ForumGüncel Politika - İskender'in Düğümü  Yeni Konu 

Vesayette çatlak oluşacak - HASAN PEHLİVAN

11 Eylül 2010

hurkus

Vesayette çatlak oluşacak - HASAN PEHLİVAN

Taraf’a konuşan Prof. Serap Yazıcı, Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesi halinde vesayet sisteminde çatlak oluşacağını belirterek, “O çatlaktan demokrasi ve sivilleşme yönünde bir evrim başlayacak” dedi

Türkiye’nin darbe anayasasından kurtulmasına kapı aralayacak referandum tartışmaları, sandıkların kurulmasına iki gün kala tüm hızıyla sürüyor. Üç farklı görüş üzerinde yoğunlaşan tartışma en çok Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısının değiştirilmesini öngören maddelerde yaşanıyor.

AKP’nin talebi üzerine 2007’de anayasa taslağı hazırlayan komisyonun çalışmalarında da yer alan Prof. Dr. Serap Yazıcı’yla, 12 Eylül Anayasası ve halkoyuna sunulan 26 maddelik değişiklik paketini konuştuk:

» Bir anayasanın hazırlanma süreci nasıl olmalıdır?

Anayasa, devletin üç temel organının kuruluşunu, işleyişini, karşılıklı yetkilerini düzenleyen, böylece devlet otoritesinin sınırlarını tayin eden, bu otorite karşısında bireylere hak ve özgürlükler sunarak onları güvence altına alan bir belgedir. Klasikleşmiş ifadesiyle anayasa, bir toplum sözleşmesidir. Bir toplumu biraraya getiren farklı grupların ortak yaşama belgesidir. Bu grupların birbirlerinin haklarına tecavüz etmelerini önleyecek mekanizmaları içeren bir belgedir. Kısacası anayasa, bireyleri ve grupları hem devlet otoritesi karşısında hem de birbirlerine karşı koruyacak mekanizmalara yer veren, kişilerin geleceğe güvenle bakmalarını sağlayacak asgarî şartları garanti eden bir belgedir.

Anayasayı bir toplum sözleşmesi olarak kabul ettiğimize göre, bu metnin hazırlanma sürecinde, o sözleşmenin tüm taraflarının eşit katılımına ihtiyaç olduğu açıktır. Dünyada hiçbir toplum homojen olmadığına göre, din, dil, ırk, cinsiyet, mezhep, etnik köken yönünden çeşitli farklılıklar sergilediğine göre, bu farklı grupların hepsinin anayasanın yapımı sürecinde eşit bir role sahip olması gerekir. Bu ise, anayasayı hazırlayan organın halkın gerçek temsilcilerinden oluşmasıyla mümkündür. Halkın tüm kesimleri bu organda temsil edilebilmelidir. Öte yandan anayasanın yapımı süreci, bu süreçte cereyan eden tartışmalar şeffaf ve halkın katılımına açık olmalıdır. Elbette, anayasayı hazırlayan organ metnin hazırlanma aşamasında toplumdan gelen taleplere ve eleştirilere kulaklarını kapamamalıdır. Tabi bu tür bir organın hazırladığı anayasa, mutlaka ifade ve propaganda hürriyetinin garanti edildiği, dolayısıyla düşüncelerin serbestçe şekillendiği bir ortamda halkoyuna sunulmalıdır.

» Bazı çevreler tarafından 82 Anayasası’na, 61 Anayasası’nın getirmiş olduğu aşırı özgürlüklerin kısıtlanmış şekli olarak bakılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

1982 Anayasası’nın, özgürlükleri büyük ölçüde sınırladığı, bu yüzden otoriter bir yapı yarattığı doğru. Ancak 1961 Anayasası’nın, aşırı özgürlükçü bir eğilime sahip olduğu tezi, gerçek olmaktan çok, bir efsaneyi ifade ediyor. 1982 Anayasası’yla mukayese edildiğinde 1961 Anayasası, özgürlüklere geniş bir yer ayırmış ve bunlara güçlü güvenceler sunmuştur. Ne var ki 1961 Anayasası’nın sözüm ona bu özgürlükçü ruhu, beklendiği ölçüde bir özgürlük ve demokrasi ortamı yaratamamıştır. Bunun nedeni, ilk kez bu anayasayla hukuk sistemimize kazandırılan vesayet mekanizmalarıdır. Biliyorsunuz bunların başında MGK ve AYM gelir. MGK, milli güvenlik kavramıyla ilişkisiz pek çok konuda karar vererek, adeta ikinci bir bakanlar kurulu gibi fonksiyon icra etmiştir. Böylece Türkiye şartlarında temsili demokrasi, görünüşten ibaret kalmıştır. AYM ise kuruluşundan bu yana, çağdaş emsalleri gibi hak eksenli bir tavır sergilememiş, özgürlükler karşısında devlet otoritesini korumayı tercih etmiştir.

» 82 Anayasası’nın hazırlanmasında asıl görev Danışma Meclisi’nin miydi? İllerden bu meclise seçilen kişiler ne kadar halkın içindendi?

1982 Anayasası, TSK adına 12 Eylül müdahalesini gerçekleştiren Milli Güvenlik Konseyi (Genelkurmay Başkanı ve dört Kuvvet Komutanı) ile MGK tarafından atanan 160 üyeden oluşan Danışma Meclisi tarafından hazırlanmıştır. MGK, Danışma Meclisi üyelerinin 40’ını doğrudan doğruya, 120’sini ise dolaylı olarak seçmiştir. Valiler, her ile ayrılan sayının üç katı kadar adayı MGK’ya bildirmiş, MGK nihai kararı vermiştir. Kısacası, Danışma Meclisi üyeleri seçilmiş değil, atanmış kişilerdir, yani halkın temsilcileri değildir. Üstelik Danışma Meclisi, kabul ettiği anayasa taslağını MGK’ya sunmuş, Konsey metne son şeklini vermiştir. Kısacası 1982 Anayasası, özünde 5 generalin iradesinin eseridir.

» 12 Eylül Anayasası, devletin yapısında ne gibi değişiklikler yarattı?

1982 Anayasası tümüyle, devlet otoritesinin yüceltilmesi fikriyle hazırlanmış bir anayasadır. Çünkü bu Anayasayı hazırlayanlara göre devletin üstün otoritesi, 1961 Anayasası’nın sözüm ona özgürlükçü felsefesi nedeniyle aşınmış, 1970’lere hâkim olan tüm krizler de bu otoritenin aşınmasından kaynaklanmıştır. Bu yüzden bu Anayasayı yapanların asıl hedefi, devletin otoritesini yeniden güçlendirmektir. Anayasanın bozuk bir Türkçe ile kaleme alınan uzun Başlangıç bölümü, bu devlet odaklı anlayışı göstermektedir. Bu anlayış, metnin tümüne nüfuz etmiştir. Bu bakımdan 1982 Anayasası, anayasacılığın mantığı ile bağdaşmamaktadır. Anayasacılığın, anayasa yapmanın asıl nedeni, doğası gereği güçlü olan devlet otoritesini, hukuk kurallarıyla, bireylerin ve grupların özgürlükleri lehine sınırlamaktır. Bu nedenle dünyada anayasacılık akımıyla, demokratikleşme dalgaları arasında sıkı bir bağ vardır.

» “Yasama, yürütme ve yargı, 82 Anayasası ile gerçekten de birbirlerinden ayrıldı” diyebilir miyiz? Çağdaş demokrasilerde yasamayürütme ve yargı arasında nasıl bir ilişki vardır ve olmalıdır?

Kuvvetler ayrılığı, devletin üç temel fonksiyonunun farklı devlet organlarına sunulmasını ifade eder. Burada amaç, devletin üç kuvvetinin aynı elde birleşmesinin yol açacağı baskıyı sona erdirmek, böylece bireyler için daha güvenceli bir ortam sağlamaktır. 1982 Anayasası’na biçimsel olarak bakarsanız, bu Anayasayla devletin üç fonksiyonunun farklı organlara sunulduğunu söyleyebilirsiniz. Üstelik bu Anayasanın sürekli olarak eleştirdiğimiz Başlangıç bölümü, kuvvetler ayrılığının ne anlama geldiği konusunda, ironik olarak, çok doğru bir tanıma yer vermektedir. Bu tanım, “kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medenî bir işbölümü ve işbirliği olduğu” şeklindedir. Ancak anayasayı bir bütün olarak değerlendirdiğimizde, bu anayasanın bir vesayet sistemi yarattığını söyleyebiliriz. Vesayetten kastettiğim şu; seçilmiş organların iradeleri üzerinde askerî ve sivil bürokratik makamlara sunulan sınırlama rolü. Bu ilk bakışta, çoğulcu demokrasiyle karıştırılabilir. Çünkü çoğulcu demokrasi, toplumun tüm kesimlerini eşit hakları haiz kılmak amacıyla, seçilmiş organların iradelerini sınırlamayı gerektirir. Ancak çoğulcu demokrasideki sınırlama, hukukun üstünlüğüne, insan hakları ve özgürlük değerlerine dayanır. Üstelik bu sınırların nerede başlayıp, nerede bittiği önceden görülebilir. Vesayet sisteminde ise sınırlamanın amacı, hukukun üstünlüğünü değil, herhangi bir siyasi veya ideolojik tercihi korumak ve rejimin en güçlü unsuru haline getirmektir. Bu yüzden, vesayet organlarının sınırlama eğilimi keyfidir, önceden görülebilir nitelikte değildir. Herhalde belirtmeye gerek yok, vesayetçiliğin yaratacağı sistem otoritarizmdir. Bu açıklamadan sonra şunu söyleyebiliriz; 1982 Anayasası kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti gibi kavramları, Türkiye koşullarına uyarlayarak, bu kavramların arkasına vesayetçiliği yerleştirmiştir. Bu nedenle 1982 Anayasası sisteminde en büyük güç, vesayet organlarına aittir. Seçilmiş organlar da sözüm ona demokrasi oyununun figüranlarıdır.

» Değişikliğe karşı çıkanların, “82 Anayasası zaten değişmişti, yeni bir şey değil bu” şeklinde bir tutumları var. 82 Anayasası’nda bugüne kadar yapılan değişiklikler köklü değişiklikler miydi? Geçmişteki değişikliklere baktığımızda, değişikliğe karşı çıkanların argümanları haklı sayılabilir mi?

1982 Anayasası, bugüne kadar pek çok kez değişti. Üstelik bu deşiklikler, liberalleşme, demokratikleşme ve sivilleşme yönünde çok önemli ilerlemeler sağladı. Ne var ki bu değişikliklerin hiçbiri, vesayet mekanizmalarına dokunmadı. Bu nedenle bu mekanizmalar aracılığıyla anayasa düzenine nüfuz eden milliyetçi, devletçi ve yasakçı ruh varlığını muhafaza etti. Zaten referandum sürecinin böylesine kutuplaşmaya yol açması da buradan kaynaklanıyor. “Hayır”cılar, bu vesayet mekanizmalarında ortaya çıkacak en küçük çatlağın bir felaket olacağı algılamasını taşıyor ve bu noktada topluma korku pompalayarak, kararsızların hayır cephesiyle bütünleşmesini hedefliyor. Bu paket yürürlüğe girerse, vesayet sisteminde bir çatlak belireceği doğru. Ama o çatlaktan özgürlükler, demokrasi ve sivilleşme yönünde bir evrim süreci başlayacak. Önemli olan, o çatlaktan doğacak olanın ne olduğunu görebilmek.

» Yöntem açısından 82 Anayasası’nın “dikta”, bu değişikliğin ise “dikte” olduğunu söyleyenler var. Maddeler - 82’deki gibi- paket halinde oylanacak. Tek tek oylansaydı değişen bir şey olur muydu?

Her şeyden önce 12 eylülde tümüyle yeni bir anayasayı değil, bu Anayasa üzerinde yapılan kısmi bir değişikliği oylayacağız. 1982 Anayasası’nın yapımı ve halkoyuna sunulmasıyla, bu anayasa değişikliğinin kabulü ve halkoyuna sunulması arasında büyük bir fark var. 1982 Anayasası’nı, beş general ile bu generallerin atadığı 160 Danışma Meclisi üyesi hazırlamıştır. Öte yandan 1982 Anayasası, bu Anayasa metni üzerinde her tür düşünce açıklamasının ve eleştirinin yasaklandığı bir ortamda halkın oyuna sunulmuştur. Anayasayı eleştirmek ve hayır propagandası yapmak yasaktır. Nihayet Anayasayı halka tanıtma yetkisi, tek bir kişiye, Org. Evren’e aittir. 12 eylülde oylayacağımız anayasa değişikliği ise, seçilmiş bir organ olan TBMM tarafından kabul edilmiştir. Gerek bu aşamada, gerekse referanduma giden süreçte serbest bir tartışma ortamı mevcuttur. “Hayır” propagandası yasak değildir. Ne var ki bu ortamın da ciddi kusurları olduğunu belirtmek gerekir. Gördüğünüz gibi liderler, değişiklik paketini halka tanıtmak yerine, seçim kampanyalarına dahi yakışmayan, çirkin bir söz düellosu içindedir. Bu atmosferin, kutuplaşmayı derinleştirmekten başka bir işe yaramadığını söylemek gerekir.

Gelelim sorunuzun diğer boyutuna, demokrasi bir oyun. Bu oyunun asıl aktörleri halkın temsilcileri olmalı. Türkiye için bu oyunun en önemli safhasında anayasa değişikliği yapılırken, asıl aktörler, ya oyun sahasından çekildiler ya da oyunun kendilerine yüklediği rolü yerine getirmediler. Oysa değişiklik paketi, TBMM’deki tüm partilerin katılımıyla, ortak aklın eseri olarak şekil alabilirdi. O zaman referanduma da ihtiyaç kalmazdı. Paketin içerdiği hükümlerin tek bir oy pusulası ile oya sunulması, Anayasa’nın 175. maddesiyle TBMM’ye tanınan açık bir yetki. Nitekim AYM de 111 milletvekilinin bu paket aleyhine açtığı davada, benzer ifadelere yer veriyor. Bildiğiniz gibi iptal isteminin gerekçelerinden biri, paketin tek bir oy pusulası ile halkoyuna sunulmasıydı. Anayasa Mahkemesi, TBMM’nin 175. madde ile kendisine sunulan açık bir yetkiye dayandığını beyan etmiş ve talebi reddetmiştir. Paket hiç değilse iki bölüme ayrılsaydı sonuç değişir miydi? Muhtemelen “Hayır”cıların bir kısmı paketin sadece özgürlüklere ilişkin düzenlemeleri için “Evet” kampanyası yapar, özellikle anayasa yargısı ve HSYK’ya ilişkin düzenlemelerine yönelik olarak gene “Hayır” kampanyası sürdürürlerdi.

» “Demokratik açılım” bu anayasa değişikliğinde tam olarak nerede bulunuyor?

Demokratik açılımın ilerleyememesinin, hedefine ulaşamamasının nedenlerinden biri, Türkiye’deki vesayet sistemi. Bu sistemin tedricen zayıflaması, sadece demokratik açılıma ivme kazandırmayacak, demokratikleşme yönündeki tüm reformların ilerlemesini sağlayacak. Öte yandan bugüne kadar anayasal ve yasal düzeyde gerçekleştirilen reformların da uygulanmasını kolaylaştıracak.

» “Hayır” diyenlerin üzerinde durduğu noktaların başında, paketin yargı bağımsızlığını yok edeceği iddiası geliyor. Bu iddiaya katılıyormusunuz?

Her şeyden önce, yargı bağımsızlığının ne olduğunu ve Türkiye’de bu kavramın nasıl algılandığını açıklamak gerekir. Yargının bağımsızlığı, hukuk devletinin temel unsurlarındandır. Hukuk devletinin amacı, hukuka uygun bir devlet düzeni yaratmaktır. Bu ise kamu otoritesi kullanılarak yapılan tüm işlemlerin, hukuka uygunlukları yönünden yargı denetimine tabi olmasını gerektirir. Yargı denetiminden beklenen yararın ortaya çıkması ise ancak, yargının bağımsızlığı ile mümkündür. Yargı bağımsızlığının kurumsal ve bireysel olmak üzere iki boyutu vardır. Kurumsal bağımsızlık, yargı faaliyetinin cereyan ettiği mahkemelerin bağımsız olması ve bu faaliyetlere yönelik herhangi bir etkinin mevcut olmamasını ifade eder. Bu kural, Anayasamızın 138. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede, hiç kimsenin veya bir organın mahkemelere, görülmekte olan bir dava ile ilgili, emir ve talimat veremeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı hükme bağlanmıştır. Bu hükme rağmen, Türkiye’de pek çok kişi ve kurum mahkemeleri etkileyebilecek açıklamalarda bulunmaktadır.

Bireysel bağımsızlık ise hâkim ve savcıların anayasa ve kanunlardan kaynaklanan görevlerini yerine getirmeleri nedeniyle, özlük haklarından mahrum kalacakları endişesini taşımayacakları bir yapı içinde sağlanır. Bu da yargı mensuplarının özlük hakları üzerinde karar verme yetkisinin, bağımsız kurullara ait olmasıyla mümkündür. Türkiye’de bu görevi, HSYK yerine getirmektedir. HSYK’nın yapısı ve işleyişi, yargı mensuplarının bireysel bağımsızlıklarını garanti edecek nitelikte değildir. Her şeyden önce kurulda yargının tümü değil, sadece iki yüksek yargı kuruluşu temsil edilmektedir. Bu organ, demokratik meşruiyetten ve hesap verirlikten yoksundur. Kararları şeffaf değildir. Bu kararlar için etkin bir itiraz mekanizması mevcut değildir. Nihayet HSYK kararları yargı denetimine de kapalıdır. Paket, HSYK’nın bu kusurlu yapısını önemli ölçüde değiştirerek, onu demokratik dünyadaki emsallerine yaklaştırmaktadır. Adalet Bakanı, kurulun bir üyesi olmaya devam edecektir ama onun şu an sahip olduğu yetkiler, büyük ölçüde sınırlanmakta ve sembolikleşmektedir. Pakete göre HSYK üç daireden oluşacak, HSYK’nın tüm yetkileri bu daireler tarafından kullanılacak, bakan ise dairelerin çalışmalarına katılamayacaktır. Üstelik Kurulun bağımsız bir sekretaryası olacaktır. Bu yüzden ben paketin HSYK’ya ilişkin hükümlerini isabetli buluyorum. Ancak, bu paketle HSYK’ya üye seçmek konusunda, Batı demokrasilerinde olduğu gibi, parlamentoya yetki tanınmamıştır. Böyle bir yetki tanınsaydı, daha isabetli olacaktı.

» Pakette YÖK, zorunlu din derslerinin kaldırılması, seçim barajının düşürülmesi gibi 12 Eylül’ün getirdiği düzenlemelerin olmaması eleştiriliyor. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu, kısmi bir Anayasa değişikliği paketidir. Dolayısıyla, ancak Anayasanın bazı hükümlerini değiştirmektedir. Eğer tüm anayasal sorunlarımızı çözmemiz gerektiği konusunda samimiysek, bu, ancak yeni bir anayasanın yapılmasıyla sağlanabilir. Öte yandan yüzde 10 ülke barajı, Anayasa’da değil, Milletvekili Seçimi Kanunu’nda yer almaktadır. Bu nedenle bu barajın düşürülmesi, bir anayasa değişikliğinin konusu değildir.

» Paketi yeterli görüyor musunuz? Size göre eksikleri neler?

Sanıyorum bir önceki sorunuza verdiğim cevap, bu konudaki düşüncemi açıklıyor. Ben her vesileyle Türkiye’nin demokratikleşme sürecindeki sorunlarının, kısmi anayasa değişiklikleriyle değil, demokratik ve özgürlükçü bir zihniyetle hazırlanan, yeni bir anayasayla mümkün olabileceğini belirttim. Kaldı ki, dünyanın en demokratik anayasasını kabul etmek de sorunu çözmeyecektir. Sonuçta anayasalar, demokratikleşmeyi ancak kolaylaştıracak bir zemin yaratabilirler. Bu süreci şekillendirecek olan, insanların iradesidir. Bu yüzden demokratik bir anayasa yapmaktan daha zor olan, demokrasi kültürünün yaratılmasıdır ki, Türkiye’nin problemlerinin odağında böyle bir kültürden yoksun olmamız yer alıyor. Aslında bu, bir bakıma yumurta-tavuk ilişkisi gibi. Demokrasi ve hoşgörü kültüründen yoksunluğumuz, demokratik bir anayasa hazırlamamızı engelliyor. Böyle bir anayasaya sahip olmamamız, demokrasi kültürünün yeşermesini güçleştiriyor. Bu yüzden işimiz zor ama imkânsız değil. Yeni bir anayasa yapmanın gerekliliğine inanmak ve bu yönde mücadele etmek kadar, bu çorak topraklarda demokrasi kültürünü de yeşertmek için çaba sarf etmeliyiz.

Taraf/10.09.2010
11 Eylül 2010

sultan

Serap Hanım'ın kendisi ile tanışmak gibi bir şansım da olmuştu. Bu düşüncelerini İstanbul'da dinlemiştim. Harika bir zeka çok güzel bir kadınla tanışmıştım.
12 Eylül 2010

izmirli87

Sn. Serap Yazıcı gerçekten mükemmel bir insan. Görme engeline rağmen hayata sıkı sıkıya bağlanmış ve hukuk alanında ise mükemmel bir anayasacı akademisyen. Keşke herkes kendisiyle tanışma fırsatını yakalayabilse. ----- Hasan Pehlivan
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0