ForumŞeytanın Avukatı diyor ki  Yeni Konu 

Tek parti döneminin ‘irtica merkezleri’nden biri de türbelerdi - Cemil Koçak

03 Temmuz 2011

hurkus

Türbe ziyaretleri gündelik yaşamın alışılagelmiş ritüellerinden biridir. Fakat türbelerin, tek parti iktidarı döneminin sonuna kadar, ‘Din ruhu ile alakası olmayan batıl itikatın yeni rejime karşı irtica merkezi’ gösterilerek kapatıldığı bilmem şaşırtıcı gelir mi?

Kapatılmasının ardından yirmi yıldan uzun bir zaman geçtikten sonra rejimin değişmeye başlaması ile birlikte laiklik anlayışı iktidar açısından da yeniden gözden geçirilmesi gereken bir konu olmuştu.

CHP ve türbelerin yeniden açılması

1947 yılının Kasım ayında toplanan CHP yedinci kurultayı, parti içindeki laiklik konusunda farklı tutum alan tarafları ortaya koyması bakımından da ayrıca ele alınmayı gerektirir. Daha önceleri de parti içinde CHP’nin klasik laiklik anlayışından farklı görüşleri gündeme getiren Hamdullah Suphi Tanrıöver, kurultayda türbelerin yeniden açılmasına ilişkin olarak şu görüşleri ileri sürecektir:

“Uzun senelerden beri, 1925’den beri tarihimizi yapmış olanların türbeleri kapalıdır. Ben bu husustaki fikrimi 25 sene evvel müdafaa ettiğim gibi, bir parti içtimaında da söylediğim gibi, İstanbul Üniversitesi’nde de söyledim. Gazeteler yazdılar. O vakit söylediğim gibi şimdi burada soruyorum: Milliyetçi kurultay, Türk gençliğinin yetişmesi mevzuu bahis olduğu zaman, Türk tarihini yapanların türbelerinin niçin böyle bırakılmış olduğunu bir dakika düşünmek istemez mi? (...)

Bundan 25 sene evvel Büyük Millet Meclisi’nden İcra Vekilleri Heyeti’ne intikal eden bir teklifi kanuni dolayısıyla türbelerin kapatılması mevzuu bahis oldu. O zaman Devlet Reisimiz içtimaya geldi. Onun içtimaya geldiği vakit mühim bir kanunun, mühim bir meselenin mevzuu bahis olacağını bilirdik ki, meclisten gönderilen kanun teklifi okundu. Türbelerin kapatılması mevzuu bahisti. (...)

Bizde maziye doğru bir hareket başladı. (...) Çanakkale’de Süleyman Paşa ile Namık Kemal’in türbesi oradaki subaylarımız tarafından tamir ettirildi. Daha büyük bir eser karşısında duruyor. Barbaros’un türbesi tamir edildi, etrafı temizlendi, güzel bir heykeli yapıldı. (...) Milliyetperverlik mevzuu bahis ise, bunun tahakkukunu canla başla istiyorsak, tarihimize büyük hizmet etmiş olanların türbelerini tamir edelim, açalım.”

Tanrıöver’in parti programının milliyetçilik ilkesine ilişkin maddesi vesilesiyle yaptığı bu konuşmanın esas mihenk taşı, milliyetçilik ile dinsel ya da manevî alan arasında kurulacak bağın türbeler aracılığı ile sağlanmasıydı. Türbelerin açılması konusu uzun yıllardan sonra bu şekilde ilk kez gündeme gelmiş oluyordu. Bu talebin muhalefetten değil de, iktidardan seslendirilmiş olması ise dikkat çekicidir.

Tanrıöver, kurultaya verdiği bir önergede, “tarihî hizmetleri ile tanınmış büyüklerimizin türbeleri açılması temennisi, hükûmetimize ve Türk gençliğine partiler üstünde kaynaştırıcı bir milliyet duygusu verilmesi için Halkevleri ve Halk Odaları teşkilâtının nizamlandırılması için CHP Divanı’na salâhiyet verilmesini teklif ederim” diyordu.

Millî Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu, mecliste yaptığı açıklamada, “Türbeler meselesine gelince... Bizim iftihar ettiğimiz büyük adamlarımızın türbeleri bizim için bütün büyük tarihî eserlerimiz gibi mukaddes ve mübarektir. Onda hiç şüphe yoktur. Nitekim Cumhuriyet Hükûmetleri bunları müzeler idaresine tevdi etmiştir. Türbelerimizin müzelere bağlı tanzim edilmesini, idare edilmesini ve ziyaretçilere açılmasını arzu ederim. Temenni ederim ki, bunun başarılması bana nasip olur.” şeklinde konuşmuştu.

Yeni yasa tasarısı

İlgili yasa tasarısı Mart ayında meclisin gündemine gelecektir. Tasarı, 21 Ocak 1950 tarihinde Başbakan Şemsettin Günaltay tarafından TBMM’ye sunulmuştu. Cumhuriyet gazetesi, daha Şubat ayının ortalarında, tasarının yasalaşacağından o kadar emindi ki, yasa değişikliğinden hemen sonra Yavuz Sultan Selim ile Fatih Sultan Mehmet’in türbelerinin hemen açılacağını haber veriyordu.

Yasa tasarısının gerekçesinde ise şöyle denilmişti: “Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım ünvanların men’i ve ilgasına dair 677 sayılı kanun, 1926 tarihinde gerçek din ruhu ile alâkası olmayan batıl itikatların ve yeni devlet rejimine karşı her türlü irticaî hareketlerin önüne geçilmek üzere çıkarılmış bir kanundur. O günden bugüne kadar geçen zaman içinde memlekette müsbet bilgiler ve kültür okuma-yazma çağındaki çocukların % 60’ına yakın bir miktarını okula sevk edecek derecede ilerlemiş ve hayatın devamlı surette değişen şartları içinde gerçek bir dünya görüşü halkımız arasında oldukça yayılmıştır. Bugün cehalet sebebiyle yer yer bazı batıl itikatlara rast gelinse bile, bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir tesire malik değildirler. Rejime bağlılığın ise, memleket için bir ölüm kalım meselesi olduğu hemen hemen bütün vatandaşlarca anlaşılmış bulunuyor.

Bu bakımdan hükûmet, bugün için evvelce seddedilen türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla sanat değeri bulunanların bir müze gibi temizlenip tertiplenerek ziyarete açılmasında kanunun hedeflerine aykırı bir hal ve rejim için bir mahzur görmemektedir. Bu gibi yerlerin Millî Eğitim Bakanlığı’nın kararı ve murakabesi [denetimi] ile açılmasındaki belli başlı faydalar da şunlardır: (a) Millî mehafirimiz ve sanat eserlerimiz cemiyetimiz içindeki yerlerini alacak ve yeni yetişen Tür nesillerine daha yakından tanıtılacaktır; (b) Anıt mahiyetindeki birçok binalar harap olmaktan kurtarılarak, vatanımızda ‘mahallî renkler’den bir değer teşkil edenlerin muhafazası mümkün olacaktır; (c) Tarihî şahsiyetlerimize ve eski eserlerimize karşı alâkasızlığımız hakkında mevcut iddiaların yersizliği belirecektir.” Hükûmetçe hazırlanan tasarının ilk maddesinde de şöyle deniliyordu:

“Tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklarla bir takım ünvanların men’i ve ilgasına dair olan 677 sayılı kanunun birinci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkra eklenmiştir:

‘Türbelerden Türk büyüklerine ait olanlarla sanat değeri bulunanlar, Millî Eğitim Bakanlığı’nca umumî ziyarete açılabilir ve buralara bakım için gerekli memur ve hizmetliler tayin edilebilir. Açılacak türbelerin listesi Millî Eğitim Bakanlığı’nca hazırlanır ve bakanlar kurulunca tasvip olunur.’

Millî eğitim komisyonu raporunda da, “tasarının inkılâp kanunlarımızdan birisinin tadiline taallûk etmesi ve halk psikolojisi bakımından önemli görülmesinden ötürü üzerinde geniş tartışmalar yapıldı” deniliyor ve “komisyonumuz, fatihlerin, kumandanların, vezir, sadrazam vesaire gibi askerlik ve idare işlerinde devlete büyük hizmetler etmiş ve tarihe böylece mal olmuş bulunan Türk büyüklerinin türbeleriyle edib, şair, âlim, sanatkâr, vatanperver olarak amme vicdanında yer tutmuş ve böylece tarihe mal olmuş Türk büyüklerine ait türbelerin de kapalı kalmamalarını, ancak mimarî kıymeti haiz olsa dahi, şeyhlerin, dervişlerin, müritlerin, seyitlerin, babaların, emirlerin, nakiplerin türbeleri açılırken, hükûmetin fevkalâde hassas davranıp, bu sahada ölçülü hareket etmesi hususuna önem vermiştir” şeklinde bir sonuca ulaşılıyordu.

Meclis görüşmesi

Tasarının mecliste görüşülmesi sırasında söz alan CHP milletvekili Sadi Irmak, aynı konuda kendisinin de bir tasarı hazırladığını, fakat hükûmetin tasarısını görünce, kendi tasarısından vazgeçtiğini belirtiyordu. Irmak, “Bu tasarı ile Türk büyüklerinin, büyük ecdadımıza ait türbelerin lâyık olduğu tazimi görmeleri, tekke ve zaviyelerin seddine dair olan kanuna asla bir taaruz teşkil etmez... Bilakis yetişmekte olan ve ebediyete kadar gidecek olan Türk milletinin tarih şuurunu diri ve canlı tutmak için birinci derecede bir tedbir olacaktır.” diyordu. Irmak, bütün Türk büyüklerinin mezarlarının temizlenmesini ve türbesi olmayanların dahi açılmasını istiyordu. CHP milletvekili ve emekli general Vehbi Kocagüney de, hurafelerin artık tamamen temizlendiğini ve bu nedenle türbelerin yeniden açılmasının bir mahsuru olmadığını belirtiyordu. Millî Eğitim Bakanı Banguoğlu da, “Şu kanaatteyiz ki, türbelerin ve tekkelerin kapanmasını âmir olan kanun, hiçbir veçhile Türk büyüklerinin yüksek adlarının tebcilini ve yattıkları yerlerin ziyaretini men etmek kasdiyle yapılmış bir kanun değildir. O kanun bizim büyük adamlarımızın mübarek mezarlarını bir nevi hurafe kaynağı haline getirmiş olan bir zihniyeti ortadan kaldırmak için çıkarılmış bir inkılâp kanunudur.” diyordu.

CHP milletvekili Hulusi Oral ise, tasarı ile Millî Eğitim Bakanlığı’na verilen yetkiye karşı çıkıyor, bakanlığın bu konuda takdir hakkı olmasını doğru bulmuyor ve tasarının birinci maddesine “selâtine ve Türk büyüklerine ait” ibaresinin eklenmesini istiyordu. Oral, “açılabilir” ifadesi yerine “açılır” ifadesini de tercih ediyordu. Bu eleştirileri yanıtlayan Banguoğlu da, açılacak olan türbelerin listesinin tasarıya eklenmesinden yana olmadığını, “açılabilir” ifadesinin yerinde olduğunu, çünkü türbelerin tedricen ve ancak hükûmet kararı ile açılabileceklerini hatırlatıyordu. Eğer “günün birinde bir türbede bir hadise olursa”, o türbe hükûmet kararı ile yeniden kapatılabilecekti. Türbeler bundan böyle hurafe kaynağı da olmayacaklardı. Irmak, “Eğer bir gün gayri memul olarak, muhal olarak bir Türk büyüğünün mezarı bir şeriatçılık hareketine merkez olursa ki, muhal sayıyorum, hükûmet orayı kapatabilecektir.” şeklinde konuşuyordu. Oral’ın önerisi reddedilecek ve tasarı kısa görüşme içinde herhangi bir tartışma olmaksızın kabul edilecektir.

Yeniden açılan türbeler

Bazı türbelerin açılabilmesine imkân verilmesinden hemen sonra, yasanın ilk uygulaması, İstanbul’da Koca Mustafa Reşit Paşa türbesinin İstanbul valisi ve belediye başkanı Fahri Kerim Gökay tarafından törenle açılmasıdır. Diğer yandan, Tahsin Banguoğlu da, Bursa’daki Osman Gazi, Konya’daki Gazi Alaaddin ile Âşık Paşa ve Akhisar’daki Nasrettin Hoca türbelerinin açılacağından söz ediyordu. Bunu Gazi Osman Paşa türbesinin açılması izleyecektir. Türbe, yine törenle ve Gökay tarafından açılmıştı. Barbaros Hayrettin Paşa türbesinin aynı şekilde açılmasını, Kanuni Sultan Süleyman türbesinin açılışı takip eder. Yavuz Sultan Selim türbesinin açılışını Sultan Osman Gazi ile Orhan Bey’in türbelerinin açılışı izler. Vatan gazetesine göre 125 türbe daha açılacaktır. Ancak gazete bir sonraki haberinde bu rakamı yirmi ile sınırlandıracaktır.

Neden 1947?

Türbelerin yeniden açılmasının tek-parti döneminden sonra olması elbette şaşırtıcı sayılmamalıdır. CHP de, halk oyuna giderken laiklikle ilgili görüşlerini gözden geçirmenin gereğini hissetmişti. Bazen sanıldığının aksine, bu türden gelişmeler DP iktidarı döneminde başlamamıştır; aksine daha CHP iktidarında, üstelik DP’den pek de bir ses çıkmaz iken, bizzat CHP içinden gelen sesler sonucunda gerçekleşmiştir. Aradan zaman geçtikten sonra CHP’nin iktidardaki son sahneleri genellikle gözden uzak tutulmak istenecektir. İrticanın tüm günahları DP’ye yüklenebilmek üzere. Yine de kaydetmek gerekir; laiklikle ilgili gelişmeler sıkça tekrar edile geldiği gibi sadece dini siyasal hayatta önemli bir rekabet alanı olarak gören partilerin yarışından kaynaklanmamıştı. Soğuk savaş yıllarına denk gelen bu süreçte, anti-komünist ideolojinin pekleşmesinin sağlanması, ancak kuvvetli bir milliyetçiliğe dinsel olanı katmaktan geçiyordu. Tam bu sırada milliyetçi ve İslâmcı kanatlar arasında siyasal bir yakınlaşma, bu ideolojik hamurun yoğrulması için gerekliydi. İktidarın tercihi, aslında bir zorunluluğun ifadesiydi de.

Türbelerin kapatılması

- 30 Kasım 1925 tarihli “tekke ve zaviyelerle türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takım ünvanların men ve ilgasına dair” yasaya göre; vakıf olsun, mülk olsun şeyhin tasarrufunda bulunan ya da başka şekilde tesis edilmiş tüm tekke ve zaviyeler, sahiplerinin temellük ve tasarrufları saklı kalmak koşuluyla kapatılmıştı. Bütün tarikatler, şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak amacıyla nüshacılık ünvan ve sıfatlarının kullanımı, bu ünvan ve sıfatlara ait hizmet ve kisveler de yasaklanmıştı. Türbelerin kapatılmasıyla birlikte türbedarlıklar da kaldırılmıştı. Kapatılmış olan tekke ve zaviyeler ile türbeleri açanlara ve bu meyanda bu alanda görev alanlara ve bu kıyafetleri giyenlere verilecek ceza da yasada belirtilmişti: Üç aydan az olmamak üzere hapis cezası… Günümüz açısından bakıldığında durum bazen gülünçtür: Falcılık televizyonların dahi en popüler programıdır. Sokakta yürürken ‘kahve sizden, fal bizden’ anonsları yeri göğü kaplamakta. Büyü ve büyücülüğe karşı mücadele günlük hayatta yine karşı büyü tekniklerini gerektirmekte ve medyada kendisine geniş yer bulmakta. Bütün bu olup bitenlerin yasaya aykırı olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?


Star

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0