2010 yılı neler getirsin? Dileklerimizin gerçekleşmesi bizim elimizde

03 Ocak 2010 22:21 / 1787 kez okundu!

 


Aslında 31 Aralık ile 1 Ocak arasında bir fark yok, ama birisi geçmiş yılda kaldı, diğeri ise yeni yılın ilk günü. Zamanı ve yılları eski, yeni diye ayıran, onlara anlamlar yükleyenler de insanın kendisi. Bununla birlikte yeni yıla başlamak, eskiyi gözden geçirmemize, yeniye ilişkin beklentiler oluşturmamıza yarıyor.

Beklentilerimizin de gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi, bir yıllık zaman dilimini yeni bir sayıyla adlandırmamıza bağlı değil kuşkusuz, her şey bizim elimizde, doğal afetler dışında yaşananlardan biz sorumluyuz, hatta doğal afetlerin doğurduğu sonuçlardan da biz sorumluyuz. Buradaki bizim sorumluluğumuzu biraz daha somutlayacak olursak, sömüren olmasak da sömürüye karşı durmadığımız için biz de sorumluyuz, savaşları çıkartan, şiddete başvuran biz değiliz belki ama savaşlara karşı barış çığlığı atmadığımız, şiddetin karşısında durmadığımız, şiddeti kınamadığımız ölçüde biz de sorumluyuz. Biz ayrımcılık yapmıyor olabiliriz ama ayırımcı uygulamalara, saldırılara karşı “kardeşime dokundurtmam” demiyorsak, sorumluluktan sıyrılamayız.

2010’da ayrımcılık olacak mı?

Kapatılan DTP’nin siyasi yasaklı Başkanı Ahmet Türk, Oran’da taşınacağı binada oturanların tepkisi ve ev sahibine baskı yapması sonucunda yeni evine taşınamamış. Bu olayı nasıl yorumlamalıyız, nasıl değerlendirmeliyiz? Ahmet Türk neden istenmemiş olabilir? Kapatılan bir partinin genel başkanı olması, siyasi yasaklı olması, Kürt olması, hangisi? Yapılan açıkça bir ayrımcılık değil midir? Şimdi bu ayrımcılıktan bizim hiç sorumluluğumuz yok mudur? Şimdiye kadar yürütülen ayrımcılığa karşı ne kadar ses verdik? Taşlamalar, saldırılar, ardından DTP’nin kapatılması, parti içinde demokratik siyasetin simgesi olan iki kişinin siyasi yasaklı olmasına gösterdiğimiz tepki, şimdi Ahmet Türk’ün uğradığı ayrımcılığa karşı tutumumuzu da belirleyecek. Sessizliği sürdürecek miyiz, yoksa özgürlükten, eşitlikten ve barıştan yana, ayrımcılığa karşı seslerimizi birleştirecek miyiz? Kısaca dostlarım, 2010 yılında bu tür utanç verici olayların yaşanıp yaşanmaması bizim elimizde.

2010 sömürü yılı mı, yoksa emeğin, yaşamın yılı mı olacak?

Ankara’da Tekel işçilerini, soğuk, yağmur, biber gazı, dayak yıldırmadı, yeni yıla eylem çadırında girdiler. İstanbul’da taşeronlaşma nedeniyle işsiz kalan itfaiyeciler yeni yıla eylemle girdiler. Başbakana, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanına seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Emekçiler bizim vicdanımıza da sesleniyorlar, vicdanımız isyan ediyorsa 2010 yılında sömürüyü durdurma umudumuz var demektir.

Grizu patlaması sonucunda ölen 19 maden işçisi, bir ay geçmeden unutuldu bile. 10 Aralık’ta Bursa’nın Mustafakemalpaşa İlçesi’nin Alpagut Köyü yakınlarında bulunan Bükköy Madencilik İşletmesi´ne ait kömür ocağında, 32 işçinin çalıştığı sırada şiddetli bir patlama meydana geldi, yaklaşık 300 metre derinlikteki patlamanın ardından 19 işçi toprak altında kaldı ve yaşamını yitirdi. DEV.MADEN-SEN Başkanvekili Tayfun Görgün, “…madende doğru ölçüm yapılsaydı, metan gazının yükseldiği görülmüş olacaktı, dinamit patlatılmayacaktı ve 19 işçi de şimdi hayatta olacaktı” sözleriyle yaşananın bir kaza değil, cinayet olduğunu haykırdı, ama duyan olmadı. Bu olay da hafife alındı ve unutturuldu; ölen işçilerin yaşamlarına karşılık ailelerine 15 biner liralık yardımlar yapıldı, işletmenin sahibi olaydan 8 gün sonra ortaya çıktı ve mahkemece serbest bırakıldı. Bütün sorumluluk; ücretlerini denetlemek zorunda oldukları işverenden alan, teknik nezaretçi olarak görev yapan ve ölen işçiler kadar güvencesiz olan maden mühendislerine yüklendi. Neoliberal politikaların sonucunda pek çok alanda olduğu gibi madencilik alanındaki özelleştirme, taşeronlaşma uygulamaları, teknik altyapısı yetersiz, deneyimsiz şirketlerin denetimsiz faaliyetlerine izin verildiği sürece benzeri cinayetlerin işleneceği ortada.

Diğer yandan düşük maliyetli tatlı karlar sunması nedeniyle madencilik yaşam alanlarını kirleten, canlı yaşamını riske atan bir boyuta ulaştı. Riski önlemeye yönelik yasal düzenlemelerde yapılan değişiklikler, sağlıklı çevrede yaşama hakkını korumak için verilen yargı kararları yok sayılarak hukuk güvenliği de ortadan kaldırıldı. Örnek mi istiyorsunuz; Bergama-Ovacık Altın Madeni’nde kamu yararına aykırı olduğuna dair mahkeme kararları yok sayıldı, Anayasa Mahkemesi’nin anayasaya aykırı bulduğu yasaya, Danıştay’ın yönetmeliğin yürütmesini durdurmasına rağmen lobi faaliyetleri ile yeniden yönetmelik değişikliği yapıldı, bu da Danıştay’ca durduruldu, üstelik “yapılan değişiklik yargı kararlarını bertaraf etme amacına yönelik olduğu sonucuna varılmıştır” sözlerine kararda yer verildi. **

Şimdi, yargı kararlarını aşmak ve yaşam savunucularının mücadelesini kırmak için maden yasasında değişiklik yapılması gündemde. Sessiz kalırsak, daha çok emekçi toprak altında kalacak, orman alanları yok olacak, su havzaları, ovalar, yaylalar kirlenecek, yaşam alanları yaşanmaz hale gelecek.

2010 yılı neler getirsin?

İnsanın, doğanın sömürülmediği, yaşamın korunduğu, barışın ve toplumsal adaletin sağlandığı, sağlıklı ve geleceğimiz için umutlu bir yıl olsun, insanlığın ortak değerleri için mücadele ve kazanım yılı olsun. Aslında dileklerimizin gerçekleşmesi bizim elimizde, doğal ve kültürel değerleri savunarak, hep barıştan, hep yaşamdan yana olarak.


Arif Ali Cangı
03.01.2010


** “MADEN LOBİSİ” BASTIRDI,
“YÜRÜTME” YÖNETMELİĞİ DEĞİŞTİRDİ,
“YARGI” DURDURDU


** Danıştay Belgesi


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.