ForumSeçim Kürsüsü  Yeni Konu 

5 Yılda Çok Yabancı Sermaye Çektik

11 Temmuz 2007

editor

MHP 2. Bölge 1. Sıra milletvekili adayı Ahmet Kenan Tanrıkulu, "Topu topu 5 milyar $ paranın çıkmasıyla 2000 krizini yaşadık..." dedi.

BU BİR NURTEN AKYAZILILAR RÖPORTAJIDIR

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin tıkanması sonucunda erken seçim kararı alınması sürecini kısaca değerlendirir misiniz?

TANRIKULU: Cumhurbaşkanlığı seçiminde iktidar parti meclis içindeki muhalefetle birçok alanda yaptığı gibi uzlaşma yolunu seçmeyerek, çatışma ve ayrışma metodunu denedi. Bunda başarılı olamayınca isimler üzerinde spekülasyon yaptı. Mecliste olmamamıza rağmen, geçtiğimiz Kasım ayından bu tarafa cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde seçim yapılmasını ve yeni oluşacak parlamentoyla cumhurbaşkanı seçelim isteğimizi söyledik. Çünkü yıpranmış bir parlamento ve hep söylenen matematiksel bir çelişki var. Oyların % 34'ü ile mecliste yer alan iktidar % 70' e yakın bir çoğunlukla parlamentoda yer alıyor, yani % 70'e yakın bir düşünce dışarıda kalıyor. İktidar partinin diğer bir yanlışı; mevcut cumhurbaşkanı ile olan ilişkilerini öyle bir noktaya getirdi ki; cumhurbaşkanlığı seçimiyle sanki bütün olaylar çözülecek, ekonomi ve sosyal gelişimi tıkayan sanki tek cumhurbaşkanı makamı, AKP'li birisi gelirse mesele çözülecekmiş izlenimi verdiler ve hatta belki de öyle düşündüler. Sonuçta bu durum toplumun birçok kesiminde gerginliğe ve patlamaya yol açtı; bu noktaya gelindi. Abdullah Gül'ün seçilemeyişi ile ilgili yaklaşımı da yanlış. Sayın Gül'ün seçilemeyişi eşinin kılık kıyafet meselesi olmamalı; kılık kıyafetinden önce kafasının içindekilere ve zihniyetine bakmalı. AKP mağduru oynayabilmek için meseleyi bu noktaya getirdi; insanların inanç noktalarını kaşıyarak, "Abdullah beyin eşi böyle, bu yüzden görevi vermediler" imajı çiziyor.

"AKP İÇ-DIŞ KAYNAKLI YENİ SENARYOLAR ÜRETTİRİYOR"

Türkiye'nin Kuzey Irak'a askeri müdahale yapması ve bunun neticesinde 3. Dünya Savaşı çıkacağı, seçimlerin erteleneceği senaryolarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

TANRIKULU: Bu senaryo bence geride kaldı ama başka senaryolar konuşuluyor. İşin ilginci iktidar parti yıpranmasının arttığı ve seçimin yaklaştığı şu günlerde gerçekten senaryolar ürettiriyor ki bu senaryoların bir kısmı yurtdışı bir kısmı da içeriden kaynaklı. Kuzey Irak meselesini seçimi etkileyecek bir noktada görmüyorum. Çünkü Kuzey Irak ile ilgili uzun süredir TSK gerekli hazırlıklarını yaptı. TBMM'nin bu konuda hükümete yetki vermesi gerekiyor. Burada verilecek olan yetki TSK'ne değildir, yetkiyi hükümet alır ve TSK'ne bunu "kullan" veya "kullanma" der. Gerçekçi bir yaklaşım olmayacağı için Meclisin toplanıp böyle bir karar alabileceğini zannetmiyorum. Zaten en üst makam olan başbakan böyle bir şeye gerek olmadığını, öncelikle içerideki teröristlerin temizlenmesi gerektiğini hatta değişik sayılar vererek adeta Barzani ağzıyla konuştu.

"BİZLE BAŞLAYAN IMF STAND-BY ANLAŞMASINI BİZ YENİLEMEYECEKTİK"

AKP'nin IMF destekli ekonomik büyüme modelini değerlendirir misiniz?

TANRIKULU: Bu seçime diğer partilere kıyasla daha somut projelerle hazırlandık; ekonomi programımızı tatmin edici ve kaynak göstererek açıkladık. Cem Uzan'ın "Benzini 1 lira'ya vereceğim" söylemine Sayın Mehmet Ağar, "Ben daha ucuza vereceğim" diyerek, Uzan'ın bu yanlış propagandasına yer açtı; hata yaptı. Siz ekonomide bir şey yapacağım, derken bunu nasıl yapacağınızın kaynağını da açıklamalısınız. IMF'nin stand-by anlaşması bizim hükümette olduğumuz dönemde başladı. Güçlü ekonomiye geçiş dediğimiz modelle kriz dönemini atlatmak için çalışmalara başladık. Burada göz ardı edilen noktayı özellikle altını çizerek belirtmek istiyorum. Bu modelin 2 ayağı vardı. Bir tanesi içinde bulunduğumuz finansal operasyonlara bağlı krizi atlatıp ülke ekonomisi düzeye çıkarttıktan sonra istihdam seven bir büyüme modeliyle yolumuza devam edecektik. Birinci ayağı gerçekleştirdik, belirli seviyelerde kurlar kontrol altına alındı, dengelendi. Enflasyonla ilgili göstergeler yumuşadı ve aşağı doğru indi. Bütün makro ekonomik göstergeler, ileriye dönük beklentiler pozitife geçti. Ani bir seçimle karşı karşıya kaldığımız için bu modelin ikinci ayağını gerçekleştirme şansı bulamadık. Bu modelin birinci ayağı sosyal yönü olmayan bir ayaktı. İkinci kısmıyla tamamlansaydı birbirini bütünleştirecekti. Belki 2003-2004 sürecinde, o ilave stand-by anlaşmasına gerek kalmadan, 2006'ya varmadan IMF ile olan ilişkimizi bitirecektik.

"AKP TÜRKİYE'NİN BORÇ YAPISINI DEĞİŞTİRDİ"

Şu anki iktidar hem stand-by'ı 2008 yılına uzattı hem de yakın izleme anlaşmasının getirdiği bir hakla, bizim çekeceğimiz özel çekme haklarımızı falan sonuna kadar kullanarak, Türkiye'nin borç yapısında değişikliğe yol açtı. Türkiye'nin şu anki borç yapısında sıkıntı var: hem vade yapısında bir değişiklik var; orta ve uzun döneme göre kısa vadeli borçlarımızın payı arttı, hem de borçlanan özel ve kamu kesimi arasındaki ağırlık payı değişti. Özel kesim şu an çok hızla borçlanıyor. Bu düzenin 2 ayağı var. Bir tanesi hazine destekli borçlar; hazine destekli borçları bir tarafa koyarsak belediyelerin, kamu teşebbüslerinin falan kullandıkları, normalde hazineye ihtiyaç duymadan belirli özel bankalar vasıtasıyla yapılan anlaşmalar var. Herhangi bir Türk bankası kanalıyla yurtdışından para getirtiyorsunuz. Bir de böyle bir borçlanma türü var.

"REEL KURDA CİDDİ FARKLILIK VAR"

Yurtdışı kaynaklı borçlanmanın şöyle bir sıkıntısı olabilecek; şimdi kur dediğimiz bugünkü rejim dalgalı kur rejimi fakat bu dalgalı kurun en kötü tarafı hep aşağı doğru dalgalanması. Eğer bu dalgalanma olacaksa ki genelde dalgalanan kur bir süre sonra kendi içerisinde faiz oranlarıyla, fiyat artışlarıyla dengeye gelip gerçekçi kura yaklaşır. Ama Türkiye'de reel efektif kur çok hızla değerlenmiş. 1999'dan sonra mesela 2000'e 100 dersek günümüzde 120-130'a gelmiş. Ciddi miktarda reel kurda farklılık var. O zaman ithalat cazip hale getirip ihracatı cezalandırıyorsunuz. İthalat analizine baktığımızda ise yapılan ithalatın içinde çok gariptir ki ihraç yapmak üzere aldığınız yarı mamuller var. Türkiye'de ihracat atladı, patladı, sıçradı diyorlar ya çok komik çünkü bu dışa bağımlı ithalatla yapılan ihracattır. İçeride katma değer yaratan bir faaliyetiniz yok. Halbuki Türkiye'nin eski ithalat rakamlarına baktığınızda daha çok yatırım malı ağırlıktaydı. O yatırım malı içeride üretilip katma değer yaratıyordu ve onu ihraç ediyordunuz. Bu da ülke ekonomisine bir kazanç sağlıyordu. Kamu kesiminin finansman dengesine baktığınızda faiz dışı fazlayı yaratan faktörler kamu gelirlerinizdir. Kamu gelirleriniz içinde en yüksek kanalı da vergi yükünüz oluşturur. Eğer vergi politikasını değiştirip, dolaylı-dolaysız vergi yükü arasındaki payı dolaysıza doğru aktarırsanız ki şu anda %70 dolaylı, % 30 dolaysız vergi var. Bütün gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bu oranı tersine uygulamanız gerekir. Bu oranın düzeltilmesi, vergi tahsilatının ciddi rakamlara ulaşması, kayıt dışının kayıt içine alınması, kaçak ekonomiyi önlemeniz gelirlerinizde artışa yol açacak. Yurtiçi tasarruf oranlarını değiştirmezseniz, borç edinebilme şansınız olmaz. Bu sadece yabancı sermayeye portföy yatırımı olarak, tabiri caizse sıcak para olarak çekmekle olmuyor. O sıcak para bir gün burada kalıyor, sonra bir gün çıkabiliyor. Topu topu 5 milyar $ paranın çıkmasıyla 2000 finans krizini yaşadık. BM'in 2006 Yatırım Raporuna göre Türkiye'nin doğrudan yabancı yatırıma yönelik performans ve potansiyel değerlemesinde 2005-2006'da indeks 95-100 civarında. Farklı coğrafyalarda yer alan Bulgaristan, Romanya, Kore, Hindistan, Çin bize göre daha aşağıda. Demek o ki 5 yılda çok yabancı sermaye çektik. İşte 52 milyar $ geldi, bunun 28 milyar $'ı yatırıma geldi gibi laflar övünülecek bir şey değil. Düz rakam söylediğiniz zaman başka, bunu büyük ekonomilerle, ülkenin kapasitesiyle, potansiyeliyle ölçtüğünüz zaman başka bir durum.

"DİPLOMATİK EKONOMİ VE SINIR COĞRAFİ PARAMETRELERİ KULLANILMALI"

SSCB'nin yıkılmasından sonra ABD dünyanın süper gücü olarak BOP'ni Türkiye'yi ilgilendiren bölgede uygulamaya başladı. Türkiye-ABD ilişkilerinde gelinen son durumu değerlendirir misiniz? İktidara gelirseniz ABD ile ilişkilerde ne değişecek?

TANRIKULU: Geçtiğimiz 5-6 yıllık süreçte özellikle Berlin duvarının yıkılmasından sonraki süreçte öyle bir noktaya gelindi ki, dünya çok kutupludan tek kutuplu sürece döndü. Amerika tek kaldı. Rusya'nın zayıflaması, ekonomik sıkıntıları AB'nin bir nebze kendini göstermesini sağladı. Kuzey Irak olayında İngiltere'nin Amerika'nın yanında yer alması, diğer AB ülkelerinin çok fazla bu meseleye yüz vermemesi ve Amerika ile ilişkilerine belirli bir seviye koyması, AB'nin kendi içinde anlamlı bir bütünlük göstermediğini ortaya koydu. Bugünkü ABD yönetimi Ortadoğu'da ciddi batağa battı. Bundan sonraki süreçleri, Irak olayı şöyle ya da böyle bittikten sonra, İran veya Suriye olacak. Görünüşte adı İran, Irak ama emperyal gayelerle bu işi yaptıkları biliniyor; enerji, su kaynakları geleceğe dönük bir takım şeyler. Bu durumda yine Amerika'yla biz stratejik bir müttefik olarak belirli bir süreçte karşı karşıya kalacağız. Karşı karşıya kalmaktan bahsettiğim zıtlıklar anlamında değil; sistemde bir tarafta bir o bir tarafta da biz olacağız. Bizim yapmamız gereken hem diplomatik ekonomiyi kullanmak yani ekonomiyle dış politikayı bir araya getirerek ciddi manada kullanmak, hem de ülke menfaatlerinin kendi komşularının bulunduğumuz coğrafya ile parametreleri değerlendirerek kendi başımıza, ayaklarımızın üzerinde bir politika izlemek.

AB ile ilişkiler ve adaylık sürecinde gelinen son durumu bize değerlendirir misiniz? Türkiye'nin alternatif bir dış politika seçeneği olabilir mi? İktidar olmanız durumunda nasıl bir Orta Asya ve Rusya politikası izleyeceksiniz?

TANRIKULU: AB meselesi iktidarın fiyaskosudur. AB görüşümüz çok açık; bir noktada karşılıklı ilişkiler her iki tarafı tatmin edecek düzeyde değilse tekrar gözden geçirmek gerekir. MHP olarak biz hep proaktif siyaset ve diplomasi öngörüyoruz. Proaktiften kastettiğimiz bir mesele çıktıktan sonra değil, çıkmadan gidip diplomatik müzakere yollarını araştırıp, uygulamak. Bunu da bugünkü dış politika sisteminin bir miktar değiştirilerek yapılabileceğini düşündük. Türkiye'de hariciye kurumu gibi oturmuş, yerleşmiş gelenekleri olan politikalar var. O politikalar birden oluşmadığı gibi bugünden yarına da değişmiyor. ABD ile ilişkilerde bence çok temel eksenlerde değişiklik olmasından ziyade Türk diplomasisinin geçmişte Atatürk dönemindeki çizgide olduğu gibi milli menfaatleri ve duyguları katarak bir diplomasi ve dış politika öngörüyoruz. Sınır komşularımızla, merkezinde Türkiye'nin olduğu, emperyalizm uygulamadan, ekonomik ve siyasi açıdan baskın politika izleyen bir ülke olmalıyız. Mesela Yunanistan geliyor, bize bir şey söylüyor, biz de karşı tepki veriyoruz. Öyle olmamalı; bir mesele varsa Yunanistan ile karşılıklı eşit şartlarla oturup müzakere eder, bu problemi çözeriz. İlla ki Ege kıta sahanlığı, Kıbrıs meselesi gibi dolaylı yollardan çözmeye çalışmayız.

"TÜRKİYE ORTADOĞU VE ASYA ÜLKELERİYLE İLİŞKİLERİNE HIZ VERMELİ"

Ortadoğu ve Asya konusu eskiden beri hep konuşulur, Sovyetler Birliği'nin dağılması sonrasında, "İşte Türkeş bile haklı çıktı" dedirten çok önemli bir şeyden bahsediyorsunuz. Türkiye'nin çok hızla, vakit geçirmeden ki tren kaçmak üzere, bu ülkelerle olan ticari ve kültürel anlaşmalarını hızla tamamlaması gerekiyor. Piyasa ekonomisini düzgün ihraç eden ve o ülke insanlarının ekonomik refahını arttıracak derecede yapılması gerekenleri yapmalıyız. Geçmiş kültürel, tarihi bağlarımızı kullanarak bunları kolayca yapabiliriz. Bugün Kazakistan'ın en büyük ekonomi pastası Almanlar ve Amerikalılar, maalesef biz hep geride kalmışız; ilk giden ticari temsilcilerimiz çok kötü örnek olmuşlar. Birbirini tamamlayacak ekonomi programları düşünülebilir. Onlarda petrol, doğalgaz ve diğer kaynaklar var. Bizde diyelim ki teknoloji ve yatırım araç gereçleri var. Onlar onu verir, biz bunu veririz, ortak bir yatırım noktasında buluşabiliriz.
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0