Gagarin Sokağı

06 Ağustos 2009 23:17 / 1802 kez okundu!

 


Başak Sakızlıoğlu'nun yeni yazısı İstanbul Halk Tiyatrosu'nun "Gagarin Sokağı" oyunu üzerine. 
İyi okumalar...

***

İstanbul Halk Tiyatrosu, Gregory Burke’ün “Gagarin Sokağı” adlı oyunuyla, sezonun en başarılı oyunlarından biri olarak dikkat çekti. İzmir 27. Tiyatro Günleri kapsamındaki turnesinden hatırlayacağınız oyunu Mehmet Ergen yönetiyor. Oyunda, tiyatro dünyasının tanınmış yüzleri, Bahtiyar Engin, Levent Üzümcü, Yıldıray Şahinler ve Deniz Celiloğlu rol alıyorlar. Oyunun dekor ve kostüm tasarımı Barış Dinçel’e, ışık tasarımı ise Kemal Yiğitcan’a ait. 


İstanbul Halk Tiyatrosu ve “Gagarin Sokağı”…

Halk Tiyatrosu, toplumda süregelen sorunları, yanlışları izleyiciye yansıtmaktan öte değiştirmek için çabalar, dolayısıyla politik bir duruşu vardır ve açık biçimi benimsemiştir. 

İstanbul Halk Tiyatrosu, 2008-2009 Tiyatro Sezonu’nda “Sürmanşet” ve “Gagarin Sokağı” adlı oyunlarındaki politik yönelişle halk tiyatrosu olma özelliğini ön plana çıkartıyor.

Gregory Burke’ün Gagarin Sokağı oyunu 2001 yılında Londra’da National Theatre’da oynanıp çok ilgi gördükten sonra West End’e transfer olmuş. Ülkemizde ise ilk kez İstanbul Halk Tiyatrosu tarafından sahneleniyor. Küresel ekonominin büyük bir kriz yaşadığı dönemde Gagarin Sokağı siyasi bakışıyla düşündüren, zekice yazılmış esprili diyaloglarıyla da güldüren bir oyun.

Gagarin Sokağı…

Günümüzde, İskoçya’nın fakir sanayi bölgelerinde yaşayan iki fabrika işçisi, çok uluslu kapitalist sisteme karşı devrimci duruşlarıyla, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve haklarının verilmesi taleplerini medyaya duyurmak amacıyla eyleme geçerler. İçlerinden birinin (Levent Üzümcü) dedesi geçmişte aktif bir komünisttir, dolayısıyla karşı duruş onun için bir aile geleneği gibidir. İşçi sınıfını temsil eden sosyalist bakış açılarını amatör bir tutumla sergilemektedirler. Onlar aslında birer eylem insanı değillerdir, haklarını elde etmenin yolunun zor kullanmaktan geçtiğini düşünmelerinin nedeni, kısır döngü halindeki yaşam koşullarıdır. Şikayet edip kabullenmekten başka hiçbir çıkış yolu olmadığına karar verdiklerinde bir suçlu ararlar ve hedef üst düzey yöneticiler olur. Onlara göre emekleri boşa gitmektedir, kaderleri üst düzey yöneticilerin elindedir, asıl çalışanlar işçiler olduğu halde koşullarını düzeltenler yöneticiler olmaktadır. Hatta, “Kendileri için çalışanların mutsuzlukları, üst düzey yöneticilerin üzerlerinde kalır” der işçilerden biri. Haklı oldukları noktalarla beraber gözden kaçırdıkları bir şey vardır ki o da, işçi haklarını görmezden gelenlerin olduğu bir dünyada, üst düzey yönetici noktasına gelmek için çok iyi eğitim almış ve çok çalışmış insanların da var olduğu gerçeği.

İdeolojiler Üzerine Bir Kavram Sorgulaması…

İki fabrika işçisi, çalışanların seslerini duyurmak amacıyla, amatörce bir siyasi eylem planı yaparlar, çalıştıkları fabrikayı teftişe gelecek olan bir üst düzey yöneticiyi rehin alacaklardır. Firmayı Japonlar’ın elinde olarak bildikleri için gelecek olan adamın da Japon olduğunu tahmin etmektedirler. Adamın kafasına levyeyle vurarak bayıltıp, el arabasıyla içeriye taşırlar. Çekik gözlü olmadığını fark ettikleri adamın kimliğinde yazan isminden onun Hollandalı ya da Flaman olduğunu tahmin ederler. Adam bir ara ayıldığında, Londra’da yaşayan bir İskoçyalı olduğunu söyler, firma kriz nedeniyle bir süre için el değiştirmiş, Amerikalı’lara geçmiştir. Adamı içeri taşıdıkları sırada, gece görevi biten Siyaset Bilim öğrencisi bir güvenlik görevlisi şapkasını unuttuğu için fabrikaya geri dönmüş ve mecburen bu işe bulaşmış olur. Güvenlik görevlisi, apolitik duruşlu, tarafsız bir öğrenci olarak bu eyleme karşıdır, “Artık Sosyalizm, Kapitalizm ayrımı yok, istersen ikisinin de içinde olabilirsin veya ikisini birleştirebilirsin” der. Sol siyaset üzerine öğrenim görmektedir, üstelik dedesi sosyalist bir maden işçisidir, ama dünyanın artık devrimci bir toplumsal yapı içinde olmadığını savunmaktadır. Kavramlar onun için o kadar anlamsızlaşmıştır ki, geldiği yerde Gagarin adlı bir sokak olduğunu anlatır… Bu sokak, adını 12 Nisan 1961’de dünyanın çevresinde dolaşmayı başaran Sovyet Kozmonot Yuri Gagarin’den almaktadır. Gagarin, uzaydaki ilk Sovyet ünvanıyla Sovyetler’de bir kahramandır, Sosyalizm de Sovyetler’de doğup yayıldığı için, oyunun adına esin kaynağı olmuştur diyebiliriz.

Tercihler Öldü, Yaşasın Esaretin Bedeli Yaşamlar!

Rehin aldıkları üst düzey yönetici Frank, bir süre sonra ayıldığında, güvenlik görevlisi gibi aralarındaki tartışmaya katılır. Çok çalışarak geldiği yeri hak ettiğini düşünen bu adam, şirketinin çıkarları için uğraştığını, dünyanın artık bu noktaya geldiğini, yaptığı işi savunmadığını, işinin zaten kendi kendini savunduğunu söyler! Yani bu çağda tek geçerli şey para demektedir ve karşısında bu fikri çürütecek kadar güçlü bir direnç yoktur ne yazık ki! Frank, anarşizmin daha duygusal, idealist, sanatçı ruhlu düşünce insanlarına göre olduğunu düşünmektedir. Ona göre ideolojiler artık düşünce boyutunda kalmıştır, “devrimi işçiler yapar ama onlar da bir türlü organize olmak istemiyorlar, hatta pek çok insan isyan çıkartmaya hazır bir alt sınıf var sanıyor, oysa adamların derdi ganyanda altıyı tutturmak, onların tek isteği satın alma gücü!” diyerek işçi sınıfının politik yönden pasif hale geldiğini dile getiriyor. Onları bu hale getiren de Kapitalizm çarkı değil midir oysa? Frank’e göre, sendikalı işçi hep yapamadıklarının acısını bir gün çıkartmayı istemektedir.

Frank kendini savunmayıp, aksine sözleriyle işçileri kışkırtınca işçilerden biri adamı öldürmeye kalkar, fakat tetiği çekince başta beri tehdit unsuru olarak kullandıkları silahın boş olduğunu fark eder, diğer arkadaşı mermi ekstra ücret olduğu için alamamıştır. Bunun üzerine işçi, yöneticiyi bıçaklar, ellerine kan bulaşınca da “siyaset çok pis iş, devrim yapmışız gibi hissedemedim!” der. Burada, doğru stratejiyle harekete geçemedikleri için amaca ulaşamayan ve eylemleri sözde kalanlara yönelik ironik bir yaklaşım söz konusu. Artık kavga edecek hiçbir şey kalmadı, artık düşman da yok söylemleriyle ideolojilerin öldüğünü dile getiren iki devrimci işçi kendi içlerinde çelişip tartışırlar. Yöneticiyi bayıltan işçi biraz daha yumuşak kalpli ve iyi niyetlidir, olaylara tanık olan güvenlik görevlisine güvenebileceklerini düşünmektedir, gencecik bir öğrencinin canına kıymak istememektedir. Diğeri ise, baştan iyi acemice planladıkları bu eylemin sonuca ulaşmayacağını fark edince işini şansa bırakmak istemez ve gayet soğukkanlı bir şekilde güvenlik görevlisini de öldürür. Finalde “Hiçbir şey olmamış gibi unutup devam edeceğiz” diyen işçi için artık kayıplarla kazançlar arasında bir fark kalmamıştır! Sistem öyle bir biçimde kurulmuştur ki, dünyanın tüm gücü üst düzey yöneticilerin elindedir, çarkın dişlilerinden birini feda etmek sistemi çökertmez, kaldı ki şiddet asla çözüm olmamıştır. Artık idealler uğruna kendini feda etme kavramı geçerliliğini yitirmiştir, çünkü değişim tutkusu da ruhlarımız gibi sisteme boyun eğmiştir. Hayat sessiz kabullenişle devam edecektir, tıpkı kapitalizm esiri yaşamlarımıza hiçbir şey oluyormuşçasına devam etmemiz gibi…

Ve Son Söz…
İşçi, işveren ve öğrenci arasındaki düşündürücü sorgulamaların ironik ve esprili diyaloglarla yansıtıldığı oyun, hiç geçiş müziği kullanmadan, sahne değişimi olmadan, tek mekanda, seksen dakikalık tek perdede olup bitiyor ve tempo hiç düşmeden, oyuncuların mükemmel derecede kontrollü, doğal ve rahat yorumlarıyla seyirlik bir keyif haline geliyor.

Baştan sona teknik ya da içerik açısından iyi bir dramaturgi ve reji çalışması yapıldığı belli olan oyunda, tek göze batan detay küfür kullanımı… Elbette oyun sosyo-psikolojik yönden buna müsait, ancak son yıllarda argonun neredeyse tüm modern tiyatro örneği oyunlarda yaygınlaştığını görüyoruz. Seyirci buna gülüyor diye mi tercih ediliyor, yoksa Amerikan filmlerinin etkisi mi söz konusu? Çünkü küfürler yerel ağızla değil, genellikle aksiyon filmleri benzeri birebir İngilizce çevirisiyle kullanılıyor ve tipik Amerikan polis teşkilatından “Baş Komiser Matt” tavrıyla neredeyse her repliğin başına veya sonuna ekleniyor. Bunun üzerine düşünmek gerek. Benzer şekilde modern tiyatroyu sinematografik ögelerin (flashback-geriye dönüş gibi) ele geçirdiği düşünülürse, Amerikan filmleri savının doğru olması mümkün.

İstanbul Halk Tiyatrosu oyuncularını ve yönetmen Mehmet Ergen’i bu güzel metni böyle başarıyla sahneye taşıdıkları için tebrik ediyorum. Tasarımcı Barış Dinçel’in, yeşil parkanın markalaşmış bir simge haline geldiğini ve kapitalizm karşıtı işçilerin bile marka esiri olduğunu yansıtan kostümleri, ayrıca açık biçim halk tiyatrosuna uygun ekonomik ve işlevli dekoru başarılı. Tercihi politik yönelişli oyunlardan yana olmayanlar için bile zevkle izlenebilen, temposu yüksek, güldürürken düşündüren yetkin bir oyun olan Gagarin Sokağı’nı mutlaka izlemenizi öneririm. Elbette İzmirli’lerin, özel tiyatro topluluklarına ait başarılı oyunları, her yıl İzmir Tiyatro Günleri Kapsamında sembolik bilet ücretleriyle izleme şansı bulduklarını da gururla belirtmek isterim. Tiyatro günlerinin sürdüğü iki hafta boyunca İzmir’de bir şenlik havası hakim oluyor, kentimiz her gece birden fazla salonda dolu olarak oynayan tiyatrolar sayesinde bir Avrupa sanat kenti görünümüne bürünüyor ve seyirci bu durumdan çok memnun… Dileğimiz, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü her yıl kapsamlı bir organizasyon olarak kutlayan İzmir’imizin diğer şehirlerimize de örnek olması ve elbette kentimizdeki sanat etkinliklerinin sürekliliği… 

İyi seyirler…

Başak Sakızlıoğlu
Metin Yazarı - Dramaturg

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.