ForumPolitikitiraf.izmir  Yeni Konu 

HAYALLER VE GERÇEKLER

20 Mart 2018

habibtaskin

HAYALLER VE GERÇEKLER Yüce, kasabanın tek çobanıydı. Babadan oğula geçen mesleğine devam ediyordu. Kasabalının koyunları bu sayede emanetti çoban Yüce'ye. İlkokulu zar zor bitirdi. Oysa kalın kafalı değildi; aklı her türlü kurnazlığa da yatkındı. Okul sürecinde babasıyla yazın dağlarda mesken tuttukları yerlerde koyunları otlatırlardı. Bu yer aynı zamanda sulak yerdi. Ağaçlar bulundukları yerde azdı. Sırttan taş kayalıklara gidilen yerin karşı tarafında ağaçlar çoktu. Taşlardan örme bir göz oda ile koyunların korunabileceği kare biçiminde büyükçe bir yer yapmışlardı. Taşların arasına daha önceden hazırlanmış, su ile kum karışımını harç diye koymuşlardı. Böylelikle duvar örülmüştü. Bu örme işinde Yüce dünyaya gelmemişti. Babası bile örme işini hatırlamamaktadır. Yüce babasıyla gittiği çobanlıkta işi kavrarken, hindi gibi kabarırdı. Bu işte rakipsiz olduğunu düşünürdü. Kasabada büyüklerine ve yaşıtlarına yukardan bakardı. Hele bir koyunları kasabaya getirdiklerinde ya da dağa götürdüklerinde işini yaparken kaçamak bakışlarla etrafı süzer, biraz kasılarak hafiften gülümsemeyle yoluna devam ederdi. Yüce böyle yaparken yaşıtlarından ya da büyüklerden birkaç kişi sözbirliği etmişçesine: “Alt tarafı bir çoban!” derdi. Söylemlerde bir acıma ya da küçümseme vardı. Bir araya geldiklerinde ise canım, ciğerimli olunur, birbirlerini idare ederlerdi. Yüce'nin ağırlıklı yaşamı dağlarda geçerdi. Koyunları otlatmaya çıkardıklarında sürüye hâkimiyeti gayet iyiydi. Bir de köpekleri vardı irice. Adını oğlum koymuştu Yüce. Sürünün yardımcısıydı. Can simidi dersek daha doğru olur. Sürü otlarken oğluma emanetti. Yüce el radyosunu açar müzik ve haberleri dinlerdi. Haberlerde ülkenin ekonomik gidiş hattını, politikacıların birbirine tekme, tokat girmesini ve de sokak ağzı söylemlerini dinlerdi. Yüce ülkenin nasıl yönetildiğini şıp diye bu sayede kavradı. Ne de olsa ülkeyi yöneten zat, herkesi biplemişti. Bu zatın hayranıydı. Herkese posta koyuyor, hatta uzaylılara bile kafa tutuyordu. Uzaylılar korkularından dünyaya bile gelemiyorlardı. Turizm de sıfırlanmamızın ve tarımda çuvallamanın nedeni buydu. Zat zatlığını yapar da Yüce zatına sahip çıkmaz mı? “Helal olsun sana lafını bile esirgemiyorsun, yürü be koçum. Uzaylılar bir dünyalı görsün.” Kasabalı zatı sevmez sevmemesine ama bizim Yüce aradan sırıtır. Zatçı olduğu bilinir. İşi ona vermek istemezler ama elleri muhtaçtır Yüce'ye. Yüce kasabada kaldığı günler içinde kahvehanede bulunanlara kaynak olmaz. Tahta sandalyesinde tek başına duvar dibinde ya da dışarıda oturur. Zat gibi üst perdeden bakar insancık dediklerine, birazda sırıtarak. Yüce pek konuşmayı sevmez. Kasabalı da onunla konuşmayı sevmez. Belirli kalıplarda dolaşır konuşmalar, diğerleri ise fazlalıktır. Yüce'nin kanı kaynıyordu. Kan cinselliğine ve başına vuruyordu. Yüce Yücelikten çıkmış, hamamcı oluyordu ama elinde değildi. Meydan çeşmesinin karşına geçmiş bostan korkuluğu gibi gelen geçene bakıyordu. Yüzünün görüntüsü hafiften kanlanmıştı. Gelen geçende ona bakıyor, bir anlam veremiyordu. Ne kızlar gelip geçti, bizim Yüce beğenmedi. Hepsinde bir kusur buldu. Ne de olsa zatın yolundaydı. Kasabalılar bu değişime bir anlam veremediler. ‘Dağda kafayı yedi' diyenler çoğunluktaydı. Ona acıyanlar da vardı. Koyunları Oğlum ile dağa götürürken evlere, sokaktan geçenlere bakıp sırıtıyor, kadını, erkeği, çocuğu fark etmiyordu. Kasabadan uzaklaştıklarında dağa patikadan çıkarlarken sürünün arkasında oğlum vardı. En önde kendisiydi. Arkasında boynunda çıngırağı olan iri besili koyun yürüyordu. Aniden olduğu yerde durdu. Başını sola ve sağa çevirdi. Yönünü arkaya döndüğünde patikayı takip eden koyunları izledi bir müddet. Elindeki sopayı havaya kaldırarak avazı çıktığı kadar bağırdı: “Ey sürü! Ben sizin efendinizim. Ben ne dersem o olur. Aranızda fitne fesatçılar var. İnlerinden çıkarıp hesap soracağım. Anladınız mı laaannn…” Çıngıraklı ve diğer koyunlar onun yanından uzaklaşmışlardı. Ne de olsa yolu bilmekteydiler. Yüce içindeki biriken enerjiyi boşaltmıştı, yoluna giderken koyunlara karşı gücünü gösterdiği için mutluydu. Islık çalarak ilerliyor, ara sıra kenara geçip yüksek yere çıkarak koyunların gelişini izliyordu. Aklına birden yaklaşmakta olan muhtarlık seçimi gelmişti. ‘Neden ben olmayayım?' diye düşündü. Zat uzaylılara kafa tutuyorsa, bizleri yönetiyorsa, ben kasabalıyı niçin yönetmeyeyim derken koyunlara bakınıyordu: “Bunları yönetiyorum da iki ayaklıları mı yönetemeyeceğim,” diye bağırdı. Muhtar olunca zattın kızını isteyecekti. Dünya ve uzaylıların dillerine düşecekti. Namı yayılacaktı. Zatta bundan daha iyi damat mı bulacaktı? Karizma desen var. Asalet desen var. Ne ararsan hepsi Yüce'de vardı. Yerlerine geldiklerinde hava kararmak üzereydi. Koyunları akşam kalacakları dama koyarken saymaya başladı. İçini bir sevinç kapladı. Hepsi tamamdı. Oğlum'a bakarken: “Sürü benden sorulursa, kasabalılar da benden sorulur. Her gün sayarım bu kelleleri.” Haber saatinde zat konuşmadan, Yüce'de onu dinlemeden yapamazdı. Akıl hocasıydı. Birden yoksulluktan parlayıvermişti her bir şeycikleri. O bir bilendi onun için. Neden kendisinin de muhtarlıktan her bir şeycikleri olmasındı. Hayalleri ve umutları Yüce'yi başka bir kişiliğe büründürmüştü. O bir zattı, kasabalının zatı idi. Nedense kasabalı bunun farkında değildi. Zat konuşmaya başlayınca el radyosunun sesini biraz daha açtı: “Bize karşı gelen dingiller, haddini bilmelidir. Edepli ve namuslu olmalıdırlar. Yoksa ezip geçer, hepsini silindir kafalı yaparım haaaa!” Yüce konuşmasına mest olmuş ve kendinden geçmişti. Gözlerini karanlığa dikerek: “Tıpkı ben, kopyam, hafızamdakini okuyor zat.” Yüce o gece uykuya dalış yapamaz. Beynindeki düşünce hazinesi üremeye başlar, kısır döngülere çarparak. Hava aydınlanmadan koyunları otlatmadan yola koyuldu, istikamet geldiği yerdi. Kendisi önde, Oğlum ile çıngıraklı koyun arkasında, havası o biçim. Adımlarını hızlandırdı. Arkasına özenle bakmadı bile. Kasabanın ilk kahvehanesi önüne geldiğinde içeriye bakındı. Kahvehaneyi işleten Aytekin'in oğlu Güneş ile yaşını başını almış, ölümü ha bugün ha yarın diye bekler olmuş Hüsnü emmi vardı. İçeridekiler şaşkınlıklarını gizlemeden dışarıya bakıyorlardı. Yüce kapıdan içeriye girdiğinde: “Selamünaleyküm ağalar!” dediğinde karşılık bulamadı, bozuldu. Ağzını açtı, yumdu gözünü: “Kasabalıya edepli ve namuslu davranmayı öğreteceğim. Onun için muhtar adayınız benim. On beş kişinin oyu ile ben iktidarım. Muhtarlığımda çığır aşacağız. Oylarınızı bekliyorum.” Daracık sokaklardan geçerken Yüce muhtarlığa adaylığını açıkladı, durdu. Koyunlar ise her yere dağıldı. Bu durumu görenler görmeyenlere duyurdu. Ayşe bacı ona bakarak yüksek sesle bağırdı: “Ne muhtarlığı! Sen çobanlığına bak! İki lafı bir araya getiremiyorsun. Hükümetin yolunu bile bilmiyorsun.” Konuşmasını bitirmesine izin vermeden balıklama söze daldı: “Kararlarıma karşı çıkanları cezalandıracağım. Kimsin sen? Kadın kısmı evde oturmalı, kuluçkaya yatmalı! Kasabayı çabuk terk et!” Ortalık birden elektriklendi. Kulaktan kulağa dallanıp budaklandı. Ayşe bacı bu sayede ‘dayakta yemiş, dayakta atmıştı.' Kasaba şenlenmişti ama nasıl? Yüce kendisini ermiş olarak görmeye başladı. Havaya girdikçe konuşması farklı alanlara taştı. Geleni geçeni kalaylıyordu sözleriyle. Karşılıklı atışmalardan sonra toplanan kalabalık Yüce'ye saldırdı. Yerlerde sürünen, tekmelenen Yüce'yi dayak yemekten tekrar kasabalı kurtardı. Yüce kaçarken avazı çıktığı kadar bağırıyordu: “Bir gün kasabaya dönüşüm muhteşem olacak! Hepinizi kodese tıkacağım. Hain sürüleri!” 05.02.2018
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0