Kavga - Ahmet Altan

09 Eylül 2008 18:31 / 1488 kez okundu!

 

(...) “Ergenekon’un avukatlığını” üstlenen CHP lideri Baykal, bu davada nasıl “savcılığa” soyunarak inandırıcılığını zedeliyorsa, başbakan da Ergenekon’daki “savcı” rolünden bu davada “avukat”

***


İnsanın içi eziliyor seyrederken.



Bir yandan, çok uzun yıllardan beri kapalı kapılar ardında sürdürülen o pespaye pazarlıkların ortaya dökülmesinin sağlıklı bir sonuç vereceğini düşünüyorsunuz...



Bir yandan da yaşadığınız ülkenin sefaletini görüp bunalıyorsunuz.



Başbakan, Türkiye’nin en büyük medya patronunu ciddi bir biçimde silkeliyor.



Patronun, elindeki gazetelerin ve televizyonların gücüne güvenerek, “ben Hilton’a o kadar parayı boşuna mı verdim” dediğini açıklıyor.



Medya patronunun, Hilton arazisine rezidans yapmayı planladığını, bunun için kendisinden yardım istediğini, yardım edilmeyince de saldırdığını ileri sürüyor.





Bu ülkede, “o medya grubu asla öyle bir şey yapmaz” diyecek kimsenin bulunduğunu sanmıyorum.





O grubun çok günahı var.





Ama Başbakan medya patronuna yüklenirken, “Deniz Feneri” skandalına pek değinmiyor.





Hatta hafiften savunur bir hali var.





Neyi savunuyor?





Bizim bugün çok geniş bir özetini yayınladığımız iddianamede itiraflar yer alıyor.





Banka hesapları, dekontlar, toplanan paralar, Türkiye’ye götürülenler, sahte imzalar bulunuyor.





İddianame, çok ciddi bir dolandırıcılık olduğunu gösteriyor.





Tamam, mahkeme henüz karar vermedi, o insanlar henüz mahkûm olmadı ama sonuç ne olursa olsun itiraflar orada duruyor.





Başbakan bunu savunacağına, bu dolandırıcılığın Türkiye ayağını soruşturmalı.





Bunu hem ülkenin yöneticisi, hem de “inançlı” biri olarak yapmak zorunda.





Çünkü paralar “din” adına toplanmış.





Sadece iktidar partisinin yakınları değil dindarlar da töhmet altında.





İnançlı biri, bilebildiğim kadarıyla kirli bir işle din sözcüğünün yan yana gelmesine izin vermez.





Hele elinde buna izin vermemek için güç varsa.





Ama Başbakan öyle yapmıyor.





Soruşturmuyor.





Savunur bir edayla konuşuyor.





“Ergenekon’un avukatlığını” üstlenen CHP lideri Baykal, bu davada nasıl “savcılığa” soyunarak inandırıcılığını zedeliyorsa, başbakan da Ergenekon’daki “savcı” rolünden bu davada “avukat” rolüne geçerek inandırıcılığını zedeliyor.





Hürriyet gazetesi, patronunun amacı ne olursa olsun, iyi bir gazetecilik yapıp olayı ortaya çıkarmış.





Bu gazetecilik başarısını, patronunun “niyetini” sorgulayarak küçümseyemezsiniz.





Olay ortada.





Ve, gereği yapılmalı.





Başbakan da sorumlu biri olarak gereğini yerine getirmek, olayın bütün yönlerini araştırmak zorunda.





Bunu yapmazsa, bu olayın gölgesi onun da üstüne düşer.





Bu, işin başbakanla ilgili bölümü.





Bir de medya patronunu ilgilendiren yanı var tabii.





Medya patronunu izledim televizyonda.





“Benim devletle çok işim var, her gün devletten bir şey isterim” diyordu.





Elinde bu kadar büyük bir medya gücü bulunan birinin devletle bu kadar yakın bir ilişkisi olması normal mi?





Petrol rafinerisi istiyor, “rezidans” yapma hakkı istiyor, yeni bir televizyon frekansı istiyor.





Hep devletten istiyor.





Ve elinde, devleti yönetenleri tehdit edecek büyük bir güç bulunuyor.





İstediği gibi pazarlık yapabilir, hakkı olmayanı alabilir.





Anlaşılan pazarlık da yapmış.





Birçok olayda da istediğini de almış.





Devletle bu kadar çok işi olan birinin “gazeteciliğinin” tarafsızlığına güvenmek o kadar kolay değil.





Bugüne dek gazeteciliği hep bu ilişkiler kirletti.





O kir hâlâ gazetelerin üstünde duruyor.





Bir de devletin içindeki “güçlerin” kendi aralarındaki çekiştiklerini düşünürseniz, o güçlerin arasından birini seçip ittifak yapmanın, seçtiği gücün iktidarı ele geçirmesine yardımcı olmanın, medya patronlarına büyük avantajlar sağlayacağını anlarsınız.





Biz bunu 28 Şubat’ta çok açık gördük.





Hürriyet gazetesinin, darbecilerin hazırladığı “andıcı” yayınlayan gazete olduğunu da hatırlıyoruz.





Patronunun, kendi itirafıyla açıkladığı ilişkilerine bakarsanız, bu gazetenin her davranışından, her manşetinden kuşkuya düşülebileceğini de fark edersiniz.





Bence, medya patronlarının devletle olan bütün ilişkilerinin durdurulması gerekir.





Aksi takdirde “kapalı kapılar” ardında çok kirli pazarlıklar yapılır, şantajlar, tehditler yaşanır...





Ki biz bugün bu tür şantaj kokulu bir ilişkinin içyüzünü de açıklıyoruz.





Bu medya grubundan birinin, bir devlet görevlisiyle yaptığı konuşmanın tuhaflığını siz de okuyacaksınız.





Burası, yaraları irin bağlamış bir ülke.





Kavgalar, bu irini ortalığa akıtıyor.





Bir yanınızla yaranın iyileşeceğini umarak seviniyorsunuz...





Bir yanınızla da ortaya dökülenlerin çirkinliğine içiniz bulanıyor.



Taraf

09.09.2008


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.