MECLİSE HÜCUM...

24 Mart 2011 17:34 / 2093 kez okundu!

 


Yeni bir seçim havasına girdi ya memleket, onlarca yıllık kural yine bozulmadı.

Devletin anlı şanlı bürokratları sonbahar yaprakları misali koltuklarından dökülüp, istifa ettiler. Meclis’e girmek istiyorlar.

Kimi ‘Başbakan’ın en beğendiği’, kimi ‘Memleketin en yamanı’, kimi ‘Cumhurbaşkanına posta koyanı…’ kimi ‘Hükümeti kedi gibi korkutanı...’

Gazete haberlerine bakılırsa mücadeleye mecliste devam etmek istediklerini beyan etmişler. Neyin mücadelesidir doğrusu anlayamadım ama kararlılar, sorunların çözüm yeri olarak gördükleri Meclise girip, vekilimiz olmak istiyorlar.

Devlet denilen aygıtın temel direklerini oluşturan bürokratların emekliliklerine yaklaştıklarında o güne kadar tukaka dedikleri siyaset makamını birden sorun çözücü mevki olarak görmeleri bana hep enteresan gelir.

Öyle değil midir? Özellikle asker ve yargı kesimindeki bürokratlar koltuklarında otururken yaşanan sorunların nedeninin genellikle siyasiler olduğunu dillendirmezler mi hep?

Bu bakışın ipi o kadar kaçmıştır ki, siyasilere dair halkın diline pelesenk olmuş olumsuz birçok sözün yaratıcılarının bürokratlar olabileceğini söylemek hiç de yanlış olmaz.

Yasaların asıl uygulayıcıları konumunda olmalarına rağmen siyasetçileri suçlamak bürokratların hoşlarına gider .

Oldum olası topu her fırsatta kolayca siyasilere atabilmelerinin ya da olağanüstü durumlar dışında bile onlara tepeden bakmacı bir tavır sergileyebilmelerinin ardında devleti biçimlendiren ideoloji ile olan bağ vardır.

O bağ ki kendilerine vatandaşa hizmetten çok devlete hizmet, daha doğrusu devleti korumak, onu ilelebet var etmek gibi asli bir görevlerinin olduğuna inandırıyor onları.

Devleti bir hana benzetirsek, bürokratlar o hanın sahibi, olmadı daimî yetkiyle kuşatılmış işletmecileri olduklarına inanırlar ve kendilerinin o hana zeval gelmemesi için var olduklarını düşünürler.

Siyasiler ise o hana bir kaç yıllığına bir uğrayıp, sonrasında çekip gidecek olan yolculardır sadece.

Bu sınıflandırmada biz sıradan insanların hanın neyi olduğunu söylemeye gerek var mı? Dış kapının mandalıyızdır çoğu zaman.

Devlet denen aygıtı temsil etmenin egosuyla kuşanmış, kuşatılmış oldukları için genellikle kompleksleri yüksek, tepeden bakmacı olur bürokrat kesimi.

‘Devletin bölünmez bütünlüğü’
gibi alelâcayip bir görev aşkıyla bulundukları mevkilerden siyasilere de, vergileriyle maaşlarını aldıkları insanlara da dilediklerince hükmedebileceklerine inanabilirler.

Onların bu hükmedici hali gün gelir öylesine zıvanadan çıkabilir ki, var olan yasaların etkin uygulamasında şahsi tasarruflarda bulunmaktan rahatsız duymazlar.

Devlet ile aralarında kurdukları ve tartışılmaz bir kutsallık bahşettikleri ilişkinin, biz sıradan insanlara yansıması ise en basit haliyle haklarımızın uygulamalarında gecikme, aksama ya da çifte standartlık gibi muameleler olur ki, teki bile hayatımızı zindan etmeye yeter.

Bürokratlar, yasalarla güven altına alınmış da olsa, kişi hak ve özgürlüklerine yasaların belirttiği şekilde değil, kendilerini fikirsel anlamda biçimlendiren resmi ideolojinin sınırları çerçevesinde yaklaşmayı tercih ederler.

Bu yüzden de kendi keyiflerince şekillendirdikleri kamu menfaati veya ulusal çıkar gibi tarifi zor kavramlara özgürlükleri kurban etmekten çekinmediklerine bolca şahit olabiliriz.

Uygulamadaki keyfiyet ya da hoyratlıklar bazen hizmet etmekle sorumlu oldukları halkın yaşam şekline, davranışlarına, giyimine, oturup, kalkmasına müdahale etme boyutlarına kadar bile varabilir.

Bir Vali, yöneticisi olduğu şehrin sınırları içinde çalışan bir mühendise görevini layıkıyla yapıp yapmamasından ötürü değil, giydiği kot pantolon nedeniyle fırça atabilir mesela (13 yıl bir başka ülkede memurluk yapan biri olarak böyle bir şeyi ne duydum ne gördüm).

Siyasilerin halkın baskısına dayanamayıp toplumu saran cendereyi (biraz da olsa) genişletme teşebbüsleri çoğunlukla bürokratların ve de bürokratların devletçi bakışına sahip olan diğerlerinin engellemelerine takılmıştır bu memlekette.

İyi bir yasa, meclise girmiş bürokratlarca yapılma aşamasında engellenmemişse eğer, uygulamada mutlaka bir sekteye uğramıştır. Çünkü bürokratlar, önlerine gelen özgürlükçü kanunların, siyasilerin devleti tehlikeye sokabilecek hoyrat davranışları olabileceğini düşünürler bizde.

Siyasilerin suçlu ilan edildiği ve ağır hesaplar vermek zorunda kaldıkları 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat dönemleri onların bakışına örnek olacak zamanlardır. Bütün o dönemler bürokratlarca (ve de onların manipüle ettiği elit kesimlerce) rejimin tehlikede olduğu dönemlerdir. Tabii bu manipülasyonda asker, sivil bürokratların söylediklerini emir telaki eden bir medyanın rolü de yadsınmaz.

Bizde Cumhuriyet’in kurulduğundan bu yana demokrasi ile içselleştirilememesinin nedeni de bürokrasinin sahip olduğu bu aşırı güçtür.

Bu öylesi devasa bir güçtür ki Cumhuriyet’i, ülkenin sahibi olduğu duygularıyla beslenen bir kurucu kadronun şekil vermesiyle, zaman içinde bütünüyle bürokratik bir egemenliğe dönüştürmüştür.

Katı bir devletçi anlayışın yetiştirdiği bürokratik kadrolar genellikle demokrasi ve özgürlükleri tehlike olarak görmüş ve hakların genişletilmesi çabalarına daima kuşkuyla yaklaşmışlardır.

Bugün gerilemesi ve demokratik bir sınır içine çekilmesi için toplumsal bir mücadelenin ana eksenini oluşturan askeri ve yargı vesayetinin, haklar konusundaki ağırdan tavırları onların katı devletçi anlayışından beslenmiştir çogunlukla. Hiç kuşku yok ki, bu mevcut bakış toplumsal gelişmenin önünde daima en büyük engeli oluşturmuştur.

Her toplumsal ilerleme çabası hem yasama hem de yürütme sürecinde aldığı etkin roller nedeniyle bürokratik yapının hegemonyasına takılmış ve bunun sonucu olarak memleketin demokrasisi kaplumbağa adımlarıyla gelişmek zorunda kalmıştır .

Oysa Meclis öncelikle halkı devlete karşı koruyacak yasaların yapıldığı, düzenlendiği bir yer olmalıdır.

Sıradan insanların hayatını kolaylaştırıcı, dolayısıyla devletin demokratikleşmesinin adımlarının atıldığı çatıdır Meclis. Bu anlayışın bizim meclis için de geçerli olduğu düşünülmüş ki, meclisin duvarına ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’ diye yazılmıştır.

Lakin bugüne kadar halka değil devlete hizmet esasına göre siyaset yapmış siyasiler aracılığıyla meclise taşınan devletçi bürokrasi öncelikle bu sözün özünü zedelemiştir. Meclise giren katı ve sert bakış da doğal olarak kolayca halkın egemenlik hakkını elinden alıp, yine devlete verebilmiştir. Onca zamandır demokratik haklar konusunda ağır aksak yürümenin asıl sebebi de zaten bu gelişme karşıtı ayak diremelerdir.

Bu çerçeveden bakıldığında Haziran ayında yapılacak seçimlerde süregelen geleneksel yanlışın tekrarlanmaması çok daha önem arz etmektedir.

Çünkü bu seçimden sonra oluşacak meclis, ülkedeki her kesimden insanın yıllardır beklediği yeni bir anayasayı yapmak üzere seçilecektir. E yeni bir anayasanın yapılacağı meclisin halkın değil, devleti temsil eden bürokratların hücumuna uğraması doğrusu sıradan insanları rahatsız etmesi gereken bir durumdur.

Gerek gecikmiş özgürlükçü yasaların çıkarılması gerekse yeni anayasanın oluşturulması sürecinin, geleneğinde demokrasiye kuşkuyla yaklaşmak olan bürokratların oluşturduğu bir meclisten çıkacağına inanmak kanımca biraz safdillik olur.

Tarihinde ilk kez sivil anayasa yapma süreciyle yüz yüze gelen ve sürece katılmayı önemseyen sivil ilginin oldukça yoğunlaştığı bir zamanda bütün partiler özellikle demokrasiye kuşkuyla bakan bürokratları meclise taşıma tavırlarında dikkatli olmalılardır.

Bu Meclisin vatandaşlara seçkinci bir kompleksle yaklaşan, siyasetçilere ‘hep ben bilirim’ edasıyla tavır koyan bürokratların değil her kesimden sanatçıların, edebiyatçıların, gazetecilerin, serbest meslek üyelerinin, işçilerin, sivil toplum örgütleri temsilcilerinin, öğrencilerin, esnafların, sendikaların, işveren temsilcilerinin yoğunlukla girmesi kuşkusuz çok daha yararlı olacaktır.

Evet, belki mevcut partilerden böylesi bir radikal uygulamayı beklemek abes olacaktır ama partilerden devletin içindeki destekleyicilerinden çok, toplumun içindeki taraftarlarını meclise taşımaları konusunda ısrarcı olmanın zamanıdır.

Sıradan insanların özgürlüklerini genişletecek Meclise girmek için adeta hücum eden devletçi anlayışın etkinliğini azaltmak sivil bir anayasa yaratmak konusunda samimi olan bütün çevrelerin acil eylemlerinden biri olmalıdır.

Bugüne kadar toplum mühendisliğinden vazgeçmeyen yaklaşımlarının ve halk adına karar verme alışkanlıklarının özgürlükleri nasıl kısıtlayabildiğine defalarca şahit olduktan sonra, oluşacak yeni meclisin elden geldiğince devletçi bürokratik bakışlardan arınmış olması sıradan insanlar adına önemlidir.

En azından batıdaki gibi devletin değil, kamunun (halkın) kölesi (public servant) olduklarını, uygulamalarında net olarak gösterecekleri güne kadar devletçi bürokrasiye karşı tavır devam etmelidir.


Baki MURAT

24.03.2011

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.