Depremler Arasında

07 Kasım 2011 13:21 / 1632 kez okundu!

 


Van'da yaşanan 7.2 şiddetindeki depremin yarattığı felaketin şokunu henüz atamadan, ortaya dökülen ayrımcı, ırkçı, nefret sözleri ikinci depremi yaşattı. Neyse ki, bu sözleri söyleyenlerin sayıları çıkardıkları gürültü kadar çok değildi. Ancak sayıları az olsa da ötekileştiren, aşağılayan bu sözlerin, büyük bir depremin ardından yaşanan acının arasından yükselmesi daha büyük toplumsal depremlerin habercisi, en az deprem kadar önemsenmeli. Olaylar Cumhurbaşkanı’nın ağzından “intikamımız büyük olacak” sözleri çıkan bir ülkede yaşanıyorsa kaygılanmamak elde değil.

Van'ı yıkan depreminin yıkımımın ve nefret sözlerinin toplumda yarattığı depremin ardından bu kez de Prof. Dr. Büşra Ersanlı ve yayıncı, yazar Ragıp Zarakolu'ya kadar ulaşan tutuklamalar depremi yaşıyoruz. KCK’li oldukları gerekçesiyle Terörle Mücadele Kanunu gereğince tutuklandılar. Daha önce de Irak Dünya Mahkemesi(WTI)ni organize eden ekipten olan, barış aktivisti Ayşe Berktay ve onlarca kişi aynı gerekçelerle tutuklanmıştı. Prof. Dr. Büşra Ersanlı, eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa için çabalayan barış savunucusu, bir akademisyen, aynı zamanda BDP Parti Meclisi üyesi. Ragıp Zarakolu da eşi Ayşenur Zarakolu ile Belge Kitabevini 1977 yılında kurmuş, o gün bugündür devletle başı beladan kurtulmamış, azınlık hakları savunucusu bir yazar. Ragıp Zarakolu’yu en son İzmir Barosu’nun 15 Nisan 2011 tarihinde düzenlediği "Olağanüstü Yargılamalar ve Medya" toplantısında izlemiştim. O gün olağanüstü yargılamaları tartışmıştı, şimdi olağanüstü yargı sistemiyle tutuklandı.

Tutuklamalarla kalmadı, daha sorgular tamamlanmadan, tutuklanıp tutuklanmayacakları bile belli değilken bazı gazetelerde sorgulananların ne kadar çok büyük suç işledikleri, ne kadar kötü insanlar oldukları yazılıp çizildi, peşinen mahkum edildiler. Haberde ölçü öyle kaçırılmıştı ki Muğla’da geçen yıl polis kurşunu ile ölen Şerzan Kurt’un PKK’li olduğuna da hükmedilmişti. Bu da yetmedi, İçişleri Bakanı da suçlu olduklarını ilan etti, Başakan da bu olağaüstü tutuklamaları eleştirenlere dikkatli olmaları tavsiyesi ile aba altından sopa gösterdi.

Bu ülkede her şey olağanüstü biçimde gelişiyor, öyle şeyler yaşadık ki, her gelişmeye bir anlam yüklüyoruz. 27 Ekim’de toplanan MGK’den “Terör örgütüne lojistik imkan sağlayan, faaliyet alanı açan çevreler ve ülkeler terörün doğurduğu olumsuz sonuçlara ortak olacaktır” kararı çıktı ve ardından “KCK” adı verilen son operasyon başladı. 1990’lar Türkiyesi’nde PKK'ye yardım ettikleri gerekçesiyle çok sayıda Kürt işadamı öldürülmüştü. O günlerde yaşananlara ilişkin bugünlerde ortaya dökülen itiraflarda MGK’de alınan kararlardan da söz ediliyor. Benzer kabusu bu kez tutuklamalarla mı yaşayacağız diye kaygılanmamak elde değil.

Bu depremlerden nasıl kurtuluruz, yaşanan yıkımlar ve hasarlar nasıl onarılır bilemiyorum. Önce sorunun adını koyalım; yaşananlar bir kez daha ülkemizde demokrasinin, hukukun üstünlüğünün, adil yargılanma hakkının ve kişi güvenliğinin güvence altında olmadığını gösterdi. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) yürürlükte olduğu sürece hakların güvence altına alınmasını beklemek boşunadır. TMK yürürlükte kaldığı sürece yeni anayasa yapmanın koşulları da yaratılamaz. Fikirler rahatlıkla, korkusuzca ifade edilemezse, tartışılamazsa, özgürlükçü, demokratik bir anayasa nasıl yapılacak?

Yaşananlar Kürt Sorunun demokratik siyasetle çözümünü de giderek zorlaştırıyor. Tutuklamaların gerekçesi olarak ne söylenirse söylensin, hedef doğrudan BDP’dir. Bu gidişle, kadrolarının önemli bir bölümü tutuklanan BDP’nin siyaset yapması imkânsızlaşacak. BDP’nin siyaset dışında kalması, Kürt sorununun demokratik siyasetle çözülebileceği beklentisini ve umudunu iyice azaltacak. Siyaset sustuğunda boşluğu silahların ve şiddetin doldurduğunu acı deneyimlerle yaşadık. Aynı acıları yaşamamak için bir şey yapmalı.

Sorunların çözümünde ilk sorumluluk siyasi ikidarındır. Yaşanan depremlerde belirleyici olan da iktidarın tutumudur. O yüzden AKP yaşananların sorumluluğundan kaçamaz. ‘Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz’, yapılan işler AKP’nin demokratlıkla vicdanla alakasının olmadığını gösterdi. Demokratik yollarla gelenlerin, demokrasi dışında iktidar arayışına girmelerinin intihar olduğunu tarihte yaşanan pek çok olay göstermiştir. Bugün AKP’nin yaptığı da intihar girişimidir.

Doğal depremler, toplumsal, siyasal depremler arasında bize ne düşüyor? Tüm olumsuzluklara ve korkutmalara karşın ille de barışı, özgürlüğü, eşitliği, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü yaşamı savunmak düşüyor. Yaşanılası bir gelecek için bunu yapmak zorundayız.

Güzel günler görme hayallerimizin ve umutlarımızın kurban edilmemesi dileğiyle.


Arif Ali CANGI

06.11.2011

Son Güncelleme Tarihi: 20 Kasım 2011 11:17

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.