AB Sürecinde Akademik Çevre ve Sivil Toplumun Rolü

24 Nisan 2007 21:54 / 1856 kez okundu!

 

AB ile 3 Ekim 2005 tarihinde müzakerelere başlayan Türkiyede toplumun ve vatandaşların AB üyeliğine hazırlamasında üniversitelerin ve STK ların önemli bir rolü bulunmaktadır. Üniversiteler ve STK'lar AB'deki benzerleri ile işbirliği içinde seminerler, konferanslar, araştırmalar düzenlemekte ve Türkiye'nin tezleri AB kurumlarına daha kolay anlatılabilmektedir. Böylece, hükümetler ve Dışişleri Bakanlıkları bürokratları arasında tek boyutlu olarak yürütülen ilişkiler daha çoğulcu bir karakter kazanmakta ve ilişkilere insandan insana boyutu da eklemlenmektedir.

AB-Türkiye müzakere sürecinde akademik çevrenin ve sivil toplumun rolü çok önemlidir. Peki bu kesimler rollerini ne denli gerçekleştirebiliyorlar? Özellikle üniversiteler sadece öğrencilerin eğitilmesinde değil, geleceğin toplumunun şekillendirilmesinde de önemli rol oynarlar. Bu bağlamda, Türkiye-AB ilişkilerinin karşı karşıya olduğu zorlukları daha iyi anlayıp analiz edebilmeleri ve tartışmaları şekillendirmeleri gerekir. Hatta bu çerçevede Üniversitelerin, ekonomik ve sosyal aktörlerle işbirliğini geliştirerek, farklı gruplar arasında hoşgörü, işbirliği ve uzlaşı platformunu kurması beklenmelidir. Üniversiteler ürettikleri bilgileri de STK'lar vasıtasıyla topluma yayarak AB sürecinin toplumsal tabanının oluşmasında önemli katkı sağlarlar. Bugün ise Türkiye'de ne yazık ki bu ortam yoktur.

Her şeyden evvel akademik çevrenin AB'yi siyasi bir proje olarak görmeleri çok yenidir. Uzunca bir süre Türkiye-AB ilişkilerinin ekonomik ve güvenlik boyutu çalışıldı, konu sınırlı açıdan ele alındı. İkinci sorun ise AB'ye yönelik çalışmalarda uzmanlaşma yok denecek düzeyde, akademisyenlerin çoğu genel çalışıyor. Ve belki de en önemlisi Avrupa'daki gelişimleri çalışan yok, bu da AB gündemine katkı konulmasını ve entelektüel birikimin bir parçası olunmasını engelliyor.

Kaç üniversite öğretim üyesi Türkiye'nin AB üyeliğini bir "ulusal politika" olarak nitelemekte ve desteklemektedir? Türkiye'de üniversiteler birçok konuda olduğu gibi bu konuda da yeterince bilgi üretememekte ve yeterli sayıda akademik araştırma yapamamaktadır. Yapılan çalışmaların bir kısmı da AB'den gelebilecek potansiyel zarar üzerine odaklanmaktadır.

İşin daha vahim yanı, üniversite camiası, AB taraftarları ve karşıtları arasında sıkışmış durumda. Bu kısır kutuplaşma giderek akademik etiği zorlamakta ve sonuçlar, üniversite hocalarının doğruyu söylediğini düşünen toplumu bilimsel altyapısı olmayan bilgi kirliliğine sürüklemektedir. Örneğin bir zirve toplantısında Başkanlık Sonuç Bildirgesinde olmayan paragrafı yaratarak e-posta yoluyla akademik çevrede dolaştıran akademisyenler vardır. AB'yi artısı ve eksisiyle doğru anlatacakların artık TV'lerde gözükmek istemediği akademik camianın yeni realitesidir. Tam tersi, hiçbir bilimsel geçerliliği olmayan tezleri savunanlar çeşitli baskı gruplarının gücüne bağlı olarak televizyonda gündemi belirlemektedir.

Toplumun şekillendirilmesinde önemli rol oynaması beklenen üniversiteler bu görevi neden yapamıyorlar? Akademik çevrenin AB sürecinde, politize olmadan ve AB sürecini politize etmeden çalışmalarına devam etmesi gerekmekte olmasına rağmen, bu konuda ciddi sorunlar vardır.

Türkiye'nin AB'ye üyeliği bir devlet politikası olarak geliştirdiği, ve bir halk politikası olmadığı için şablonun içinde STK'lara yer verilmemiştir. Birçok STK da AB'yi, müktesebatı, müzakere sürecini tam olarak bilmediğinden rollerinin farkında değildir. Halbuki, AB süreci hakkında toplumun yönlendirme ve aydınlatması açısından STK'lara büyük rol düşmektedir. Müzakere sürecine sivil toplum örgütlerinin katılması, farklı sektörlerin fikirlerini sunabileceği yapıların oluşturulmasını açısından gereklidir. Hazırlanan çalışmalar ve alınan kararlar STK'ların görüşleri de alınarak hazırlandığı takdirde, kamuoyu yaratılarak halka daha kolay anlatılacak ve halkın tepkisi yönetim kademesine daha çabuk iletilecektir.

Fakat, Türkiye'de STK'ların da önemli sorunları var. En önemlisi STK'ların sistemden bağımsız hareket edememeleridir. Bunun temel nedenleri ekonomik yetersizlik, düşünsel altyapı eksikliği ve besleyecek kanalların olmamasıdır. İkinci sorun, sivil toplumdaki dışlayıcılık, adeta ötekini tanımlayarak kendi alanını çizmektir. Hatta aynı konularda çalışan STK'lar da birbirlerini dışlıyorlar. Benzer bir şekilde AB konularını çalışan üniversite hocaları da toplantılarına birbirlerini davet etmekten kaçınıyorlar. Herkes kendi AB toplantısını yapıyor.

İş dünyası tarafından kurulan dernek ve vakıflar diğer STK'larla ortak projeler üretmekten kaçınıyorlar. TÜSİAD gibi etkin STK'ların elitist özelliğinin ve Türkiye'de iş dünyasının sivil toplumun farklı unsurlarını kendi dışında bırakması, sivil toplumda büyük bir zafiyet yaratıyor.

Sorunun çözümü bilimsel altyapı çıkışlı olacaktır. Üniversite AB projesi ile ilgili ürettiği bilgiyi toplumun çeşitli kesimleriyle diyalog halinde ki burada STK'lar, iş çevreleri, yerel yönetimler ve medya önemli rol oynayacaktır, yönetimle ve toplumla paylaşacaktır. Böylece bilgiyi toplumsal tabana yayarak ve her aşamasında tartışarak ve besleyerek yönlendirebilecektir.

Avrupalılaşma sürecinde yaşanacak dönüşümün etkilerini ve AB'nin değerlerinin kendi yaşamını nasıl etkileyeceğini anlaması toplumun AB projesini benimsenmesini kolaylaştıracaktır. Toplum AB projesini sahiplenecektir.

Prof. Dr. Canan Balkır

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.