ForumSol, Sosyalizm ve Marksizm  Yeni Konu 

1 Mayıs'77 tartışması, Taraf gazetesinin tutumu nedeniyle boğuldu... - Sesonline.net

14 Mayıs 2012

hurkus

1 Mayıs'77 tartışması, Taraf gazetesinin tutumu nedeniyle boğuldu... - Sesonline.net


Tarihçi Prof. Halil Berktay'ın bir TV programında konuşması ve ertesi gün de, kendisi ile yapılan benzeri içerikteki röportajın Taraf gazetesinde yayınlanması ile başlayan tartışma, Taraf gazetesinin gazetecilik ilkelerini ayaklar altına alan, somut olarak veri ve belgelere dayanmadan itham edici bir dil kullanması ile adeta boğuldu. taraf gazetesi, tartışmayı adil sürdürmediği, sistemli olarak 1 Mayıs'77 meselesinde yalan, uydurma haberlere başvurduğu, demeç ve açıklamalarda tahrifatlar yaptığı, sola "nefret" dili ile yaklaşan manşetler attığı gerekçesi ile yoğun eleştiri aldı. Taraf gazetesinin bu tutumundan ötürü okuyucularından özür dilemesi beklenirken, Kurucu Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın "Sol ve Greta Garbo" başlıklı yazısında, gazetenin yayın politikasını eleştirerek gazeteden ayrılanları "söyleyecek sözü kalmamış 'solcu'.." olarak nitelemesi Taraf'ın aynı yayın politikası izleyeceğinin işaretlerini veriyor. Gazetenin tutumunun "1Mayıs'77" tartışmasının boğulmasında belirleyici bir faktör olarak niteleyen Taraf yazarlarından Sezin Öney de, 11 Mayıs 2012'de yayınlanan "Tarihin gri alanları" başlıklı yazısında şu ifadeleri kullanarak tartışmaya katıldı: "Bu tartışma, her ne şekilde açılırsa açılsın, Türkiye’de tarih yazımı ve gazetecilik üzerine bir sınav idi. Tarihin, uzak-yakın, o kadar bilinmezler dolu “gri alanı” var ki Türkiye’de, eğer 1 Mayıs 1977 tartışması, gazetecilikte emek-zekâ-etik seviye/ahlak birleşimiyle sürdürülebilseydi, müthiş önemli bir merhale atlatılmış olacaktı." "1 Mayıs 1977’de, “derin devletin” rolünün olmadığı, yarım yamalak dinlenen, yanlış anlamaları ortadan kaldırabilecek ve gerekirse açıklamaları yapana karşı da ortaya konabilecek biçimde kayda alınmayan tanıklıklar ve Google’lanan belgelerle, birkaç günde kanıtlanmaya çalışılınca, karaya oturuluyor işte." "Berktay’ın sözleri değil, Taraf’ın palas pandıras hükme varan manşetleri nedeniyle, '1 Mayıs 1977’de ne oldu' sorusunu değil, kendi kişisel siyasi duruşlarımızın oluşturduğu dünya görüşlerimizi tartışıyoruz şu an." Öney'in yazısının tamamı şöyle:

TARİHİN GRİ ALANLARI - Sezin Öney

Son günlerde yaşanan aslında 1 Mayıs 1977’de gerçekten ne olduğuna dair bir tartışma değil.

Üç konu birarada; 1 Mayıs 1977’deki, tüm siyasi grupları kendi aralarında ve birbirleriyle çatışamaya iten tartışamama, didişme ve milim farklı düşünüyorsan birbirinin gözünü oyma, fikirlerinden ötürü nefret etme kültürü hiç değişmemiş. Bilgiye erişim ve eleştirel düşünmeye yer açabilecek olanaklar fazlalaşsa da, ‘iletişim kuramama’ hali, şimdi bu imkânların varlığına rağmen, hiçbir özre yer bırakmaması açısından daha da vahim biçimde yerli yerinde. Çünkü, bilgiyi, hüküm vermekte kullanıyoruz, fikirsel bir arayışta değil.

İkincisi, “tarihsel revizyonizmin”, nedense illa ki, azmettirenlerin, suçlarını aklama, çitileme takıntısına olan düşkünlük. Demek ki, “ben öyle görmek istiyorum” diye tarihi çarpıtarak okumak, kısıtlı bilgiye dayanarak tarihsel çalışma ve tarih üzerine gazetecilik yapmak, bir metodolojik yaklaşım olarak artık, kabul edilir hale gelmiş.

Üçüncüsü, “bizim” olmayan acılara karşı katmerlenerek artan duyarsızlık da, Türkiye’nin siyasi kültürünü, politik düşüncesini iyice köseleleştirmiş.

Halil Berktay, belki, kendi tanıklığı ve yıllar içinde geliştirdiği tarih okumaları, politik tasavvur dünyası içinde, 1 Mayıs’ı yeniden yorumlamak istedi. Bu, onun hakkıdır. Bunu, istediği sözlerle de yapar. Bu sözleri beğenip beğenmemek de, herkesin kendi kişisel tercihidir. Sözlerine, karşı argümanlarla, belgelerle, eleştiriler getirilebilir.

Berktay, zaten Taraf’taki tüm yazılarında aynı çizgiyi sürdürdü; benzer iddialarda bulundu.

Son açıklaması, sadece bu yorumlarının belki biraz daha sivrisi, daha sertiydi.

4 mayısta CNN Türk’te, Şirin Payzın’ın programına, Cemil Koçak, Mehmet Karaca ve Bülent Uluer ile katıldığında da, ortada ayan beyan olan tek şey, programın tüm tartışmasının en can alıcı noktası şuydu; 1 Mayıs 1977’de ne olduğuna ilişkin olarak, tanıklıklar, tarihçilerin yorumları, belgeler üzerinden dört koldan ne kadar saldırırsak saldıralım, ne bilebileceğiz? Aslında kesin olarak hiçbir şey.

1 Mayıs 1977, siyaset teorisyeni Giorgio Agamben’in deyişiyle “tarihin gri alanları” olarak niteleyebileceğimiz, üzerine herkesin kesinkes anlaşmaya varmasını imkânsız kılan derecede şaibeli birçok bilgi, tanıklık ve yorum bulunan olaylardan.

Berktay, “tarihin bir gri alanını” kendi üslubu ile tartışmaya açtı. Bu tartışma, her ne şekilde açılırsa açılsın, Türkiye’de tarih yazımı ve gazetecilik üzerine bir sınav idi. Tarihin, uzak-yakın, o kadar bilinmezler dolu “gri alanı” var ki Türkiye’de, eğer 1 Mayıs 1977 tartışması, gazetecilikte emek-zekâ-etik seviye/ahlak birleşimiyle sürdürülebilseydi, müthiş önemli bir merhale atlatılmış olacaktı.

Ancak, çok kolay bir yargıya varıldı; hüküm alelacele verildi.

Bugün, İtalya veya Avrupa genelindeki Gladio operasyonlarına dair kesinkes ne biliyoruz?

Yüzde yüz kanıtlanabilecek hiçbir şey.

O zaman, Gladio diye bir şey yok muydu?

Berktay’ın yorumlarının çekildiği nokta, bilinçli veya bilinçsiz, tam da bu işte.

1 Mayıs 1977’de, “derin devletin” rolünün olmadığı, yarım yamalak dinlenen, yanlış anlamaları ortadan kaldırabilecek ve gerekirse açıklamaları yapana karşı da ortaya konabilecek biçimde kayda alınmayan tanıklıklar ve Google’lanan belgelerle, birkaç günde kanıtlanmaya çalışılınca, karaya oturuluyor işte.

Üzerine bir de cila gibi, “Hizbullah’ın da siyaset yapma hakkı vardır” gibi de bir yorum mesela Taraf’ta yer alınca, mantıksal ve etik bütünlük darmaduman oluyor.

O zaman, “derin devlet sadece benimdir, ancak benim mazlum gördüklerime, benim sevdiklerime saldırmıştır” gibi tuhaf bir sahiplenme içine girmiş oluyoruz.

Max Weber’in çok klasik tanımlamasıyla, “devlet, meşru olarak şiddet kullanma hakkına sahip tek mecra” ise, devletin karışmış olduğu hukuk dışılıklar, şiddeti hukuksuz kullanması, buna yönelik iddiaların çok büyük hassasiyetle araştırılması gerekmiyor mu?

Hizbullah, şiddet kullanmış herhangi bir yapılanma değil; devlet tarafından kullanıldığına ilişkin çok ciddi şüpheler var. Bunların hesabı ne kadar verildi?

“1 Mayıs 1977’de derin devletin rolü” ve “Hizbullah-siyaset meşruiyeti” yorumlarının kesiştiği kör noktadaki, mantık(sızlık) çerçevesi şeklinde, eğer yarın öbür gün, “Veli Küçük’ün de politika da yeri vardır” ya da “Ogün Samast ve ‘abileri’, milliyetçi ayranları kabarmıştı da, kendi başlarına öldürmüştü Hrant Dink’i” derse birileri, o zaman da hiçbir şey söylenemez.

Berktay’ın sözleri değil, Taraf’ın palas pandıras hükme varan manşetleri nedeniyle, “1 Mayıs 1977’de ne oldu” sorusunu değil, kendi kişisel siyasi duruşlarımızın oluşturduğu dünya görüşlerimizi tartışıyoruz şu an.

Bu da o gün orada olanlara, orada ölen insanlara büyük saygısızlık. “Can”a saygısızlık.

Türkiye’de sağ-sol çatışmaları ve 12 Eylül’ün tanıkları, mağdurları, hâlâ büyük bir travma yaşıyor. Eğer, bütün bu travmanın bir yerinde, devlet içindeki örgütlü, şiddeti gayrımeşru yöntemlerle kullananların, yüzde 1 bile parmağı varsa, bu çok büyük bir orandır.

1970’lerde cinayetlere, şiddete karışanlar, “sağ” ideolog ve militanlar, bugün yorumcu, parti lideri, milletvekili değilmiş, hiç olmamış gibi bir gönül rahatlığıyla, “işte bu sol yok mu, 1 Mayıs 1977’de de herkes birbirini kurşunladı” demekten başka hiçbir şey yapılamıyor mu tarihin gri alanlarını ele alırken?

Sol diye bir şey mi var mı ortada zaten; Tekmelene tekmelene can çekişen bir siyasi çizgiden bahsediyoruz.

Yoksa, “sol”, kutsal ve eleştirilemez değil. Mesele, yapamadığımız tarihçilik ve gazetecilik.


Taraf, 11.05.2012
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0