Biz sadece arkadaşız (!..)

17 Mayıs 2009 18:56 / 1980 kez okundu!

 


Bazen, hiç beklemediğin bir anda karşına birisi çıkıverir. Onu nasıl ve ne zaman farkettiğini bile anlayamazsın. İçin titrer... Başlangıçta hissettiğin şey; belirsiz bir taslak ve hiçbir tarife sığdıramadığın şekilsiz bir yöneliştir. Bunun ne olduğunu anlamak yerine, bu duyguyu sadece yaşamak istersin.

Sonra, adı konulmamış, çözemediğin bir merak ve tanıma isteği ile ona doğru savrulursun. Ardından alınıp verilen adresler, numaralar. Belki, “görüşmek üzere, kendine iyi bak” gibi kısa cümlelerle sonlandırılan ilk kahve ya da çay daveti. 

Sonraki gün kulağın telefonda heyecanla beklersin. Telefonun zili her çaldığında titrersin. Ondan gelmesi umuduyla açarsın. Onu, elinde olmadan tanıdığın diğerleriyle kıyaslarsın. Onunla ilgili her ayrıntıyı merak eder, giderek onu kıskandığını hissedersin... 

Sonra gelen günlerde, bir tür suçluluk duygusuna kapılır, olan biteni bilen yakın arkadaşlarına günah çıkartırsın. Hissettiklerinin sıradan bir dostluk duygusu olduğunu kanıtlamaya ve bu şekilde rahatlamaya, ruhunu bu sıra dışı, aykırı duygudan arındırmaya çalışırsın. Aslında, söylediklerine onlar inanır. Sen inanamazsın. Çünkü, insan kendisine yalan söyleyemez. Çünkü, olan olmuştur ve yapılabilecek fazla bir şey yoktur...
 
Artık, okyanusta; gizemli bir serüven peşinde yeni dünyalara keşfe çıkmaktan kendini alamayan bir denizci gibisindir... 

Hissettiklerin belki dostluk, belki arkadaşlık, belki de aşktır. Ama bunu hiçbir zaman bilmek istemezsin. Bu duygunun adını koymaktan kaçınır ve korkarsın. Duygularınla yüzleşmekten çekinirsin. Çünkü bu, aynı zamanda kendinle yüzleşmektir. Kendini inkar ya da kendini kabuldür... 

Mantığın, kulağına, yaşadıklarının doğru olmadığını fısıldar. Ama sen yine de, hızla akan bir nehrin sularında sürüklenen yaprak gibi, duygularının peşinden umarsız bir şekilde sürüklenir gidersin. Derken, duygularınla mantığın arasında başlayan ve henüz su yüzüne çıkmamış bu gizli çekişme, bir meydan savaşına dönüşür. Artık duyguların, kölelikten kurtularak bağımsızlığını ilan etmiş bir ülkenin halkı gibidir. Denetimden çıkmış, herşeye ve herkese meydan okumaktadır... 

Hissettiklerin, belki gelenek, görenek ve içinde yaşadığın toplum tarafından kabul gören tüm kurallara aykırıdır. Bu durum, belki ahlaki de değildir. Hatta, aranızda, ekonomik, sosyal, kültürel ve politik farklar da vardır. Duruşlarınız bile çoğu kez başka başkadır. 

Mantığın, tüm bu önyargılar ve toplumsal baskılardan oluşan ağır silahlarıyla duygularına karşı büyük bir saldırıya geçer. Bu durumda bazen durup, beklersin. Yüzlerce “acaba” dan oluşan bir ikilem içerisinde kalırsın. Bir yanda duyguların, diğer yanda ise mantığının dayatmaları durmaktadır. Ortalarında umarsızca sıkışır kalırsın. Hem kendinden yana, hem de kendine karşı olduğunu hissedersin. İçin acır. Kendi silahınla kendini vurmak üzere olduğun bir andır bu. Bu yüzden, bazen süngün düşer. Mücadele etmek yerine, kolayı seçer, mevcut duruma razı olursun. Ve, ruhuna dayadığın silahının tetiğini çekiverirsin. O zaman yaşadığın duygu, tam bir teslimiyet, iç ezilmesi, kırılmışlık, öfke, pişmanlık ve özsaygı yitimidir. Bazen de, tam tersini yapar; gizemli bir serüven peşinde yeni dünyalara keşfe çıkmış o denizci gibi, her şeye ve herkese meydan okursun. Okyanusun ortasındaki gemini terk etmezsin. İşte o zaman, duygularınla ve kendinle yüzleşebilir, onlardan utanmaz, sadece sahiplenirsin. Bu ise, cesaret ve göze almakla olur. Sonunda hissettiğin şey ise, sonsuz bir özgüven ve özgürlük duygusudur.

M. Cengiz Bilir

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
29 Eylül 2011 18:30

böcek

kendınizle bile yuzleşemedığınız nasıl bır aşktı bu?ya da hataydı belkı de..kimbilir kıme yazılmış...

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.