Din ve siyasetin yollarını ayırmak ya da tersi -2 (Kürtajı okumak)

09 Haziran 2012 12:14 / 2856 kez okundu!

 


Otoriter Muhafazakarlığın günümüzde Yeni Sağ-Yeni Muhafazakarlık olarak adlandırılabileceği görüşüyle bitirmiştik birinci bölümü. Liberal Muhafazakarlık ve Otoriter Muhafazakarlık arasındaki temel ayrımları ortaya koyarken, birincisinin İngiliz tipi gelişime, ikincisini ise Fransız tipi gelişmeye örnek olduklarını da söylememiz gerekiyor.

İngiliz tipi Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin Liberal karakteri nasıl Liberal Muhafazakarlığın karakterini belirlemişse, Burjuvazi ve Aristokrasi arasındaki mücadelenin devrimsel-sert karakteri de Fransa’daki muhafazakarlığın otoriter karakterini belirlemiştir.

Muhafazakarlığın ideolojik-kültürel karakterini oluşturduğu bu Aydınlanma-Modernleşme karşıtlığı ve gelenek-geçmiş ve statüko yararına değişime karşı olma düşüncesi günümüze kadar devam eden bir sürecin kurucu aşamasıdır. Bu kurucu aşamanın, kendi içinde geliştirdiği çeşitli aşamalardan sonra, günümüzde Yeni Sağ olarak da adlandırılan üst yapısı altı noktada kendini ortaya koymaktadır: 1. Kapitalizm yanlısı bir düşünce tarzı, 2. Liberalizm savunusu (ve Neo-Liberalizm) 3. Muhafazakarlık, 4. Dindarlık, 5. Milliyetçilik, 6. Otoriterlik. Burada Liberalizm ve Muhafazakarlık arasındaki farklılıkları unutmamak bizi yeni bir indirgemecilikten koruyacaktır. Bu ikisi arasında temel farklar olduğu gibi, birbirlerini birleştiren-ortaklaştıran yanların olduğu da vurgulanmalıdır. “Sol”a karşı ortaya konulan siyasal tavırda ve kapitalizm yandaşlığında ortaklaşan bu ideolojiler, otoriterlik ve milliyetçilik gibi ideolojilerde ise farklılaşmaktadır.

Burada bizim konumuz açısından konuşulması gerekenin, Liberal muhafazakarlığın otoriter bir muhafazakarlığa dönüşme sürecinin temel ayırımlarının neler olup-olmadığı ve bunun toplumsal yaşam anlamında ne gibi sonuçlar doğuracağı üzerine olmasıdır. Milliyetçiliğin Kapitalizme geçişin ve onun sürdürülmesinin bir ideolojisi olduğunu biliyoruz. Özellikle bir önceki toplum biçiminden devralınan iki kutsal olan din ve ailenin (burada aile dinsel inancın taşıyıcı unsurudur, tarımsal toplumda ev kadınlarının kilise ile olan ilişkisi unutulmamalıdır), kapitalist toplumda, sekülerleşme ile birlikte, dinin toplumsal yaşamdan vicdanlara yollanması ile birlikte, okul ve aileye (burada da aile kapitalizmin ilkel üretim döneminde toplumsal üretimin belkemiğini oluşturmaktadır ve ev kadınları bu toplumsal üretimde temel bir rol oynamakla birlikte, sermayenin ihtiyaç duyduğu yeni proleter orduların üretilmesinde de temel aktör olarak görülmekte) dönüştüğünü görmekteyiz. Burada okul, ulusu oluşturma sürecinde sembol ve mitleri kullanarak milliyetçiliğin temel unsur olarak (toplumsal yaşamdan dışlanan) dinin yerine ikame edilmesine hizmet etmekte (elbette okul’un değişik yönlerinden sadece birisidir bu), ve kapitalizmin yeni dini olarak kurulmasını sağlamaktadır.

O zaman ortaya çıkan durum, tam da din ve siyasetin (devletin, iktidarın) arasındaki ilişkilerin birleşik olma haliyle ayrı olma hali arasındaki ilişkilerdir. Feodalizmde, üretimin ve mülkiyet ilişkilerinin yapısı gereği ayni olan din ve siyasetin (İran’daki durum da budur ve bu yüzden bugün arkaik bir İran yönetiminden bahsedebiliyoruz), kapitalizmde de ayni nedenlerden dolayı ayrı olduğunu söylüyoruz. Açıktır ki bu ikisi arasındaki farklılıkların azalması, toplumsal yaşamın giderek dinselleşmesi, dini sembollerin ve mitlerin giderek yaşamın içinde tekrar temel renkler olarak örgütlenmesi sonucunu verecektir. Muhafazakarlığın temel renklerinden olan geleneğe sahip çıkılması, o’nun iyi ve güzel yönlerinin korunması arzulanan bir şey olacaktır. Ama her ne bahasına olursa olsun kör bir gelenek savunuculuğunun, geleceğin üzerini örtmesine izin verilmesi din-siyaset birleşmesinin birinci örneği olarak önümüze çıkacaktır. Eğitimin dinselleştirilmesi, dindar nesil yetiştirme, dini eğitimin sınırlarının bulanıklaştırılarak genele yönlendirilmesi gibi uygulamalar da, din-siyaset birleşmesinin ikinci örneğini oluşturur. Uzun süredir, eğitimin, otoriter laikçi bir çizgide başvurduğu yanlış uygulamaların, bu sefer ters yönde ve modern eğitimin gereksindiği çizgiden uzak bir yöntemle değiştirilmesi, bize “eğitimin gerek duyduğu reform” adımlarının bu olmadığını gösteriyor. Elinde tablet bilgisayar taşıyan dindar nesil değil (bu okulun, devletin, siyasetin ve iktidarların işi değildir), uygarlaşmaya, bilime ve akla açık bir nesildir “eğitimde reform”un istediği adım. İnanç alanının özgürlük isteminin siyasetin alanı dışında konuşulması ve tartışılması gereken bir istem olduğunu kabul etmek ve buna uygun davranmak, özgürlükler alanının içeriğinin doldurulmasının da doğru yolunu gösterecektir. Sanıyorum modernliği içselleştiremeyen ama modernleşmeci, kalkınmacı bir çizgiye sahip olanlar, kendilerini önceleyenlerin yaptığı gibi gelişmeyi sadece ekonominin gelişmesi olarak algılayarak, kendi toplumlarının aleyhine bir yanlışı sürdürüyorlar. Bu da, her iktidarın başına gelenin onların da başına gelmesine neden oluyor, merkeze çekilme ve bir zamanlar eleştirdikleri sistemin içinde boğulma. Ne zaman ki bir iktidar, “güvenlik” ve “otorite” sözünü diline dolamaya başlar, ne zaman ki milliyetçilik zehrini yeniden içmeye başlar, orada artık toplumdan ve halktan gizlenen şeylerin artmış olduğunu düşünebiliriz.

Gelenekle ilişki, eğitimin özgürlükçü-uygarlaştırıcı karakterine bakış Liberal Muhafazakarlığın Otoriter Muhafazakarlıkla olan geçiş sınırlarını göstermesi açısından ilk iki örneği oluşturuyor. Bunlar kadar önemli bir üçüncü unsur ise, dünyanın her tarafında şaşmaz bir biçimde ortaya konulan ve Sağ’ın ve Muhafazakarlığın en temel savunu unsurlarından biri olan “Kürtaj” meselesidir. Bu konu öyle bir turnusol kağıdı olarak işlev görür ki, bunu savunan her kim olursa olsun, hangi dinden olursa olsun sadece bir şey’e saldırır: Kadına saldırır, insan olarak kadına, cinsiyet olarak kadına, aile olarak kadına saldırır. İnsan hakkı olarak tüm insanlara saldırır. Nüfus derler saldırırlar, bebeğin hakkı derler saldırırlar, kadının bedeni yüce yaratanın derler saldırırlar. Bu saldırılar tarih boyunca kadına “ahlak” denerek saldırıların bir özeti gibidir. Ve bu saldırılar, Muhafazakarlığın otoriter Muhafazakarlığa yükselmesinin açık kanıtlarıdır.

Eminim ki kadınlar, başörtülü olsunlar olmasınlar, hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar bu girişimi boşa çıkaracaklardır. Kendi yaşamları, kendi bedenleri ve kendi gelecekleri ile ilgili karar vermek hiçbir iktidarın, hiçbir devletin ve siyasetin haddi değildir ve biz erkekler kadınların yanı başında olduğumuzu gür bir şekilde haykırmalıyız.


Ferruh ERKEM

88.06.2012


Son Güncelleme Tarihi: 09 Haziran 2012 15:41

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.