ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

SAKINCALI 7. Bölüm

04 Aralık 2018

habibtaskin

Mahkemeleri her ay oluyordu. Bazen birkaç ay ileriye tarih atabiliyorlardı. İlk önceleri düzeni bozmalarından dava açılmıştı. Sonra düşünce suçuna dönmüştü. Düşünce suçuna düşse de, bir kere adı çıkmıştı. Onu tanıyanlar ona başka gözle bakmaya devam ediyorlardı. O ise yaşadıklarını yazıya dökerek rahatlıyordu. Bir anlamıyla yazılara tutunuyordu. Okuduklarıyla, yazdıklarıyla moral buluyordu. F Harfi Dört Duvar'da şiirin yanı sıra öykü çalışması da yapıyordu. Ailesinin getirdiği kitaplar haricinde idarenin kütüphanesinden okumak için kitap alıyordu. Kitap almak dilekçe yazarak oluyordu. ‘Makamına makamına…'diye başlıyordu. Küçük el arabasında İç Güvenlikçi Yumuşak, aynı zamanda kütüphaneden sorumlu haftanın bir gününde koğuş kapısına gelerek üç kitap bırakıyordu. Daha önce verdiği kitapları geri alıyordu. Kitapları hızlıca okurken, etkisinde kalıyordu. Bazen iyi biri ya da kötü biri yerine kendisini koyuyordu. Havalandırmada volta atarken okuduğu kitabın içeriğine göre düşünceden düşünceye yuvarlanıp gidiyordu. İç Güvenlikçiler onları ilk gördüklerindeki kötü düşünceyi bırakıp, yazar bir, yazar iki koğuşu diye söylemeye başladılar. İlk gündeki katı tutumlarının yerinde yeller esiyordu. İç Güvenlikçilerin içinde bulunanlardan bir kaçı: “Hocam” diye söylerdi. Koğuş aramaları olduğunda onun üzerinde ya da ona yakın İç Güvenlikçi içeride olurdu. Bir anlamıyla gözdağı veriliyordu. İlk önce Sakıncalı ve Yazar'ın üzerleri aranırdı. İşlem biter bitmez havalandırmaya çıkartılırlardı. Beyaz plastik masanın üzerinde duran kâğıtlara Baş İç Güvenlikçi yazılmış olan şiirlere, öykülere bakıp okurdu. Sonraki aramalarda aynı kişi Sakıncalı ve Yazar'a sorular sormaya başladı: “ Koalisyonu oluşturan yöneticiler hakkında düşünceniz nedir?” Sakıncalı gayet ciddi: “ Sermayenin emirlerini uyguluyorlar. Dışa bağımlıdırlar. Uzun ömürlü olmayacaklardır. Bir de düşünene düşman.” Yazar: “ Bolca Dört Duvar yapıyorlar. Dış Güçlerden ev ödevi alıyorlar. Şunu yapacaksın! Bunu yapmayacaksın! Başımızdakiler için senin düşüncen nedir?” Baş İç Güvenlikçi'nin yüz rengi bir gitti, tekrar yerine geldiğinde: “ Ben bir çalışanım.” Sakıncalı: “Yazar sana bir soru sordu. Biz sana açıktan düşüncemizi çekinmeden söyledik. Senin çocukların vardır? Onlar için konuş!” Yanıt vermedi sadece güldü. Birkaç aramada Baş İç Güvenlikçi geldi. Karşılıklı sorular ve yanıtlar birbirini kovaladı. Ne olduysa soru soranı bir daha göremediler. Gelen İç Güvenlikçilere onu sordular. Hiç kimse konuşmadı. Bir gün demir kapının küçükçe olan mazgal kapısı açıldığında İç Güvenlikçi ile karşılaşan Yazar: “Baş İç Güvenlikçi'ye ne oldu?” Yanıt verip vermemede çekindi. Suratının rengi değişse de: “ Sizlerle konuşuyor diye hakkında idareye şikâyet gitmiş. İlk önce hiçbir koğuş aramasına dâhil etmediler. Çok sürmedi başka bir cezaevine gönderildi.” Havalandırmada volta atarlarken Sakıncalı: “ Gerçekten tehlikeliymişiz. Ne korku bu böyle?” Yazar: “ Konuşmak yasak! Adam bizimle konuşmadan gümbürtüye gitti. O zaman ömür boyu ayvayı yedik mi biz?” “ Eh işte, ayvayı Toplumsal Düşünceyi savunduğumuzda yemişiz. O zamanlar haberimiz yoktu. Şubeler mubeler derken, her türlü okşanmalarla ve Dört Duvar ile tanışmamızla başladı. Babamın bir sözü vardı: “Çocuklarınızda tehlikeli etiketiyle dolaşacaktır. Üst düzeye asla getirilmeyeceklerdir.” Yine de öyle demeyelim! Beş Yıldızlı Oteldeyiz. Keyfimiz yerinde. Bak emrimizde bunca adam var. Hem de bizleri koruyorlar.” Birlikte güldüler. Sabahleyin her ikisi havalandırma kapısı açılınca özgürlüğe koşuyormuşçasına, yüksek duvarlı, insanın içini karartan koyu rengi olan yerde, bir iki üç derken koşturmayla dönme turlarının sayısı arttı. Belirli bir sayıda bırakıp alt katta, merdiven altında bulunan küçük alanda tuvalet ile banyosu bir olan yerde soğuk suyun altında sıra ile yıkandılar. Her mahkemede dış ülkeden ve içeriden gelen gözlemcilerle moral buluyorlardı. ‘Mahkeme şöyle, böyle karar verecek' diye diye aylar geçmeye başladı. Sakıncalı öykülerini yazmaya devam ederken, bir gün ‘kaç sayfa olur?' diye saymaya başladı. Şimdi yazıları için bir düzeltmen lazımdı. Yazar Arkadaşı'nın yolunu bekledi. Üçüncü günü ona ulaşabildi: “Bilgisayardan çıktı almalısın? Daha iyi olur.” Dediğini yaptı. Aldığı fotokopileri Yazar Arkadaşı'na verdi. İşe gittiğinde, eve geldiğinde aklında ‘yazdıklarımı nasıl bulacak' diye vardı? Kendi bulunduğu yerleşim biriminden ters istikamette olan yerleşim birimine defalarca gitti. Caddeleri çok yönlü ve uzundu. Çok katlı sık binaların altında her türden dükkânda vardı. Bu bölgeye üç ya da dört gün çıkıyordu. Ana cadde ve diğer iç sokakları biliyordu. Nerede dükkan var. Nerede kapatılmış ve tekrar açılmış biliyordu. Bakkal dükkanı kapatılıp aynı yere tekrar açılıyordu. Bu değişim beş kez olduğu da oluyordu. Sakıncalı dayanamayıp sorardı: “İyi günler, kolay gelsin ustam. Sana bir şey soracağım ama yanıt verip vermemede özgürsün?” Bakkal yarı şaşkın olarak, olur anlamında başını emme tulumba gibi salladı. “ Ustam aynı işi yapan üçüncü kişi sensin. Burayı tutarken hiç araştırıp sordun mu?” Bakkal bir süre susar, sonrasında: “ Ne araştırması! Bakkallıkta güzel iş var. Ben nasibimi yerim. Herkes nasibini yer. Emekli ikramiyemle açtım. Kahvehaneye takılacağıma buraya takılırım daha iyi…” Sakıncalı susmayı tercih eder. Ana caddenin arka sokağında evler dörder katlıydı. Binaların arasında uzunca ve geniş bir boş alan vardı. Sol tarafta kalan yerde belirli aralıkla iki tane kahvehane vardı. Aklına nereden geldiyse, oralarda satış yapmak geldi. İlk önce tren istasyonuna yakın yerdekine girdi. İçeride müşteri yerine sinekler uçuşuyordu. Normal ses tonuyla: “Başlarım ben böyle işe?” Kafası atmıştı bir kere, o moralle ikincisine dalış yaptı. İçeride, ileride cam kenarına doğru olan masalar doluydu. Oyun izleyicileri de vardı. Keyfi yerine geldi. Masalara yaklaşırken: “ Beş çakmak bir lira. On tükenmez kalem bir lira.” Yanaştığı masada yabancı kişilerin oturmadığını gördüğünde: “ Sizler nereden çıktınız böyle?” Der demez, şaşkınlığını üzerinden attı. Resmi ya da sivil elbiseyle oturanlar yarı şaşkınlıkla oyunlarını bırakıp ona doğru bakındılar. F Harfi Dört Duvar'ın İç Güvenlikçileriydi. Yanmasa ve duvar dibindeki masalarda yabancı yoktu. Sakıncalı iş olsun diye: “ Anlaşıldı sizler benden alışveriş yapmayacaksınız. Ben gidiyorum.” Kapıdan çıkıp köşe duvara kadar yürüdü. Soluna dönerken, başını aşağıya doğru çevirdiğinde kapıdan çıkıp sağa sola koşan İç Güvenlikçileri gördü. Kendi yoluna dönerken söyleniyordu: “ Korku böyle bir şeymiş.” Ana caddeye çıkıp yoluna devam ederken, arkasından birinin hızlıca yaklaştığını gördü. Hemen ardından biri daha geldi. İlk Gelen'in resmi elbisesi vardı: “ Hocam benim ne sana ne de diğer hocalarıma karşı bir yanlışım olmadı.” Sakıncalı diğerine yüzünü döndüğünde Arkadan Gelen: “ Hocam emir kuluyum. Yine de sana bir kötülüğüm olmadı.” Sakıncalı her ikisine bakarak: “ Benim kaldığım koğuşun sol çaprazlamasına düşen yerdeki havalandırmada Toplumsal Düşünceyi savunan arkadaşı dövmüşsünüz. Dövmeler koğuş ve havalandırmada yapılıyor. Oralarda kamera yoktur. Bir yerde delil karartmasına gidiliyor. Diyeceğim şu: Elinizdekini kurbanlık koyun mu sanıyorsunuz? Bakın beni gördünüz ve ne oldu? Yapılanlar hiçbir zaman unutulmaz. Evet, düşünce suçlusuyduk. Yine de sabah ve akşam sloganlarına katılıyorduk. Üst pencereden dinliyordunuz. Sesiniz geliyordu. “Hocalarda slogan atıyor diye.” İdareye elbette iletilmiştir. Düşünce suçlusu olsak da, duyarlıyız! Haksızlığa…” O gece olanları Eşi'ne anlattı. Önüne gelene, gidene anlattı. İnsanın psikolojisinin değişimini, endişesini çok yakından görmüştü. Gecenin karanlığında Eşi uykunun derinliklerine dalıp gitmişti. Kendisi de odada divanın üzerinde bağdaş kurmuş, düşünce âlemine dalıp gitmişti. Dalıp gitmeler sadece bu geceye ait değildi. Yalnız düşünen sadece o mu? Ya Eşi? Onunla birlikte yaşamında ilk defa gözaltına alınmıştı. İşsiz kaldığı gibi Sakıncalı'nın hiçbir arkadaşı evine gelip ne oldu? Bile dememişlerdi, sormamışlardı. Düşünmekten bunalmış olmalı ki, bulunduğu yeri terk ederek mutfaktaki çeşmenin başına gelir gelmez musluğa eli gitti. Akan suyun altına iki elini birleştirip, hemen ağzını suya götürdü. İçtikçe içiyordu. Sonra iki elinin arasında biriken suyu suratına fırlattı. Çeşmeyi kapatır kapatmaz, ellerini, yüzünü havlu ile kurulamadan mutfağa geçti. Pencereyi açıp dışarıya bakındı. Giden zaman dilimlerini mi arıyordu? O zaman dilimlerinde ne vardı? Ya da yaptığı hataları onarmak mı istiyordu? Yoksa doğruları üzerinden yoluna devam etmek mi istiyordu? Uzaklardan anlayamadığı bir kokuyu aldı. Mırıldanarak: “Bu koku… evet koku!” F Harfi Dört Duvar'da yattığı bir gün sabah sayımından sonra ikinci katta bulunan pencerenin önüne gelmiş, başını iki yuvarlak demire dayamış, gözlerini yumduğu bir anda burnuna tezek kokusu gelmişti. “ Yakınlarda bir köy var. Tezek kokusu alıyorum.” Yazar havalandırmadan hızlı adımlarla gelerek merdiveni çıkarak pencereye yanaştı. Burnuna koku gelmedi: “ Uzaklardan gelmiş olmasın?” “Sanmam yakınlardan gelmiştir.” Konuşurlarken köpeğin ‘hav haaaavvv' sesi duyuldu. İkisi olduğu yerde kulaklarını kabarttılar. ‘Möööö, möööö' sesiyle ikisinin suratında sevinç belirtisi vardı. Ses kesildi. Yüzler buruşturuldu. Geceler ve gündüzler birbirini kovalamaya devam ederken, günler su gibi zamanın akışında kaybolmuş, gitmişti. Sakıncalı sabahın erken vaktinde Büyük Merkez'e gitmişti. Orada bulaşık işi bakıyordu. Handa kapıcılık yapma işine pek sıcak bakmıyordu. Bulduğu bulaşık işi sabahın dokuzundan akşamın onuna kadardı. Parası da azdı. Ana merkezden ayrılıp biraz daha dışa, deniz kenarındaki işyerlerine doğru yürüdü. Farklı dükkânların önünden geçiyordu. Birçok bina işyeriydi. Ağır adımlarla giderken durdu. Sesin geldiği yöne doğru başını hafiften çevirdi. Seslenen Kişi'yi görünce hafiften tebessüm etti. Gözaltına alınmadan önce ağabeysiyle aynı taşeron firmada birlikte çalışmışlardı: “ Geçmiş olsun. Ağabeyim söyledi. Çok üzüldüm. Hayrola sabahın erkenin de ne arıyorsun?” İstemeye istemeye: “ İş arıyorum. Sigortalı olması benim için iyidir. Temiz kâğıdı aramayanlar tercihimdir. Ara sıra Adalet dağıtıcıların karşısına çıkıyorum. Karara bağlanmış değildir yargılanmam.” Seslenen Kişi uzun boylu kıvırcık saçlıydı. Dolgun yüzü vardı. Kalın mercekli gözlüğü vardı. Dev Adam Tepeden bakarak: “Bira içilen yerde bulaşık yıkar mısın? Sigortalıdır. Çalışma saatleri uzundur. Çıkış saati belli değildir. Bazen on ikide işimiz bitiyor.” “Ücret dolgun mu?” “Sen mi diyorsun? Bu coğrafyanın ücret adaleti var mı? Konuşmanda demiyor muydun? İliklerimize kadar sömürülüyoruz.” Başını sallamayla yetindi. Birlikte işyerine doğru yürüdüler. Sakıncalı öykü çalışması ve okuması yapamayacağından dertlenmeye başladı. İş yerinde müşterilerin oturduğu yere bakındı. Mutfak bölümüne bakındığında kendisini Dört Duvar arasında sandı. Patronun biriyle konuştular. Yarın işbaşı yapmak üzere oradan ayrılıp evine gitmek için adımlarını hızlandırdı. Hüseyin Habip Taşkın 27.11.2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0