Utanmayı bilen bir erdemden yoksunluk...

04 Eylül 2012 15:41 / 1566 kez okundu!

 


Korkulacak hiçbir şey yoktur hayatta. Bütün korkular, sadece anlamamaktan doğar. Artık daha az korku için daha fazla anlamanın zamanı - Marie Curie


Koca koca insanlar... Okumuşlar, eğitimliler... Kendilerini modern, çağdaş, görgülü, ilerici diye tanıtmaktan ziyadesiyle memnun olanları da bol aralarında. Hatta solcular da (onlar kendilerini solcu saydığından beri kendimi solcu saymak bana zül geliyor). Ne devrimi, ne demokrasiyi, ne hakkı hukuku kimseye bırakmıyorlar. Dersiniz Allah onları gökten zembille indirmiş. Lakin gelin görün ki nerede kendilerine kolayca yapıştırdıkları bu payelerle çatışan şey varsa onları savunmaktan, yapmaktan da zerre geri kalmıyorlar.

Şimdilerde de Suriyeli mültecilere sardılar. Nicedir Tayyip Erdoğan’a ve AK Parti’ye kızgınlıklarından ne yaptığını bilmez divaneliklerine bir de kanlı bir diktatörü antiemperyalist ilan edip onu aslanlar gibi savunmanın ayıbını eklemişlerdi zaten. E, yegâne maksat ‘Erdoğan ne söylüyor, neyi yapıyorsa onun tersini yapmak’ olunca Allah adamı işte böyle ne yaptığını bilmeyen cüdama çevirir maalesef. O yüzden düştükçe düşüyor, irtifa kaybediyor insanlıkları. Sıkılmadan, utanmadan, ‘ayıptır, günahtır’ demeden, hayatın gerçeğiyle alay edercesine Suriyeli mülteciler hakkında yalan yanlış yazıp, çiziyor; uydurulan haberleri sıkılmadan paylaşıyorlar.

Neymiş pervasızlıkları almış yürümüş. Otobüse, dolmuşa, esnafa para vermiyorlarmış, hatta işin cılkını çıkarmışlar, ‘Tayyip’ten al’ diyorlarmış... Neymiş rahat durmuyorlarmış, olay çıkarıyorlarmış... Neymiş halkı rahatsız ediyorlarmış... Neymiş yaşadıkları yerleri dahi beğenmiyor nankörlük ediyorlarmış... Neymiş de neymiş...

Düşünüyorum insan, bu kadar zıvanadan nasıl çıkar? Nasıl bu denli gerçeğe, akla, vicdana sırtını döner? Nasıl hayatın gerçeklerinden sırf işine gelmiyor diye bu kadar uzaklaşır? Nasıl bu denli ağır iftiralar atar düşmüşe, ihtiyacı olana? Nasıl bu denli çirkinleşir, ahlaksızlaşır, posalaşır hayatları tarumar edilmişlere? Nasıl bu denli hiç sorgulamadan kirli hesapların, uydurulmuş yalanların gazına gelir bedenleri? Ve nasıl bilginin, yüreğin, vicdanın erdemini sorulardan muaf tutup, önüne atılmış yalan haberlere fit eder aklını kolayca? Pes...

Bu türden habislikleri, kötülükleri, acımasızlıkları, empati eksikliklerini, insanlıktan çıkmışlıkları bir türlü anlayamıyorum çünkü. Kafam da, yüreğim de, vicdanım da, adalet duygum da reddediyor. Yine de çabalıyorum onları anlamak için. İşte yine umutsuzca da olsa sormam ondan. Siz mülteci ne demektir bilir misiniz hey kolayından ahkâm kesen efendiler? Hiç düşünür müsünüz nasıl bir kedere tekabül eder mültecilik?

Mülteci, ‘dünyanın en ıstıraplı insanı’ demektir sizin ‘oh ne ala ekmek elden su gölden yaşıyorlar’ demenizin tersine. Evlerinden, yurtlarından koptukları andan itibaren evrenin en yoksul insanları kategorisine girenlerdir. Mazlum, yıkık, kırık, muhtaç, düşmüş, kopmuş, eksilmiş, çaresiz olanlardır. Kapkaranlık sonsuz bir bilinmezliğin ortasında kaybolanlardır. Zamanı unutan, geçmişi silinen, bir dakika sonrasını kestiremeyenlerdir. Düşmüş bir bedene asılı ‘hükümsüzdür’ yaftasıyla deli divane evrene savrulanlardır. Kendi dilinde, ülkesinde bilginin, bilimin, sanatın sultanı olsa sığındığı ülkede dilsiz, kimliksiz kalandır. Mültecilik, emniyetsiz çadır kamplarının çamuruna, tozuna, sıcağına, soğuğuna çaresiz boyun bükmektir. Adamdan bile sayılmayacakların ağız kokusunu çekmek, yalan ve iftiralara katlanmak, itip kakılmalara sabretmek, her türden ayrımcılığa ‘eyvallah’ etmektir.

Sığınılan şehirlerin hakir gören bakışlarına diri diri gömülmektir. Yaban ellerde çığlığın boğulması, aklın oynatması, yüreğin özlemden kurumasıdır. Koca bir ömre ölmeden nokta koymaktır mülteci ya da mültecilik, ötesi var mı? Peki, siz diktatör seviciler gerçekten evinden, ocağından, sevdiğinden, arkadaşından, köyünden, toprağından, şehrinden, sokağından, okulundan, işinden, ülkesinden kopup gelenlerin yaşadıkları dramları hiç aklınıza getiremez misiniz?

Bir gecede dünyanın ortasında cıscıbıldak kalmanın ne demek olduğunu anlamaz mısınız hiç? ‘Kimsesizlik, yalnızlık, hiçlik nedir’ hiç düşünmez misiniz? Kopup gelenin sığındığı yerde ne tür bir itilmişliğe razı olmak zorunda kaldığının acısını içinizde duymaz mısınız hiç? Dış kapının mandalı, evin sığıntısı, kömürlüğün müdavimi, çatı katının üvey evladı olmanın ne türden bir azap olacağını bilmez misiniz?

Ya sevilen her şeyi geride bırakmak zorunda kalmanın kapkara bir bedbahtlığa itirazsız boyun eğmek olduğunu ve öyle yaşamanın rezil bir yok oluşa denk düşeceğini?

Bildiğinizi hiç sanmıyorum...

Bilseniz bu denli düşer, bu denli zıvanadan çıkar mısınız kapınıza sığınmış insanlara laf sokmanın utancını duymadan. Bilseniz iki dilim ekmek verdiğiniz insanların boğazına dizer misiniz o lokmaları yalan haberlerin rüzgârına kapılarak.

Babanın, sevmenin, saymanın nasıl bir şey olduğunu bir türlü öğrenemeyen oğluna ‘ben sana vali olamazsın demedim ki adam olamazsın dedim’ demesi kadar ümitsiz durumunuz. Evet, beyler, bayanlar! Kimse size de kendinize kolayca yapıştırdığınız o payelerdeki gibi modern, görgülü, çağdaş ve de solcu, ilerici, devrimci görünemezsiniz demedi ki ‘vicdanı olan, adaleti gözeten adam olamazsınız’ dedi... Maşallah siz de her ettiğiniz sözle, her attığınız adımla zerre olmadığınızı her daim gösteriyorsunuz şu yorgun âleme...

Ayıbı, günahı, utanmayı bilen bir erdem hiç mi sıçramadı üzerinize?



Baki MURAT

03.09.2012

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.