Sevdalı bedenlerin zamanda yolculuğu

23 Eylül 2013 13:18 / 1467 kez okundu!

 


Avustralya yerlileri Aborjinler, bedenlerin zamanın içinde gezebileceğine inanırlar. Onlara göre bir beden aynı anda eğer ister ve istenirse, iki farklı mekânda bulunabilir.

Bunun olabilmesi için karşılıklı bir sevginin ve güçlü bir duygusal isteğin olması yeterliymiş. Yani birbirlerinden çok uzakta bulunan aşk dolu iki beden, eğer aynı anda evrene benzer bir biyoelektrik dalga gönderebilirlerse o mekânsal yolculuğun olmaması için bir neden yok.

Einstein'ın mümkün olduğunu iddia ettiği "madde aynı anda iki yerde birden bulunabilir" durumunu -hala ilkel yaşamlar süren- bu insanların yaşadıklarını söylemesi oldukça ilginç. Üstelik mümkündür ki birçoğu ömrü hayatlarında ne Einstein’ı ne de onun Kuantum Fiziğini duydular.

Peki, mümkün olabilir mi bu?

Aborjinlerle çalışan bilim insanları hep aynı hikâyeyi dinlenmişler onlardan. Hiçbir bilimsel dayanağı olmamasına rağmen söylenenlerin birebir benzer olması da tesadüf olmasa gerek.

Anlatılanlara göre, düşünün ki sizden uzaklarda çok sevdiğiniz biri var. Ve siz o kişiyi çok özlediniz, görme isteğiyle yanıp tutuşuyorsunuz. O vakit eğer o kişi ile evrenin farklı mekânlarında da olsanız aynı anda, aynı şekilde bir zamanı paylaşırsanız, isteğinizin ve sevginizin gücüne bağlı olarak, evrenin boşluğu üzerinden aranızda tezahür eden bir mesajlaşma gerçekleşiyor ve kısa bir süre sonra özlediğinizin kişi yanınızda beliriyormuş.

Bunu örneklemek gerekirse, eğer görmek istediğiniz kişiyle önceden haberleşip, mesela sabah 7’de deniz kenarında ve güneş tam doğarken mesajlaşma anına duygusal olarak yoğunlaşırsanız, kısa bir anlığına da olsa o kişi kendi bulunduğu mekândan sizin bulunduğunuz mekâna geçiyor ve yanınızda oluyormuş. Yani siz o trans halden ayrılıp, gözlerinizi açtığınız an sevdiğiniz kişiyi karşınızda görebiliyor hatta ona dokunabiliyor ve onu hissedebiliyormuşsunuz.

Bugünün dünyasında iki insanın önceden haberleşme imkânlarının varlığı belki o biyoelektrik mesajlaşma anını hazırlamaya olanak veriyor. Öyle ya, cep telefonu olmayan fanimi kaldı şu yeryüzünde. Lakin bunun eskiden nasıl olabildiğine dair soru araştırmayı yapanların da aklına gelmiş doğal olarak. Aborjinlerin cevabı ise ‘ uzaklara gidenlerle, sevdikleri ne vakit, nerede ve nasıl bir durumda buluşabileceklerine dair önceden anlaşırlarmış’ şeklinde olmuş.

Şaşırtıcı da olsa hayatı, bugünün modern ve gelişmiş insanlarından daha iyi çözümlediklerini farklı şekilde defalarca bizlere kanıtlayan insanların bilimin ispatlamaya çalıştığını yaşamış olmaları gerçekten imkânsız olabilir mi?

Bence değil. Hayatı gösterişten uzak, basit ama hissederek yaşayan insanların anlattıklarının samimiyetine inanıyorum ben.

Kim bilir, sevdiklerimize dair anlatılmaz bir hasretin ateşini içimize düşüren duygular, gerçekten kalpten bir isteğe boyun eğemiyor ve bedenlerimiz bir çırpıda gözlerini kapayarak bekleyen sevgilinin, sevdiklerimizin mekânında beliriverebiliyor.

Ne güzel, ne tatlı bir şeydir öyle böyle bir deneyimi yaşamak.

Düşünüyorum da, o halde, hayatın sevgiliden, sevdiklerimizden uzak olduğumuzda içimize düşürdüğü özlem, o ölümden bile beter bellediğimiz ayrılık sadece yalan ya da bizim kendi uydurduğumuz bir şey. Yani kor ateşler misali bedenimizi tarumar eden yokluk hali, belki de tamamen göreceli ve onca zaman kendi kendimize düşüncelerimize koyduğumuz yasaklı bir bölge, mayınladığımız bir hudut.

Denemeden bilmek mümkün mü?

Birbirimizden uzaklarda istediğimiz her an yan yana gelebilmek, inanılmaz bir şey olmaz mı? Hayali dahi yetiyor milyonlarca kelebeğin insanın içine doluşup cümbüşe durmasına...

Her şey bir yana, Tanrı’nın bu ilk göz ağrısı insanlar, bu kerameti bizlerle paylaşırken ‘Ne olursa olsun; sevginin, aşkın, olumlu düşünmenin gücüne inanın’ diye fısıldıyorlar kulaklarımıza aslında.

‘Yokluğu ile dünyamızın eriyip, tükenmesine ve kötünün mekânına dönüşmesine neden olan aşkın, sevginin, aslında öylesine sınırsız bir gücü var ki, yüreğine düştükleri bedenleri istedikleri anda, zamanın ve mekânın sonsuzluğunda bir yerden alıp başka bir iklime taşıyabilir’ diyorlar.

Bunca sevgisizliğin, kavganın, savaşın ortasında böyle perperişan tarumar olurken, bu mucizeyi, bir fantasma sayıp kestirip atmak yerine içimizdeki sevgiyi, aşkı çoğaltmaya koyulsak daha iyi olmaz mı?

Sonra nereden biliyoruz ki birbirimizi yeterince sevip, saydığımızda ve kötü olandan arındığımızda, zamanın ve mekanın bütün kapılarını sonuna kadar bize açmayacağını?

İlkel diye burun kıvırdığımız insanların, içlerindeki pür aşk ile, kendini dünyanın merkezine koyan biz çok akıllılardan daha ilerde ve evrenin başka bir boyutundan bizlere bakıyor olabilecekleri çok mu zor bir ihtimal yani?

Bence değil...


Baki MURAT

22.09.2013

Son Güncelleme Tarihi: 23 Eylül 2013 13:41

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.