Bugün görüş günümüz… Ancak dikkat ortam dinlemesi olabilir!

25 Ekim 2010 21:00 / 1981 kez okundu!

 


Yazımın zamanı geçti mi diye düşünüyorum, ancak gelen haberlerle birlikte konunun güncelliğinin kaybolmasının mümkün olmadığını farkettim…Bugün yürüyüş yaparken, 18 Ekim´de Diyarbakır Adliye Sarayı´nda (adliyeye de neden saray denir onu da kavramıyorum ya) herkesi bunaltan havanın ne olduğunu düşünüyordum, bu, adliyenin ya da Türkiye´deki adliyelerin tavanlarının basık olmasından, tavanın her an üzerimize çökebileceği düşüncesinin getirdiği bir sıkıntı degildi…

Bu sıkıntının nedeni, yüzlerce polisin her tarafı ve orada bulunan herkesi kontrol altında tutmaya çalışması, davanın görüleceği devasa salonun içinde her birimizin kaybolacak gibi olması mıydı veya her yirmi dakika da bir salonun içinde sanık sandalyesinde oturanlarla, avukatlar ve izleyiciler arasında duran jandarma erlerinin komutanları ile birlikte salona gelmeleri mi, ya da yine belirli aralıklarla jetlerin şehrin üzerinde dolaşması mı, yoksa davayı izlemek için Türkiye dışından gelen konukların salona girebilmeleri için tutuklu yakınlarının içeri girmekten feragat etmelerinin bize verdiği eziklik miydi, sokakta veya adliye koridorlarında bizlerle kürtçe konuşarak, evlerine davet eden konuksever insanlara ,yıllarca birarada yaşamış olup da ama ben kürtçe bilmiyorum, demenin getirdiği eksiklik mi?

Hangi sıfatla olursa olsun davayı izlemek için gelen herkesin sırtında bugüne kadar Kürt halkının demokratik haklarının hayata gecmemesinden, gecirilmemesinden duyulan utanç vardı…Sıkıntının nedeni buydu…

18 Ekim 2010 da Diyarbakır´da başlayan KCK duruşmasına Berlin Eyalet Parlamentosu Sol parti milletvekili olarak Almanya Sol Parti Federal Yönetim Kurulu´nu temsilen katıldım. Diyarbakır´a ilk gidişimdi, uçağımız Diyarbakır havaalanına inerken, herhalde bir yanlışlık yapılıyor demekten kendimi alamadım, aşağıda bir iki sivil bina ve bir sürü de askeri hangar görünüyordu…

Ancak yanılmışım, Diyarbakır havaalanı askeri havaalanının bitişiğinde, geceleri de mavi komanda giysileri ile askerler duruyor havaalanında…

Öyle olduğunu düşündüğüm ve bunun da gerçekliğini gördüğüm Diyarbakır´da lojman benzeri pek çok konutun olduğu, ama cadde aralarındaki esnafa bakıldığında da kasabamsi bir görüntünün var olduğu bir şehir, Ekim in ortasında yaz sıcağı ve pırıl pırıl bir güneş var…

36 saatlik durağım Diyarbakır, Amed, tedirginlik içinde bulunduğum bir şehir, insanların yüzlerine bakarken utandığım bir şehir, yabancı delegasyon olarak sıcak bir sevgi ve dostlukla karşılandığım, insanların yüreklerini hesapsızca açtıkları, ancak anlatılanlar, verilen bilgiler, 18 Ekim ve sonrasında da gördüklerimle insanlığımdan utandığım bir sehir…Bizleri dostlukla karşılayan BDP´li arkadaşlar ve konukları ağırlamak için ellerinden geleni yapan Diyarbakırlıların yüzünde acıyı umutla beslemenin derin izlerini görmemek mümkün degil…

17 Ekim akşamı dostlarla sohbet ederken, polisin adliye etrafında önlem almış olduğunu söylediğimde, o önlemlerin uzun süredir varolduğu söylendiğinde, Diyarbakır ve benzeri şehirlerdeki yaşamların nasıl olabileceği düşüncesi içimi sızlattı. Önlemin geçici olduğu düsünülününce, burada geçici olanın kalıcılasmıs olduğu gerçeği ile yüzyüze kaldım…

Davanın siyasi bir dava olduğu, Diyarbakır`daki 153 sanıklı davanın ilk duruşmasına katılan pek çok kişi tarafından yazıldı, evet dava siyasi de, hukukun bu derece içinin boşaltılması kime hizmet eder?

18 Ekim akşamı BDP Es Başkanı Selaattin Demirtas´ in, bu dava ile Diyarbakır Adliye´sinin en büyük ve modern duruşma salonuna kavuştuğunu ifade etmesi, bu gidişle yine bu dava ile Diyarbakır´ın en büyük hapishanesinin de kazandıralacagi saptaması hiç de ironik bir anlam taşımıyor, gerçek bu…Bu dava nedeni ile yapılmış bir duruşma salonunda davayı izledik.

Arama emirlerinin "gecikmesinde sakınca oldugu" gerekçesi ile hakim kararını beklemeden yapılmış olması, aylarca insanların özel ve toplumsal yaşamların hakim kararı olmadan dinlenmiş olması, sanık olarak tutukluluklarına devam kararı alınan insanların aleyhinde sadece dinlemelerden elde edilmiş delil niteliği konusunda şüphe taşıyan delillerin varolması, aramalarda el konulan her türlü belge, kitap, eşyanın hiçbir tutanağının olmaması ve bunların emniyet müdürlüğünde çuvallar içinde zaptedilmesi, bilgisayar bilgilerinin yedeklerinin alınmadan delil olarak savcının iddianamesinde yer bulması, adalet duygusunu temellerinden sarsan, yine aramalarda hiç bir kesici ve delici alet bulunmamasına rağmen, tutukluların silahlı örgüt kurmaya yeltenmek veya böyle bir örgütün yedek örgütü muamalesi görmesi yargıya duyulması gereken saygıyı da ortadan kaldırabilecek unsurlar…

Bir hukukçu olarak duruşmanın ilk günündeki izlenimim, hemen hemen her adımında hukukun her bir ilkesinin, insan haklarının, her biri yılların mücadelesi ile kazanılmış her bir kazanımının ayaklar altına alındığını görmek, adalet duygusunda, toplumsal vicdanda kapanması zor derin yaralar açmıştır. Duruşma esnasında bir an bu büyük modern duruşma salonunun, adaletin koruyucuları olan mahkeme heyetinin, cumhuriyet başsavcısının, aylarca hukuksuzca sürdürülmüş olan bir soruşturmanın hukuka uygun hale getirilmesi işlevi ile orada varolduklarını düsündüm…

Sadece soruşturma esnasında uygulanmayan kişi hak ve özgürlüklerinin zedelenmesi, kamu yararı kavramının içinin boşaltılması değil adalet duygumuzu yaralayan, seçimle işbaşına gelen pek çok belediye başkanı ve meclis üyesinin de tutuklanmış olması, davanın demokratik hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşan hiç bir yerinin olmadığını gösteriyor…

Ancak yine de umudu yitirmeden, demokratik ilkelerin, insan haklarının, adalet duygusunun öne çıkmasını yürekten diliyorum, bu dava Türkiye`nin demokratikleşmesi, barış içinde birlikte yaşamı hayata geçirme yolunda mihenk taşı…


Kadriye Karcı

24.10.2010


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
28 Ekim 2010 14:09

EGETEAM35

Uzun bir süredir bu sitenin okuyucusu ve üyesiyim. Bir İZMİR'li olarak çok zevkle burada yazılanları okur, arkadaşlarım ile paylaşırım. Ancak Kadriye KARCI'nın "Bugün görüş günümüz, ancak ortam dinlemesi olabilir" başlıklı yazısını okuduğumda kendisini yazar olarak gören, entellektüel birkaç kelime ve yurtdışı gezilerinden sonra kendisini Avrupai yazar olarak görmeye başlayan SÖZDE yazarların varlığını birkez daha hatırladım. İlk kez Diyarbakır'a gidiyorsunuz, ilk kez bir mahkemede bulunuyorsunuz, ilk kez doğu bölgesinde alınan emniyet tedbirlerini görüyorsunuz, ilk kez o havayı tenefüs edip o coğrafyayı görüyorsunuz ve ardından siyasi bir dava hakkında orada görev yapan kamu çalışanlarını, caddelerini, sokaklarını, esnafını sadece o birkaç gün içerisinde gördüğünüz sizin pencerenizden ZIRT diye bir yazı yazabiliyorsunuz. Ülke çoğrafyasından, ülkenin laz, kürt, çeçen armonisinden o kadar uzaksınız ki... ve konusu henüz netleşmemiş bir mahkeme dosyası hakkında bu kadar bilmişlik taslamanız ve bunu da biz İZMİRlileri bilgilendirmek adı altında bizlere deklare etmenizi ESEFLE KINIYOR'um. Siyasetçi siyasetçilğini,avukat avukatlığını, hakim hakimliğini, çöpçü çöpçülüğünü, yazar yazarlığını yapsın. SÖZDE değil ÖZDE yazarlar adına, SAYGILARIMLA

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.