Sol Cenahın Aşılması İmkansız Kendini Beğenmişliği Ve Fakirlik Edebiyatı

11 Mayıs 2021 15:04 / 1038 kez okundu!

 

 

"Hayallerimiz hüsranla sonuçlandıktan sonra, mümkün olduğu kadar, gücümüz yettiğince sahih bir özeleştiri ve öz değerlendirme süreci başladı, tabi ki bazılarımızda. Sol cenahın çoğu “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” türküsüne sarıldılar, dinin ipine sarılanlar gibi. Bir de bakış açılarımızı yeniden ve cesurca gözden geçirme çalışmaları..."

 

 

****

 

 

SOL CENAHIN AŞILMASI İMKANSIZ KENDİNİ BEĞENMİŞLİĞİ VE FAKİRLİK EDEBİYATI

 

1. Henüz 16/17 yaşlarındayken solcu söylemin fakirlik edebiyatından etkilenmiştik. Bu etkilenme uyarınca yoksulluğa, adaletsizliğe biz karşıydık, insanlığı bu musibetlerden biz kurtaracaktık ve kim karşımıza çıkarsa onu hain bilecektik ve öyle de oldu. Zaten fazla irdeleyip, soruşturup mürekkep yalamaya, dirsek çürütmeye gerek yoktu. Adaletsizlik gün gibi ortadaydı ve biz bu zulme bir son verecektik. Bunu biz yapacaktık. Özellikle solcu olmayanlar yoksulluğa, adaletsizliğe bizim gibi duyarlı değillerdi. Olamazlardı. Çünkü biz iyi insanlardık. Sağcılar üzerinde ahlaki bir üstünlüğümüz vardı, öyle sanıyorduk, bırak sanmayı inanıyorduk. Ve tarihin tekeri bizden yana dönüyordu, bundan hiç şüphemiz yoktu, inancımız tamdı. Sovyetlerde bir cennet kurulmuştu, orayı gidip gören, orada yaşayan abilerimiz böyle diyorlardı, o söylem uyarınca yazıp çiziyorlardı. Solcular asla yalan söylemezdi çünkü solcular insan değildi. Solcuların insan olduğu sadece bir önyargıydı. Yalanı insan söyler. Liderlerimizin birer laf kalpazanı oldukları çok sonraları ortaya çıkacaktı.

 

2. Tarihin geri döndürülemez tekeri öyle bir döndü ki, Nataşa gerçeği bizim illüzyona dayalı ve gerçekliği kendinden menkul ahlaki üstünlüğümüze son veren bir tokat oldu. Sovyetler iktidarı yoksulluğa, adaletsizliğe son verecekti. Yola böyle çıkıldı. Ne marşlar ne hikayeler… Neler neler… Sonuç? Doktor, balerin, öğretmen kadınlar; Karadeniz kıyılarında düştükleri fakirlik durumu nedeniyle… Söylemeye dilim varmıyor ve işte Nataşa. ‘Sömürüye, yoksulluğa, adaletsizliğe son’ diyerek yola çıkan “kutsal” girişim böyle sonuçlandı. Yani Charles Taylor’ın dediği gibi “Devrim gerçekleşirse kâbusa dönüşür.” Devrim, kâbus oldu. Cehenneme giden yollar bir kez daha iyi niyet taşlarıyla döşenmişti. Bizim “fakir” Türkiye’mizde siz söz konusu meslek erbaplarından herhangi birinin o tür bir duruma düştüğüne tanık olabilir misiniz… Asla! Bugün Türkiye Afrika’ya, örneğin yine Gürcistan’ın dağ köylerine binlerce gıda paketi ulaştırıyor. Bakın bu ülke 4 milyon göçmene kendini açtı. Görüyorsunuz Batı’nın tutumunu. Yunanistan içinde çoluk-çocuk var demeden denizdeki göçmen botlarını süngülüyor. Hümanistlerin sesi çıkmıyor. Sizin adaletsizliğe isyanınızı sevsinler.    

 

3. Hayallerimiz hüsranla sonuçlandıktan sonra, mümkün olduğu kadar, gücümüz yettiğince sahih bir özeleştiri ve öz değerlendirme süreci başladı, tabi ki bazılarımızda. Sol cenahın çoğu “dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” türküsüne sarıldılar, dinin ipine sarılanlar gibi.  Bir de bakış açılarımızı yeniden ve cesurca gözden geçirme çalışmaları... Hayatımıza giren bizim için yeni müzikler, yeni düşünürler, Nietzsche gibi, Spinoza gibi, yeni şiirler, yeni şairler İsmet Özel gibi, hayalgücünün karşısına çıkardığımız politik gerçekçilik kavramı, gelecek zaman kipine dayalı düşünme yerine geçmiş ve şimdiki zamanı irdeleme, Dünya'yı olduğu gibi kabul etme bilgeliğini ve bilgisini tanıma, Dünya’ya ve insana iftira etmenin ne demek olduğunu el yordamıyla da olsa keşfetmeye çalışma ve yeni kavramlar, basiret, ölçülülük, ortayı bulma, neşe ve trajedi ve diğerleri... Sonradan fark ettik, ah sonradan hep sonradan, gerçeklik de demek olan rasyonaliteden ne kadar uzak olduğumuzu. Elbette bir rasyonalitemiz vardı: Oldukça araçsal ve Machiavellian. 

 

4. Nehirden çok sular aktı ve şimdi 2021 Türkiye’si ve bizler. Şimdi yeni yetmeler karşımıza geçip Türkiye’de açlıktan ölenlerden, yoksulluktan, fakirlikten, pazarlarda artık yiyecek toplayan insanlar gerçeğinden söz açıyorlar. 3000 yıl önce Hesiodos’un da bu gibi yakınmaları vardı. Şimdiki yeni yetmeler, eskilerin olduğu gibi, çok da matah bir şeymiş gibi bu hayata isyanlarından bahsediyorlar, ahlaki üstünlüklerini ima ediyorlar. Eski plağa yeni ağızlar. Ha fakirlik yok mu? Olmaz olur mu! Fakirlik her zaman için vardı ve var. Olmasaydı, Hz. Ali “benim mesleğim fakirlik” diyebilir miydi? Sonra Sokrates fakir değil miydi? Spinoza, tüccar arkadaşlarının maddi desteğini almıyor muydu? Babası zengin Engels’in, dostu Marx’a maddi katkıları; “İnsanın can düşmanı için bile isteyemeyeceği epey zamanlarım oldu” diyen, Niteliksiz Adam'ı yazabilmek için yoksulluğa gönüllü yazılan Robert Musil 1942’de Cenevre’de yoksulluk ve sefalet içinde ölmedi mi? Fikir fakirde değil miydi? Fakirlik, bırakın yaşamak için engel olmayı, büyük eserler için bile engel değildi. Bu cümleleri yazan da fakirdir, sıradan bir işçi emeklisidir. Fakirlik üzerine bu değinmeleri, liberal teorinin etkisi altındakiler anlayabilir mi? Sanmıyorum. Benim gördüğüm ve geçmişten edindiğim deneyimle tespit ettiğim, fakirlik edebiyatı, daha çok siyasi rakibi karşısında ahlaki üstünlük kurmaya ilişkin bir istismar aracıdır. Farkında olunsun olunmasın, bu böyle. Bu konuda Nietzsche’nin aşağılayıcı cümlelerine atıf yapmak istemiyorum. Kırıcı olur. Şimdi, bu gerçeğin farkında olunmayabilir çünkü inanç bu türden farkındalıkların önünde bir perdedir. O cehalet peçesinden çok şükür kurtulduk. 

 

5. Son olarak, geçen gün Türkiye’de son yıllarda yapılan hizmetlere ilişkin bugünü geçmişe oranlayan bazı istatistiki rakamlar üzerinden veriler sunmuştum. Vay efendim, ülkede insanlar fakirlikten ölürken bu hizmetlerin ne kıymeti varmış, ki zaten bu hizmetler zenginler içinmiş ve patronların cebini dolduruyormuş. İlk Boğaz Köprüsü için de böyle denmişti: Boğazda oturan zenginlerin ulaşımı için…

 

Bakın, 3 yılda 165 milyon kişi Marmaray’la yolculuk yapmış. 2002’de 50 km olan tüneller toplamı 2021’de 800 km’e varmak üzere. Bu tünellerden; Örneğin Zigana tünelinden, Ovit tünelinden, Ilgaz tünelinden, ki her biri mühendislik başarısıdır, halkımız faydalanmakta. Avrasya tünelinden her gün ortalama 50 bin araç geçiyor. Bunlar bizim insanımız. Hastaneler… Şehir hastanelerinin konforundan insanımız faydalanmakta. Barajlar ve yeni enerji kaynakları bizim için... Bu ülkede geçmiş zamanda her gece elektrikler birkaç saat kesilirdi. Sular düzenli kesilirdi. Bu hizmetler bizim için. İstanbul havalimanı patronlar için mi? İnsanlarımız faydalanıyor. Ve inşası sırasında aman ne karalamalar yapıldı, her yatırıma olduğu gibi, şimdi sefer ve yolcu sayısı bakımından Avrupa’da birinci sırada. İnsanımız 20 yıl önce uçağı havada görüyordu ya hu. Siz ne diyorsunuz! Neyse. En son İstanbul’dan Bodrum’a ve güneye trafiği kitleyerek akın eden beyaz Türkler slogan ata ata yol aldılar: Millet aç aç!

 

He canım he :)

 

Hasan BASRİ

 

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.