König, İmpeks, Denizbank, Satie, Refah olayları

23 Aralık 2013 15:25 / 1844 kez okundu!

 

 

Bu hafta, gündemi sarsan yolsuzluk skandalı vesilesiyle, Osmanlı'da ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında bu konuda sicilimiz nasıldı, bir bakalım...

 

Bu hafta Mevlana konusuna devam edecektim ama bazı bakanların ve hükümete yakın işadamlarının karıştığı iddia edilen son yolsuzluk skandalı yüzünden bazı okurlardan sorular geldi: Osmanlı döneminde, Cumhuriyet döneminin en azından ilk yarısında nasıldı bu konudaki sicilimiz? Aslında ‘devletin malı deniz yemeyen domuz’, ‘domuzdan bir kıl koparmak kârdır’, ‘ye kürküm ye’, ‘su akarken küpünü dolduracaksın’, ‘bal tutan parmağını yalar’, ‘benim memurum işini bilir’ gibi atasözü ve özdeyişler, siyasal ve toplumsal kültürümüzde rüşvete, yolsuzluğa nasıl bakıldığı konusunda ipuçları veriyor. Nitekim Osmanlı dönemine ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve 1950 sonrasında yaşanan skandalları Taraf gazetesinde 28.9.2008 tarihinde yayımlanan ‘Bal tutan parmağını yalar ülkesi’ başlıklı yazımda anlatmıştım. 
 

Bu yazıda, daha önce anlatmadığım bir dönemde, 1938-1950 tarihleri arasında yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, Atatürk döneminin son yıllarında yaşanan ve Celal Bayar’ın ekibinin karıştığı yolsuzluk olaylarını, siyasi mücadelede nasıl ustalıkla kullandığını anlatmaya karar verdim. Olayları Cemil Koçak’ın Türkiye’de Milli Şef Dönemi (1938-1945) adlı dev eserinin (İletişim, 2008) 1. Cildi’nden derledim. 


DEVR-İ SABIKLA HESAPLAŞMA 

Atatürk’ün hasta yatağında olduğu günlerde üst üste pek çok yolsuzluk ve nüfuz ticareti olayı patlak vermişti. Hikâyesini 29.9.2013 tarihli Radikal’de anlattığım gibi, 1937 sonbaharında İsmet İnönü, Atatürk tarafından istifaya zorlanmış, yerine Celal Bayar getirilmişti. İsmet İnönü adeta evinde hapis hayatı yaşamaya başlamıştı. 

10 Kasım 1938’de Atatürk’ün vefatından sonra beklenmedik şekilde Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, geçmiş dönemle ilgili bir dizi soruşturma açtırdı. Bunlardan ilki , Atatürk’e son döneminde ev sahipliği yaptığı için, adeta paralel başkent haline gelmiş olan İstanbul’un vali-belediye başkanı Muhittin Üstündağ hakkında otobüs alımlarında ve Surp Agop Mezarlığı ile Asri Mezarlık’ta bazı yolsuzluklar yapıldığı gerekçesiyle açılan soruşturmalardı. Ancak bunlardan bir şey çıkmadı ve Üstündağ kısa süre beraat etti. 


EKREM ‘KÖNİG’ OLAYI 

İnönü’nün geçmiş dönemin peşini bırakmayacağı 8 Ocak 1939 tarihli Tan gazetesindeki şu haberle anlaşıldı: “Tayyare Kaçakçılığı... Türkiye için Amerika’dan tayyare alıp, Franko’ya satmak isteyenler tutuldu.” 

Birkaç paragrafla özetlemek de mümkün olayı ama ayrıntıların ilginizi çekeceğini sandığım için biraz geniş yer ayıracağım. Olayı gündeme getiren Tan gazetesi solcu Sabiha ve Zekeriya Sertel çiftinindi. Gazete böylesi büyük çapta bir sahtekârlığın müdafaa vekilliğinde üst düzey bürokratların katkısı olmadan yapılamayacağını söylüyor, olaya Franko yanlısı bazı milletvekillerinin de karıştığını ima ediyordu. Buna karşılık hükümete ve Nazilere yakınlığı ile tanınan Cumhuriyet gazetesi, uçakların İspanya’da Kralcı güçlerin lideri General Franko’ya değil, Madrid’deki sol eğilimli Cumhuriyetçi hükümete satılacağını iddia ediyordu... Gazeteye göre Ankara, Madrid’deki Cumhuriyetçi hükümeti tanıdığı için bu satışta bir sorun yoktu... 


ATATÜRK’ÜN İSTİHBARATÇISI 

Olayda başrolü oynayan kişi Ekrem Hamdi Bakan adlı bir istihbarat görevlisi idi. Almanya’da tahsil yaptığı Birinci Dünya Savaşı yıllarında, bir Alman generaline yaverlik yaparken, kendisine Almanlarca takılan ‘König’ (Almanca, kral) lakabıyla anılıyordu. Ekrem König’in babası 150’liklerden Kiraz Hamdi Paşa, dayısı Süleyman Şefik Paşa’ydı. Ekrem ‘König’, Atatürk’ün eski Özel Kalem Müdürü Hayati Bey’in akrabasıydı, Atatürk’ün sofrasından Recep Zühtü ve Kılıç Ali’nin arkadaşıydı. Bu bağlantılar yüzünden, doğrudan Atatürk’ün hizmetinde çalışan bir istihbaratçı olduğu söyleniyordu. 

Ekrem König, Milli Müdafaa Vekili Kazım Özalp’in imzasını taklit ederek (ABD’ye değil), Kanada’ya 40 uçak sipariş etmişti. Uçakların kime gittiği konusu günümüze kadar muamma olarak kaldı. Bazı kaynaklara göre König, Moskova ile de bağlantılı olan Leokatz adlı ünlü bir mafya babası aracılığıyla İspanya’daki Cumhuriyetçilere silah temin ediyordu. Bazı kaynaklara göre Alman yanlısı biriydi ve uçakları faşist Franko güçlerine gönderiyordu. 

Rivayete göre son partinin teslimi sırasında bir nedenle şüphelenen Franko’nun temsilcileri Ankara’yı, bununla eşzamanlı olarak da Amerikalı yetkililer Türkiye’nin Washing-ton Sefareti’ni uyarmışlardı. Bütün bunlar da Haziran 1938’de olmuştu. Ancak Atatürk’ün hastalığı, Hatay’ın ilhakı süreci vs. derken konu uyutulmuştu. Hatta, Yahya Kemal Beyatlı’ya göre König’e Dahiliye Vekâleti, eylül ayına kadar örtülü ödenekten para ödemeye devam etmişti. 


KAZIM ÖZALP’İN ROLÜ 

İnönü, cumhurbaşkanı olunca, dosyayı sumenaltından çıkarmıştı. Zanlının profili, olayın adeta İsmet Paşa ile Atatürk arasında gecikmiş bir hesaplaşma olduğu izlenimi uyandırıyordu. Kazım Özalp, İnönü’nün baskısına rağmen istifa etmemekte direniyordu. Sonunda parti içindeki eleştirilere dayanamadı ve 17 Ocak’ta sağlık gerekçeleriyle istifa etti. Aslında Maliye Bakanı Fuat Ağralı’nın da istifası isteniyordu ama bu mümkün olmadı. 25 Ocak’ta Bayar hükümetinin istifasıyla krizde ilk perde kapandı. Sahtekârlığı ortaya çıktığında König yurtdışında bir yerde bulunuyordu. Ankara’dan meçhul birinin telkini ile Türkiye’ye gelmekten vazgeçip Romanya üzerinden Paris’e gitmişti. Dolayısıyla yargılama gıyabında başladı. 


YARGIÇ ŞÜKRÜ KAYA’YI KORUYOR 

Mahkeme safhasında König’e bu olayda yardım eden kişinin, Milli Müdafaa Vekâleti Protokol Dairesi’nden Ruhi Bozcalı adlı bürokrat olduğu açıklandı. Bozcalı duruşmada, olaydan Dahiliye Vekili Şükrü Kaya ile hariciye teşkilatından Agâh Aksel’in haberi olduğunu söylediyse de, hâkim tarafından sertçe azarlanarak susturuldu. Sonunda Bozcalı’ya 3 ay hapis, 3 ay memuriyetten men cezası verildi. Bozcalı, zaten 10 aydır tutukluydu. Dolayısıyla hemen tahliye edildi. Ancak cezası temyizde bozuldu ve ikinci yargılamada iki yıl hapse mahkûm edildi. Anlaşılan ilk seferde fazladan yattığı 7 ayı haklı çıkarmak gerekmişti... 

Dosyası ayrılan König 1942 Eylülü^’nde muhtemelen Naziler tarafından Paris’te tutuklandı. 8 ay Monako Prensliği’nde tutulduktan sonra Türkiye’ye teslim edildi. (Nazilerin König gibi bir Alman muhibini Türkiye’ye teslim etmesi, uçakların Franko’ya değil Cumhuriyetçilere gittiğini düşündürüyor.) 1943 Temmuzu’nda davaya yeniden başlandı. König dava sırasında İspanya’ya uçak satış işini Fuat Baban ile yaptığını ve bu işten 175 bin lira komisyon aldığını açıkladı. Ayrıca, Kazım Özalp’in Fuat Baban’ın hamisi olduğunu ve Baban aracılığıyla Almanya’da yapılan ve 21 milyon lira değerindeki bir siparişten dolayı 200 bin lira komisyon aldığını iddia etti. (Cemil Koçak kitabında 200 bin, 17.12.2013 tarihli Star’daki makalesinde 20 bin lira diyor. Ben kitabı esas aldım.) Ama sonunda sadece König 4 yıl hapis, 4 yıl kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezasına çarptırıldı, davası temyizde onandı. Bakana ve bakanlık görevlilerine ceza verilmedi. 


İMPEKS, DENİZBANK, SATİE OLAYLARI 

Bu dönemin diğer üç önemli olayı ise ‘İmpeks Olayı,’ ‘Satie Olayı’ ve ‘Denizbank Olayı’ idi. Bunlardan İmpeks, Kemal ve Şakir Seden kardeşler tarafından 1938 Kasım ayında kurulmuş bir komisyon şirketiydi. Kurucular arasında Celal Bayar’ın oğlu Refii Bayar da vardı. 

Üçüncü kardeş Süleyman Seden ise Denizbank İstanbul Şubesi’nin Teknoloji Müdürlüğü’nde çalışıyordu. İmpeks, Denizbank tarafından İngiliz tersanelerine sipariş edilen 11 geminin siparişinde komisyonculuk yapıyordu. Daha sonra İsmet İnönü’nün açıkladığına göre firma kendisini Etibank-Merkez Bankası-Denizbank-Kömür Şirketleri ve İktisat Vekâleti’nin temsilcisi olarak tanıtıp yüzde 4-6 ıskonto ile iş bağlıyordu. 

Fındıklı’daki ‘Satie Binası’ ise (bir Fransız elektrik şirketinin merkeziydi) Elektrik İdaresi tarafından 106 bin lira karşılığı satın alınmak üzere iken Satie Şirketi tarafından iki katından fazla bir bedelle 250 bin liraya Denizbank’a satılmıştı. Yani ortada tipik bir devleti dolandırma olayı vardı. 

24 Ocak 1939 günü İmpeks, Denizbank binaları ile ve Seden kardeşlerin evlerine baskınlar yapıldı. Denizbank’ın yabancı tersanelere verdiği 11 adet gemi siparişleri iptal edildi, satın alınan gemilerle ilgili alım işlemleri incelenmeye alındı. Bazı dosyalarda yolsuzluklar tespit edildi. 


REFİİ BAYAR’IN HAZİN SONU 

İnceleme sırasında bankanın 14 avukatı olduğu halde, İnebolu Faciası davası için (Denizcilik İşletmesi’ne ait İnebolu vapuru 1935’te fırtınadan batmıştı) İstanbul Barosu Başkanı ve Kocaeli Mebusu Hasan Hayri Tan’a 12 bin lira vekalet ücreti ödendiği ortaya çıkarıldı. Sonunda Denizbank’ın Celal Bayar tarafından atanmış tüm kadrosuna (180 kadar kişiye) işten el çektirildi. Denizbank’ın üst düzey yöneticileri tutuklandılar. Yargılama sürerken, Adliye Vekili’nin yardımcısı Raif Karadeniz imzasıyla Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılan yazıda, yolsuzluk ve suiistimal iddiaları ayrıntılarıyla anlatıldıktan sonra, suçluların en ağır cezalara çarptırılmaları belirtiliyordu. Kısacası, yürütme aynen bugün olduğu gibi yargıya müdahale ediyordu. Sonunda, zanlılar, 3 ay ila 4,5 ay hapis cezasına, 3 ay ila 4,5 ay memuriyetten men cezasına çarptırıldılar. 

Uzun süren temyiz sürecinden sonra Denizbank, İmpeks ve Satie davalarından yargılananların hepsi beraat etti. Yolsuzluğu yapanların Celal Bayar’ın ekibi olduğu için İnönü’nün duruma müdahale ettiği ima edilir ancak bu haksızlık olur. Çünkü İnönü dürüst bir insandı ve işin içinde Celal Bayar olmasa da müdahale ederdi diye düşünüyorum. Ancak İsmet İnönü bu davalar aracılığıyla en önemli siyasi rakibi Celal Bayar’ın ekibini tasfiye etmiş, yeni döneme, siyasi gücünü ve kararlılığını göstererek başlamıştı. 

Cemil Koçak, kitabında ve 17 Ağustos 2013 tarihli Star’daki yazısında İmpeks’in ortaklarından Refii Bayar’ın bu olaylar yüzünden 1940’ta intihar ettiğini belirtiyor. Metin Toker de, DP’nin Altın Yılları adlı kitabında, 1951’de İsmet İnönü’nün oğlu Ömer’in adının 1945’te işlenmiş bir cinayet olayına karıştırılmasını, Bayar’ın oğlunun ölümünün intikamı olduğunu belirtiyor. (Ömer İnönü bu davadan beraat etmişti.) Başka kaynaklarda ise Refii Bayar’ın 1941’de kalp romatizmasından öldüğü belirtiliyor. Hangisi doğru öğrenemedim. -

 

Refah Olayı

İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde, Refah gemisi İngiltere’de Türkiye için inşa edilen savaş gemilerini taşımak üzere hazırlanmış bir şilepti. Mersin Limanı’ndan 23 Haziran 1941‘de hareket eden şilep, hareketinden birkaç saat sonra kimliği meçhul bir denizaltı tarafından torpillenmişti. Şilep batarken 200 kişilik mürettebattan sadece 32 kişi kurtulmuştu. Olay Akdeniz’deki savaş koşulları yüzünden normaldi ama soruşturma sırasında ortaya çıkmıştı ki, şilep yeterince sağlam değildi ve yeterli sayıda kurtarma ekipmanına sahip değildi. 

Olayın ardından CHP’nin ileri gelenlerinden Hilmi Uran TBMM’de sert bir konuşma ile Milli Müdafaa Vekili Saffet Arıkan’ı suçladı. Arıkan yapılan güvenoylamasında 209 güven oyuna karşılık 14 güvensizlik oyu alarak yerini korudu. Hükümet kazaya uğrayan mürettebata tazminat ödedi. Olaydan 5 ay sonra Milli Müdafaa Vekili Saffet Arıkan ile Münakalat Vekili Cevdet Kerim İncedayı, Genelkurmay Başkanlığı’nın bu iki bakanın da soruşturulmasını talep etmesi üzerine istifa etmek zorunda kaldı. Ancak, uzun bir soruşturma döneminden sonra 13 Ocak 1944’te açıklanan mahkeme kararında “geminin dışarıdan gelen bir etki ile infilak ettiği ve bu yüzden battığı, gemide mevcuda yetecek kadar kurtarma alet ve vasıtaları olmadığı, ancak bunların bulundurulmayışının kasıtlı olmaması yüzünden sanıkların beraatine...” deniyordu. Yani, bir kez daha, bir yolsuzluk olayı kimseye ceza verilmeden kapatılıyordu. Tek parti döneminin son yolsuzluk skandalı, İkinci Dünya Savaşı sırasında alıp başını giden karaborsacılık, karne yolsuzlukları, 1947’de Marshall Yardımları ile başlayan ithal malları tahsislerindeki yolsuzluklar, bakır, kalay, lastik yolsuzlukları yüzünden Gümrük ve Tekel Bakanı Suat Hayri Ürgüplü ve bakanlığın pek çok memurlarının yargılanmasıyla sonuçlandı. Beklendiği (!) gibi Ürgüplü beraat ederken, memurlar ufak tefek cezalarla kurtuldu. 

 
AKP dönemi

2002’den beri güya rüşvet ve yolsuzlukla mücadele konusunda iddialı olan bir parti tarafından yönetiliyoruz ama yolsuzluk ve rüşvet iddiaları hız kesmedi. İlk aklıma gelenler, Cumhurbaşkanı Gül’ün dokunulmazlık sayesinde yargılanamadığı ama Necmettin Erbakan’ın mahkûm olduğu ‘Kayıp Trilyon Davası’, ‘Ofer’, ‘Ali Dibo’, ‘Çalık’ muammaları, AKP’li olsun, CHP’li olsun çeşitli belediyelerdeki imar yolsuzlukları, AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin 1 milyon dolarlık ‘iş takibi’, ucu AKP’ye giden Almanya’daki Deniz Feneri yolsuzluğu, tam 26 kez değiştirilen İhale Yasası’nın ima ettiği, bildiğimiz ve bilmediğimiz ihale yolsuzlukları... 

Yıllardır internette dolaşan ‘30 Aylık AKP İktidarı Döneminde Gerçekleştirilen 60 Ak Yolsuzluk Dosyası’ başlıklı yazı, merak edenlere, daha işin başında nelerin ‘başarıldığı’ (!) konusunda fikir verebilir... 

Bu yüzden, ortaya çıkarılışını iktidar bloku içindeki siyasi çatışmaya borçlu olsak da, devlet içindeki gayrimeşru örgütlenmelerle eşzamanlı olarak yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ciddiyetle araştırılmasını ve sorumluların cezalandırılmasını bir vatandaş olarak talep ediyorum.

 

Ayşe HÜR

Radikal, 22.12.2013

 

Son Güncelleme Tarihi: 27 Aralık 2013 19:40

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.