Unutulmayan...

14 Şubat 2013 15:07 / 1659 kez okundu!

 


Gazeteci de zamanla kan ve ölü görmeye alışmış bir doktor serinkanlılığı ile yapmaya başlar mesleğini. En sıcak olayların, çatışmaların, hareketin ‘o an’ını, gerçekliğini yakalamanın başka yolu yoktur çünkü. Onlarca metre yükseklikte bir kalasın üzerinde çalışan inşaat işçisi ya da yerin derinliklerinde bilinmezliğe kazma sallayan madenci gibi işine yoğunlaşmalıdır. Aksi tutum, bazen işin, haberin atlanmasını bazen de yaşamla bağın kopmasını bile getirebilir.

Yine de her insanda olduğu gibi gazetecilerin meslek yaşamında da unutamadıkları anlar vardır. Tüm ‘profesyonel iş anlayışına’, duyguları kontrol altına almış soğukkanlı yaklaşıma rağmen, bazı anlar ‘unutulmaz’. Bellek o anı, olayı korur ve en olmadık yerde birden aklınıza geliverir.

Kaza geçirmiş birinin yaşadıklarına benzer gazetecinin o andaki yaşadıkları. Anın sıcaklığı ile çok anlaşılmaz etkisi. Zaman geçtikçe anlarsınız duygularınızda yarattığı depremi.

İşte bir gazetecinin o unutamadığı anlardan birisini Alman ve Fransız Televizyonlarına belgesel program çeken meslektaşım Halil Gülbeyaz anlattı geçen yıl. Türkiye’deki altın işletmeciliği ve buna karşı verilen halk direnişinin ilk dönemlerini ele alan 15’e yakın belgesel çekmişti Halil. “Unutamıyorum” dediği olayı ise Kütahya Eti Gümüş tesisleri yakınındaki Dulkadir Köyünde yaşamış.



700 yıllık Dulkadir köyü, siyanürle üretim yapan Eti Gümüş Tesislerinin bölgeye gelmesinin ardından başlayan kanserler nedeniyle 10-15 yıl içerisinde boşalmış. Halil, Dulkadir’e bu durumu çekmek için gitmiş. Sonrasını unutamıyor işte;

Gittiğimde kanserli bir avuç insan gördüm orada. Beyninde tümör olduğu için dengesini zor sağlayan, gelini ve oğlu ölmüş yaşlı bir amca iki tane torunuyla yanıma geldi. ‘Bende öleceğim. Bunlara kim bakacak” diye gösterdi çocukları. Amcaya o kadar çok üzüldüm ki!.. Hiç unutamıyorum. Yanımızdaki bütün paralarımızı onlara bıraktık çıktık köyden. Gerçekten o kadar acıklı bir durumdaydılar.

Bir gün sonra, Halil ve o zamanlar Radikal’de çalışan gazeteci İbrahim Günel tekrar gitmek istedikleri köyün girişinden geri dönmüşler. “Köye doğru gidiyorduk ki eski muhtar bizi durdurdu. “Aman gidin, kaybolun” dedi. Ne olduğunu sorduk. “Siz gittikten sonra jandarma bastı burayı. Her yerde sizi arıyorlar”.

O zaman olayın aslında tahmin ettiklerinden daha vahim olduğunu anlamış iki gazeteci. Halil, köylülerin kobay olarak kullanıldığını anlatıyordu yıllar sonra;

Bir takım testler, kan tahlilleri yapılıyordu. O insanları gözden çıkartmışlardı bence artık ve onların anatomik reaksiyonlarını ölçüyorlardı sadece.

Aradan 20 yıl geçti. Dulkadir’in kalan son evleri de geçtiğimiz yıl şirket tarafından satın alınıp yıkıldı. 700 yıllık köy haritadan silindi. Kerpiçten taştan evleri, tozlu sokak aralarında fısıldayan rüzgarları, kendi toprağının koynunda ebedi uykusuna yatan ölüleri ve masmavi göğünde dönen ebabilleriyle…

Anadolu’da daha kaç köy böyle haritadan silinecek? Daha kaç anne, baba, dede çocuklarının, torunlarının geleceğinin ellerinden alınmasına göz yaşı dökecek. Daha kaç unutamayacağımız anlarla yüzleşmek zorunda kalacağız biz. Hepimiz... Daha kaç…


Özer AKDEMİR

14.02.2013

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.