Türkiye'den Irkçılık Manzaraları: İzmir'in Mardinlileri - Mithat Sancar

03 Aralık 2007 04:21 / 1913 kez okundu!

 

"İzmir Konak Belediye Meclisi'nde meclis üyelerinin çoğunluğu Mardinli... İzmir'de Mardinliler Konak'ı işgal etmiş. Dönerciler, kokoreççiler o güzelim Halit Ziya Bulvarı'nın içine etmişler... Bir süre önce İzmir'de o çirkin görüntüleri görünce çok ü

"Güzel İzmir, çirkin Mardinliler, İzmir'in güzelliğini bozan çirkin Mardinliler!" Ne kadar tanıdık bir zihniyet. "Yabancı düşmanlığı, refah şovenizmi ve ırkçılık" karışımı mide bulandırıcı bir bulamaç. Bu zihniyettekilerin sürekli öfkeyle söz ettikleri Avrupa'da derinden işleyen ırkçı tezlerin banal bir iktibası.



Mehmet Taş'ın 1999'da yayınlanan "Avrupa'da Irkçılık" adlı kitabında, "geleneksel ırkçılık" ile "yeni ırkçılık" arasındaki ayrım şu şekilde açıklanır: "Geleneksel ırkçılar bir ırkın üstünlüğüne duydukları inancın propagandasını yaparken, yeni ırkçılar ırklar ve kültürler arası farklılığın propagandasını yapar. Bu gruba giren insanlar, yabancıları ve onların davranış biçimlerini hedef alırlar. Yabancılarla yaşamak zorunda kalan yerli insanlar, onları kısaca şöyle tarif ederler: Kirli ve gürültücüdürler, yerlere tükürür traş olmazlar; çocukları insanlara, kanunlara saygısızdır; bunlar büyüyünce esrar kaçakçısı, gangster, esrarkeş olurlar."



Kim bunlar peki? Sadece en bilinen örnekleri sıralayalım: Fransa'da "göçmenler", yani özellikle Kuzey Afrika ülkelerinden gelenler; Almanya'da başta mülteciler ve Türkler olmak üzere yabancılar; Hollanda'da Müslümanlar ve Surinamlılar; İtalya'nın genelinde Afrikalı göçmenler, Kuzeyinde ise bunlara ilaveten Güney İtalya'dan gelenler... Listeyi uzatabiliriz; ama ne kadar uzatırsak uzatalım, hepsinde ortak olan nokta aynı kalacaktır. Yani kim bunlar? En alttakiler, en yoksullar; yeşerdikleri ve yaşadıkları yerleri ve toplumları, siyasal, ekonomik vb. nedenlerle terk etmek zorunda kalmış insanlar.



Genel olarak Ege'nin, özel olarak İzmir'in, "kültür ve refah şovenizmi"ni kışkırtmak için en gözde bölgeler olduğu, yıllardır yazılıp söyleniyor. Daha 1990'ların başlarında, Yüksel Çakmur'un belediye başkanlığı zamanında Kemeraltı'ndaki seyyar satıcıların şehrin "modern ve uygar görüntüsü"nü bozdukları gerekçesiyle tasfiyeleri gündeme gelmişti, ki o seyyar satıcıların hemen hepsi "güneydoğulu"ydu. Burhan Özfatura zamanında da, İzmir'e "güneydoğulu" akışını önlemek için, "iç pasaport" ve "hemşehrilik vergisi" gibi "tedbirler" tartışılmıştı. "Güneydoğulu" söylemi, "ırkçılık suçlamasıyla karşılaşmamak için seçilmiş bir paravan tabii; herkes bundan ne kastedildiğini biliyor. Nitekim birkaç yıl önce Türkçü Toplumcu Budun Derneği adlı ırkçı örgüt, diğerlerinden "daha dürüst" davrandı, bu paravanı kaldırdı ve hedefin adını açıkça koyarak İzmir'de bir kampanya başlattı: "Kürt nüfus azaltılsın, Kürtler kısırlaştırılsın!"



Şimdi, Hikmet Çetinkaya gibiler, Batılı sömürgecilerin yüzyıllar boyunca talan ve zulüm politikalarını meşrulaştırmak için kullandıkları "uygar - barbar", "modern -ilkel" ayrımlarını bu topraklara uyarlamaktan hiç rahatsızlık duymuyorlar. Ama arada bir fark var. 0 sömürgeciler, ilkel yerlileri uygarlaştırmak için oralara gittiklerini söylüyorlardı; işgal edenler onlardı. Oysa burada ilişki tersine dönmüş; "ilkel Mardinliler, uygar şehrimiz İzmir'i işgal etmişler!" Bu durumda, yapılacak şey bellidir: Bir "sınır içi operasyon" düzenleyip işgalciyi kovmak; hatta denize dökmek! Avrupa'da neo-naziler ve her türden ırkçılar da, oralardaki "ötekiler"e karşı "nihai çözüm" olarak bunu düşünüyorlar. Kendine "ulusalcı" diyen zihniyetin kimlerle akraba olduğunu görüyor musunuz? Sabah akşam küfrettikleri Batı'nın sömürgeciliği meşrulaştırmak için kullandığı akılla, saldırıları "bizden" saydığımız kişilere yönelince öfkelendiğimiz ırkçı faşistlerle!



Yine İzmir'deki Mardinlilere dönelim. Yıllardır İzmir'de Mardinliler üzerinden alttan alta işletilen bir "sosyolojik ırkçılık" döngüsü var. Her türlü kötülüğün kaynağını, dönüp dolaşıp Mardinlilere bağlayan bu uğursuz mekanizma, farklı çevreler tarafından değişik amaçlar için devreye sokulabiliyor; örneğin bir siyasal partinin içindeki iktidar kavgasında pervasızca kullanılabiliyor. Hikmet Çetinkaya'nm yazısının genel bağlamını okursanız, buradan yükselen pis kokuyu sizler de hissedersiniz. Yani İzmir'deki Mardinlilere, Nazi Almanyası'ndaki Yahudiler muamelesi yapan bir çevre ve bu çevrenin yaygınlaştırmaya çalıştığı böyle bir zihniyet söz konusu burada.



Bu ırkçı propagandanın sadece İzmir'deki Mardinlilerle sınırlı olmadığını da biliyoruz. Büyük şehirlerdeki kapkaççıların, hırsızların, tinercilerin hepsinin Kürt olduğunu, "bu marazların Kürtlerin kanında bulunduğunu" açıkça yazıp çizen çok sayıda dergi, gazete, internet sitesi var. Ne "hik-mef'se, bunlarla ilgili hiçbir adli işlem de yapılmıyor. Oysa Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesinin ikinci fıkrası herhangi bir tereddüde yer vermeyecek kadar açık: "Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Şimdi sizlere ve savcılarımıza soruyorum: Hikmet Çetinkaya'nm yaptığı ne?



Demek ki, Hikmet Çetinkaya da, tıpkı ırkçı söylemleri kullanan diğerleri gibi, kendisini bu açıdan çok rahat hissediyor. Haksız da sayılmaz hani! Çünkü ırkçı söylemler, bu ülkede bir süredir "normalleşti, olağanlaş-tı"; hatta "vatanseverliğin göstergesi" haline geldi. Çünkü bu ülkede, "dostlara adil davranılır, düşmana kanun uygulanır."



Irkçılık virüsü, bulaştığı insanlarda öncelikle vicdanı ve mantığı yok eder. O zaman da, Hikmet Çetinkaya'ya veya benzer zihniyete sahip diğerlerine, göçlerin nedenlerini, yoksulluğun sonuçlarını izah etmeye çalışmak artık anlamsızlasın "İzmir'in İnci-raltı ve Sahilevleri bölgelerinde midye avlamak için uzun çizmeleri giyip suya çamura dalan, saatlerce didinip çabalayan o emekçilerin bütün bunları İzmir'i çirkinleştirmek için mi yaptıklarını" Çetinkaya'ya ve benzerlerine sormak gereksiz. "O güzelim Halit Ziya Bulvarı'nın içine eden midyecilerden mi, yoksa bunların Mardinli olmasından mı rahatsızlık duyduğunu" sormak da nafile. "İzmir'in İzmirlilere ait olduğunu" düşünen birinin, "ülkenin bütünlüğünden ve toplumun birliğinden ne anladığını" sorgulamak da faydasız.



Yapmamız gereken şey, elbette ırkçılığın her düzeydeki tezahürüyle sonuna kadar mücadele etmek, yani "ırkçılığa dur demek"!



Bu çerçevede, mesela, keşke Mardin'in çok-kültürlülüğü, çok-dilliliği, çoğulculuk içinde birlikte yaşayıp güzellikler üretmeyi kendiliğinden öğreten o güzel havasını bu ülkenin tümüne yayabilsek!



Irkçılığı durduramazsak eğer, söyleyecek tek söz kalır geriye: "Ağla sevgili yurdum, ağla sevgili şehrim!"



Prof. Dr. Mithat Sancar



Birgün gazetesi

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.