Mine Uygur ve Feryal Bekdik Portekiz'de - 4

21 Ağustos 2007 00:00  

 

Mine Uygur ve Feryal Bekdik Portekiz'de - 4

Portekiz’in Avrupa’nın ayakkabı ve tekstil deposu olması nedeniyle biraz alış veriş yapmak istiyoruz. Ayakkabı mağazalarının birinden çıkıp birine giriyoruz. Hediyelik eşya alıyoruz.




Öğleden sonra tur ile şehir dışına gideceğiz. Turu saatine kadar kalan vakti Gulbenkian Müzesi’nde
geçiriyoruz. Müze işadamı Calouste Gulbenkian'ın mirası olarak ve Calouste Gulbenkian Vakfı
tarafından Ekim 1969'da açılmış. Gulbenkian Üsküdar doğumlu Ermeni işadamı. Müze’de Türkiye’den de eserler var. İznik çinileri, halılar bunlardan bazıları. Müzedeki eserler çok çeşitli. Rodin’in heykeli de var, Van Gogh’un tablosu da var. Çin tabakları, para koleksiyonu say sayabildiğini…





Bu arada müzenin alt katında özel sergiler oluyormuş. Aşağıya indiğimizde Sakıp Sabancı
Müzesi’nden gelen tabloların sergilendiğini görüyoruz. Nasıl heyecanlanıyoruz? Nasıl hoşumuza
gidiyor? Sergiyi gezdikten sonra anı defterine Türkçe olarak duygularımızı yazıyoruz. Tekrar Rossi’ye dönüyor sokak arasında ki kafelerden birinde karnımızı doyuruyoruz. Gezide yemek üzere yanımıza, pastaneden kek, kurabiye alıyoruz.



Saat 14:30 da Carris’in tur otobüsüne binerek şehir dışına doğru yola çıkıyoruz. Yol üzerinde su
kemerlerini görüyoruz. Kraliyetin yazlık sarayı Queluz’un önünden geçiyor, Ülkenin batısına doğru
ilerliyoruz. İlk durağımız Sintra kasabası. Burası 1995’de Unesco’nun Dünya mirası listesine alınmış bir kasaba. Kasabanın merkezinde ki Kraliyet Sarayı’nı geziyoruz. Burası kraliyetin Müslüman üyelerine ait bir saraymış. Çok büyük bir mutfağı ve mutfak kısmından çıkan ve kasabanın her tarafından görülen iki koca konik bacası var. Saray 15 ve 16. yüzyıl duvar fayansı süslemelerinin en güzel örneği. Tüm Portekiz’de gördüğümüz dini ağırlıklı mavi fayanslar burada da mevcut. Bu mavi fayanslarla yapılan sanata “Azulejo” deniyor.





Saraydan çıkıp Sintra’yı turluyoruz. Kaleye çıkıp oradaki sarayı gezmeye vakit yok. Biz de kasabada
vakit geçiriyor, hediyelik eşya satın alıyoruz. Sintra’dan sonra Cabo de Roco’ya gidiyoruz. Burası
Avrupa’nın en ucu. Otobüsten inince rüzgardan eteklerimiz kafamıza geçiyor. Avrupa’nın en ucu ve
de Atlas Okyanusu’nun başlangıcı. Sintra Belediyesi 1979 yılında buraya bir de anıt dikmiş. Üzerine de 38 derece 47 dakika kuzey enlem ve de 9 derece 30 dakika batı boylamında ve de Avrupa’nın en
ucundasınız diye yazmış.





Atlas Okyanusu köpürüp duruyor. İnsanlar iyi cesaret buradan denize açılmışlar. Bu fırtınaya
yollanan sevgililerde ya gelir ya gelmez. Çoğu da gelmemiş zaten. Kadınlar Fado söylemesin de ne
yapsın. Fırtınadan serseme dönmüş halde kafeye giriyor ve de kahve içiyoruz. Tekrar otobüse binerek
Cascais’e doğru yol alıyoruz. Yol boyunca sörf yapanlara, kumsalda sere serpe yatanlara denize girenlere bakarak Cascais’e varıyoruz. Cascais, Roman,Vizigot ve Araplar döneminde gözde olmuş bir liman şehri. Şimdilerde ise balıkçılıkla geçinen büyükçe bir kasaba ve de Lizbon’luların sayfiye şehri. Cumhurbaşkanı’nın yazlık konutu da burada. Kıyı boyu yürüyüp resim çektikten sonra kasabadan ayrılıyor Lizbon’a doğru geri dönüşe geçiyoruz.




Otelde üstümüzü değişip bu sefer şehrin bir başka ünlü alış veriş merkezi Amererio’ya gidiyoruz. Alış veriş merkezinde biraz dolanıp So Restoran’da yemek yiyoruz. Seçimimiz sardalya ve şarap.




24 Haziran 2007 Pazar

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0