarının canlı olarak satıldığı Vinh Long Kasabası’ndaki canlı su ürünleri pazarında, sadece kadın satıcılar çalışıyor… Ayrıca, Mekong Deltası kıyılarındaki bazı köylerde; mango, ananas ve şeker kamışı sularından üretilen pekmez ve kavrulmuş pirinçle bir tür krokanlı gofret yapılıyor. Bu sıra dışı üretim sürecine, başından sonuna kadar tanık olabilmek ve lezzetli gofretlerden satın alarak yoksul köylülerin geçimine katkıda bulunabilmek mümkün…
Ve eğer bir gün buralara yolunuz düşerse, Saygon birasının ve pirinç likörünün de tadına bakmadan ayrılmayın sakın. Bir de Kamboçya’daki kobra likörü burada da üretiliyor. Onu da deneyin mutlaka. Ve akşam, 2 Le Thanh Ton Street Ho Chi Minh City adresindeki The Sushi Bar’da, deniz mahsulleri ürünlerinden oluşan muhteşem bir menüyle akşam yemeği ritüelinizi tamamlayın. Sonra da gecenin bir vaktinde, 103A Pham Ngu Lao St., Dist. 1 Ho Chi Minh City adresindeki Seventeen Saloon’a uğrayın. Burada bir kovboy kasabası fonu önünde ve yüksek bir sahnede yer alan 8 kişilik genç bir gurup, Amerikan Folk ve Rock karışımı muhteşem bir müzik yapıyor…
Fransız işgalinin ardından gelen bağımsızlık günlerinden sonra; 1954 yılında, Vietnam, 1976 yılında yeniden birleşinceye kadar, kuzey ve güney olarak ikiye bölünür. Bu yılların son çeyreğinde Amerika Birleşik Devletleri, Güney Vietnam’a ilk askeri danışmanlarını göndermeye başlar. Bu nedenle Kuzeyliler, Amerikan/Vietnam savaşının başlangıç tarihini, bu danışmanların ülkeye ayak bastığı tarih olarak kabul etmişlerdir. 1975 yılına kadar süren ve eşitsizler arası kıran kırana bir savaş olarak nitelendirilen bu savaşta Vietnamlılar, dünyanın en güçlü ordusuna ve silahlarına sahip Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı, efsanevi bir direniş göstermişlerdir. Bu savaş sırasında Amerikalılar tarafından Vietnam topraklarına tonlarca bomba atılmıştır. Atılan bomba miktarı, İkinci Dünya Savaşı’nda tüm ülkeler tarafından atılan bomba miktarının misliyle fazlasıdır. Ayrıca, Vietnam köyleri ve ormanları 72 milyon litre zehirli gaz ve kimyasalla sulanmıştır. Bu, ülkenin toplam bitki örtüsünün % 10’unun yok olmasına, toplam nüfusun da üçte birlik bir bölümünün sakat kalmasına neden olmuştur. O zamanlar telef olan mango ormanlarının rehabilitasyon işlemleri bugün bile devam etmektedir. Bu savaşta ölen 58.000 Amerikan askerine karşılık, 3.000.000’u sivil olmak üzere toplam 4.000.000 civarında Vietnamlı katledilmiştir. Ve bugün bile kimyasal silahlara maruz kalan bölgelerde hala özürlü çocuk doğumlarına sıklıkla rastlanmaktadır. Eğer yolunuz Ho Chi Minh City’deki Savaş Müzesi’ne düşerse, orada Amerikalıların Vietnam’a ve Vietnam halkına yaptıkları zulmü, işlenen cinayetleri, vahşetin ve katliamın boyutlarını, kullanılan kimyasalların sonuçlarını görebilirsiniz…
Kentin yaklaşık 30-35 kilometre dışındaki ormanlık alanda bulunan Cu Chi Tünelleri’nde ise bu vahşete karşı direnen Vietnamlıların, Amerikalılara karşı geliştirdikleri ilkel savunma ve saldırı silahları ile tuzaklar sergileniyor. Fransız işgali sırasında yapımına başlanıp, 20 yılda tamamlanan ve toplam uzunluğu 200 kilometreyi bulan bu tüneller, üç kattan oluşuyor. Normal ölçülerde bir beyaz adamın geçemeyeceği küçüklükte bir girişi bulunan ve içinde zaman zaman emekleyerek ilerlenebilen bu tünellerin içinde mutfak, revir, toplantı ve dinlenme odaları bile tasarlanmış. Yerin sekiz/dokuz metre altına kadar uzanan ve savaş sırasında Amerikalılar tarafından suyuna zehir karıştırılan Saygon Nehri’yle de bağlantı halinde olan bu tüneller küçük bacalarla havalandırılıyor… Amerikalılar tarafından uzun süre keşfedilemeyen, keşfedildiğinde ve içine girildiğinde ise bir daha çıkılamayan bu tüneller, savaşın kazanılmasında Vietnam’a önemli katkı sağlamış bir mühendislik harikasıdır…
Dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücü olan Amerika Birleşik Devletleri’nin yenilgisiyle sonuçlanan bu kirli savaş, 1975 yılında, o zamanki Güney Vietnam’ın yönetim merkezi olan ve bugün Birleşme Sarayı olarak adlandırılıp, müze haline getirilen sarayın Kuzeyli Vietkong Birlikleri tarafından ele geçirilmesiyle son bulmuştur. Bu sarayın bahçesinde, sarayın demir kapılarını kırarak içeri giren tank ve sarayı bombalayan uçak sergilenmektedir…
Bir ülkenin bir kentini ya da bir bölgesini gezip görerek, o ülke hakkında bir fikre sahip olabilmek kuşkusuz mümkün değildir. Ancak, bugün Ho Chi Minh City sokaklarında dolaşırken, sosyalizmin “S” harfini bile ne görüyor ne de hissediyorsunuz. Ve özellikle gençlerin yaşam biçimlerine, dinledikleri müziğe, kılık kıyafetlerine, sokaklardaki kent yaşamına, üretim, dağıtım ve paylaşım ilişkilerine baktığınızda, Vietnam’ın, küresel güçlere karşı uzun yıllar boyunca direnemeyeceğini, onlara teslim olacağı günlerin uzak olmadığını düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz… Ama gerçek olan şu ki, Vietnamlılar o küçücük bedenlerinin içinde hayran olunası bir zeka, gurur ve enerji taşıyorlar… Başları daima dik ve gözlerinde her zaman, dünyanın en büyük gücü olan Amerika Birleşik Devletleri’ni eşitsiz bir kirli savaş sonucunda yenilgiye uğratmış ilk ve tek ulus olmanın gururlu parıltısı var…
M. Cengiz BİLİR
Ho Chi Minh (Saygon)/Mart 2010