Adli Tıp raporları Ecevit'in tedavisinin yapılmadığı idialarını güçlendirdi

18 Şubat 2011 23:32  

 

Adli Tıp raporları Ecevit'in tedavisinin yapılmadığı idialarını güçlendirdi

İSTANBUL - Adli Tıp, Ergenekon soruşturması kapsamında tekrar ele alınan eski Başbakan Bülent Ecevit'in tedavi sürecine yönelik şüpheleri haklı çıkartan bir rapor hazırladı. Ergenekon soruşturması, eski Başbakan Bülent Ecevit'e de uzandı. Apli Tıp raporu, Ecevit'in tedavisinde ihmal olasılığını güçlendiriyor.

Dönemin aktörlerinden ve Başkent Hastanesi Başhekimi Mehmet Haberal'ın Ergenekon soruşturmasına sanık olmasının ardından savcılar harekete geçmişti. Ergenekon soruşturması kapsamında eski Başbakan Bülent Ecevit’in hastalığı incelemeye alınmıştı. Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz'ün araştırmaları sonucunda dönemin en önemli gündem başlıklarından biri olan Başbakan Ecevit'in hastalığıyla ilgili ilginç ayrıntılar ortaya çıkmıştı. 1999-2002 arasında Ecevit’i tedavi eden doktorların tıbbi kayıt tutmadığının anlaşılması üzerine Adli Tıp Kurumu'na talimat verilmişti.

Adli Tıp Kurumu'nun yaptığı incelemenin ardından kaburga kırığı tedavisinin tam, Parkinson tedavisinin eksik yapıldığı ortaya çıktı.

Başbakan'ın hastalığının en ileri olduğu dönemlerde eşi Rahşan Ecevit, tüm Türkiye'nin şaşkın bakışları altında Başkent Üniversitesi Hastanesi'nden Bülent Ecevit'i çıkartarak eve götürmüştü.

Tedavisine evde devam edilen Ecevit'in sağlığının bu gelişmenin ardından düzeldiği gözlenmişti. Dönemin aktörlerinden ve hastanenin Başhekimi Mehmet Haberal'ın Ergenekon soruşturmasında sanık olmasının ardından savcılar harekete geçmişti.

1978 yılında, faşist kurşunlara hedef olan ODTÜ Öğretim görevlisi Necdet Bulut'un ölümündeki kuşkular üzerine eşi Neşe Erdilek Bulut'un 17 Nisan 2009'da Sesonline.net'te yayınlanan mektubu:


Faşist kurşunlara hedef olan Dr. Necdet Bulut ve Prof. Haberal (17.04.2009 tarihli Sesonline.net arşivinden)

Karadeniz Teknik Üniversitesi Elektronik Hesap Merkezi Müdürü eşim Dr. Necdet Bulut, oğlu ve ben Neşe Bulut birlikte 26 Kasım 1978 Pazar gecesi saat 24 civarında KTÜ Kampusu sahil tesisleri girişinde kurulan bir pusu sonucu araba içinde birlikte yaralandık.

Eşim Necdet Bulut ağır, ben ve oğlumuz daha hafif yaralar aldık. Derhal hastahaneye kaldırılan ve müdahale edilen Bulut’un kurşun ile parçalanan sol böbreği alındı. Ertesi gün oldukca iyi geçiren Necdet’in 28 Kasım sabahı ateşinin yükseldiği gözlendi. Ben, Ankara ile yaptığım görüşmelerde bu ateş yükselmesinden ve karın bölgesinde peritonit (karın, bağırsak yaralanmalarında görülebilen ve ölümcül sonuçları olan karın zarı iltihabı ) başladığından şüphelendiğimi anlatınca hemen daha kapsamlı bir müdahale yapılması için ilişkilere geçildi.

Trabzon’daki hastahane koşullarında müdahale yapılıp yapılamıyacağı ve daha uzman doktorların müdahale etmesinde yarar olacağı düşünülerek, Ankara’da çeşitli çevrelerin çabaları ile hızla Hacettepe Üniversitesinde böbrek nakli ameliyatları ile ünlü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın müdahale etmesi için ilişkiler kurulmuş.

28 Kasım 1978 günü saat 12:00 civarında THY uçağı ile Prof. Dr. Mehmet Haberal, genel cerrah Prof. Dr. Nevzat Bilgin ve adını hatırlayamadığım bir anestezi uzmanı profesör geldiler. Aynı sırada Genelkurmay Başkanlığı ile kurulan ilişki sonucunda Ankara’ya nakil için bir askeri Herkül nakliye uçağı da Trabzon’a geldi. Trabzon’da yapılan konsültasyon sonucunda hekimler tarafından, ilk müdahale ameliyatının başarılı olduğu, ancak ameliyat sırasında henüz delinmemiş ama zedelendiği için daha sonra delinebilecek bağırsaklardan birinin delinmiş olabileceği ve peritonit’e yol açabileceği söylendi.

Daha gelişkin hastahane koşlularında müdahale ve bakımın yarar sağlayacağı söylenerek Ankara Hacettepe Hastahanesi’ne nakledilmesine karar verdiler. Bu amaç ile gelen üç hekim, eşim Necdet Bulut, oğlum ve ben Askeri uçak ile Ankara’ya doğru yola çıktık.

Yolda pilotlar hekimlere sütlü kahve ikram ettiler. Bana da ikram ettiklerinde eşimin yanında idim ve iki gündür yaralanma nedeni ile hiç sıvı almayan eşimin yanında kahve içmek istemedim. Doktorlar, ‘bir mahsuru yok , eşiniz de içebilir' dediler. Bir genel cerrah kızı olarak karın ameliyatlarında hele de bağırsak delinmesi şüphesi olan bir durumda, ağızdan likit verilmeyeceğini bildiğimden, bu tavırdan şüphe ettim. Bana israrla birşey olmayacağını söylediklerinde ise ‘nasıl olsa hemen hastahanede müdahale edecekler, herhalde moral için içmesinde bir sakınca görmüyorlar’ diye düşündüm ve eşim büyük bir keyifle sütlü kahveyi içti.

Esenboğu askeri havaalanına indiğimizde bizi bekleyen ambulans ile doğruca Hacettepe Hastahane’sine gittik. Saat: 18.00 civarında ulaştığımız Hacettepe Hastahanesi’nde eşim ameliyata ertesi gün (29 Kasım 1978) saat: 18.00'den sonra alındı. Ne zaman alınacak diye tüm sorularımız ve müdahalelerimiz ‘tansiyonu düzensiz, tahliller yapılıyor bitince hemen alacağız, v.b.’ gibi gerekçelerle geçiştirildi. Ameliyathaneye giren ameliyathane başhemşiresi arkadaşımız, karın açıldığında ortalığı kesif bir kokunun sardığını ve karında iltahabın tamamen yayıldığını görmüş, çıktığında ağlayarak arkadaşlarımıza ‘Necdet’i kaybettik’ demiş. 8 Aralık 1978 tarihinde vefatına kadar eşim, bilinci yerinde olarak ancak gün gün midesi, ciğerleri, böbrekleri iflas ederek, makinalara bağlı açı çekerek tükendi.

"MÜDAHALENİN GECİKTİRİLMESİNDE KASIT OLDUĞU İNANCIM GÜÇLENDİ"

Tüm tıp insanları, tıp öğrencileri de dahil en çok mikrop üreten gıdalardan birinin süt olduğunu, karındaki operasyonlarda bırakın sütü hiç bir şekilde likit verilemeyeceğini, peritonit şuphesi olduğunda müdahale için dakikaların bile değerli olduğunu ve kaybedilemeyeceğini bilirler. İki cerrah profesörün bunu bilmemelerinin söz konusu olamıyacağına göre, hastaya süt içirerek müdahaleyi 32 saat geciktirmelerinde kasıt olduğu inancım giderek güçlendi. Hele o sırada Mehmet Haberal’ın Hacettepe Hastahane’sindeki sekreterinin Mehmet Ali Ağca’nın kızkardeşi olduğunu yıllar sonra öğrenince...

Mehmet Haberal’ın verdiği zarar bununla da kalmadı, Necdet Bulut’un öldürülmesi ile ilgili yakalanan sanıklar 'adam öldürmekten' değil 'yaralamaya sebebiyet vermekten' ceza aldılar, idamdan kurtuldular. Mahkeme, Necdet Bulut’un doktor hatası sonucunda öldüğünü belirtti ancak burada da hangi müdahalenin söz konusu olduğu önemli oluyordu.

Trabzon’da Necdet’in hayatını kurtaran doktor mu, Hacettepe’dekiler mi hatalıydı? Bunu ispat etmenin pek mümkün olmadığı bana söylendi ve elim kolum bağlı kaldım.


Neşe Erdilek Bulut

* * *


NECDET BULUT (1938-8 Aralık 1978)

1938'de Sivas Gürün'de doğdu. 1960’ta İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Jeofizik Bölümü’nü bitirdi. Askerlik hizmetini Genelkurmay'da yaptıktan sonra 1965'te burs alarak ABD'ye gitti. Purdue Üniversitesi'nde bilgisayar üzerine doktora yaparak, bilgisayar doktoralı ilk Türkiyeli oldu. Türkiye'ye döndükten sonra ODTÜ'de öğretim görevlisi oldu.

Bilgisayarı yaygınlaştırmak amacıyla Bilişim Derneği'ni kurdu. TÜTED ve TÜMÖD'ün kuruluşunda ve yönetim kurullarında yer aldı. ODTÜ Akademik Konseyi'ne üye oldu. 1977 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi (TİP)'in İzmir adayı oldu.

Karadeniz Teknik Üniversitesi'nde görevli iken, Trabzon’daki lojmanının girişinde, 26 Kasım 1978 gecesi, faşist ülkücü tetikçilerce arabası çapraz ateşe alındı (arabasında 27 kurşun deliği belirlendi); oğlu ve eşi hafif yaralandı. Ağır yaralanmış olan Bulut, uçakla Ankara’ya getirildi; 8 Aralık’ta Hacettepe Ü. Hastanesi’nde öldü.

Necdet Bulut’a ateş eden (mahkeme dosyasında “Ülkü Ocakları üyesi” olarak geçen) üç tetikçi 15’er yıl, onları azmettiren üç Ülkü Ocakları üyesi ise müebbet hapse mahkum oldular.

Ancak Askeri Yargıtay, Bulut’un ölümünde “tıbbi hata” ve -tıp açısından- “meslek ve sanatta acemilik” saptadığından bu kararlar bozuldu ve yargılama, yeterli kanıt bulunamadığından dolayı, 1985’te beraatle sonuçlandı...


Sesonline.net


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0