Dinleyin! Kürt halkının lideri ne diyor...

23 Mart 2013 13:05 / 1641 kez okundu!

 


PKK lideri Abdullah Öcalan'ın, Diyarbakır'da okunan mektubunu dinliyorum televizyonda.

Örgütüne "Silahları bırakın, sınır dışına çıkın" çağrısıyla özetlenen mektubun kardeşsi ve insani kelimelerle nakşedilmişliği biliyorum ki mektubu okunduğu anda alelacele tarihe mal ediyor bile.

İçtenlikli olduğu kadar bin yıllık sıkı ahbaplığı da her kavliyle yansıtan 'artık yeter' çağrısı öylesine destansı sözcüklerle bezeli ki belki de ilk kez akan kanın duracağına dair umutların kelebekler misali içime doluştuğunu hissediyorum.

'Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır' derken...

'Demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayışın' geliştiğini eklerken...

"Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun" noktasına gelindiğini dillendirirken...

'Yok sayan, inkar eden, dışlayan modernist paradigmanın yerle bir olduğunu' açıklarken...

'Akan kan Türküne, Kürdüne, Lazına, Çerkezine bakmadan insandan, bu coğrafyanın bağrından akıyor' gerçeğine dikkat çekerken...

Anlamlı çağrısına kulak veren milyonların şahitliğinde 'artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir' derken her barışsever gibi ben de derin bir 'oh' çekiyorum.

Hangi sözüne, gerçeğine, isteğine itiraz edebilir ki insan olan şu mektubun?

Üstüne mehabetli mektup Kürt'ün Türk ile yüzlerce yıllık dostluğunu aşıp bu kadim toprakların dağının, suyunun, otunun, aşının, oyununun ortaklığını anımsatmayı da unutmuyor bizlere.

Kürtler için 'Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeş olduğunu' söylüyor...

'Ağrı ve Cudi Dağı'nı Kaçkar ve Erciyes'in dostu' ilan ediyor...

'Halay ve Delilo ile Horon ve Zeybek'in hısım-akraba' olduğunu ekliyor.

Yanlış mı?

Kelimeler Sırrı Süreyya Önder'in ağzından dökülürken kirli bir savaşı kor bir ateş misali ömürlerimize düşürenlere sesleniyor içimdeki ses de.

Ey savaş tacirleri...

Ey ölü seviciler...

Ey öfkeden, nefretten, ölümden beslenenler...

Ey rızkını kanın politikasından kotaranlar...

Ey çapaçul hesapları için ömürleri tarumar eden rezilliklerin kâşifleri...

Ey varlığını nifaka, ayrılığa, sürtüşmeye, bedenleri provoke etmelere adayanlar...

Ey olmayanı, söylenmeyeni, istenmeyeni var edip insanları ayartan vicdan fukaraları...

Ey doğruyu eğip büküp yalanlara meze ederken beyinleri, yürekleri dumura uğratanlar...

Ey bedbaht ölü arayıcıları, mezarcılar...

Ey rantçılar, hırsızlar, ahlaksızlar...

Ey genç ölümlerin kanlarıyla ıslanmış akçeleri, tahsisatları kursaklarına arsızca indirenler...

Ey havaya, suya, toprağa kötülük akıtan kafalar, yürekler, insafı kurumuş posalar...

Dinliyor musunuz?

Dinleyin!

Dinleyin ne diyor Öcalan.

Yok saydığınız, inkar ettiğiniz bir halkın küçümsediğiniz, hakaret ettiğiniz, küçük düşürmeye çabaladığınız lideri ne diyor.

Nasıl yüceltiyor sizin ayaklar altına düşürdüğünüz bütün değerleri dünya alemin gözü önünde.

Kulak veriyor musunuz eşitlik, özgürlük, barış, kardeşlik, demokrasi vurgusu yapıyor sadece sizin bütün gudubet senaryolarınıza inat.

Ne bunca zamandır korkuttuğunuz, nifaklar ile beslediğiniz bölünmeden, ayrılmadan bir dem...

Ne her daim yaptığınız inkarları, nefretleri, ölümleri olumlayan bir ufak dokunuş.

Dinliyor musunuz?

Hani tarihte yapılmış büyük konuşmalar vardır, bilirsiniz. Ağızlardan çıktıktan sonra yapıldığı yerlerde hayatı bambaşka bir boyuta taşıyan...

Bir çırpıda zamanın akışını, ülkelerin kaderini, insanların umutlarını benzersiz formatlara eviren...

Ve edildiği andan sonsuza kadar gök kubbenin çatına asılı kalıp, kuşaklar da geçse anımsandıkça dinlenen.

Tıpkı insan hakları aktivisti Martin Luther King'in 1963 yılında yaptığı o mutena 'Bir hayalim var' konuşması gibi mesela.

Ya da Nelson Mandela'nın 1962 yılında hükümete ait hedeflere karşı bombalama kampanyası başlattığı iddiasıyla tutuklandıktan 2 yıl sonra mahkemeye çıkarıldığında yaptığı 'Ben ilk sanığım' konuşması misali.

Veya New York'ta köleliğin kaldırılmasından sonra özgür olan Sojourner Truth'un 1851'de Ohio Kadın Hakları Sözleşmesi'nin imzalanması sırasındayaptığı 'Ben bir kadın değil miyim?' konuşması benzeri.

Birinci Dünya Savaşı'ndan önce İngiltere'deki Oy Hakkı hareketinin liderlerinden olan Emmeline Pankhurst'in 1913'te 'Özgürlük ya da Ölüm' konuşması gibi ya da.

İşte öylesi bir konuşma dağılıyor Diyarbakır Newroz kürsüsünden, topunuzun ölüm çanına ot tıkarcasına, dinliyor musunuz?

Dinleyin beyler, ağalar, buyurganlar, ölüm tacirleri, tiranlar, modern sultanlar...

Her kelimesi dosta düşmana artık kaybettiğinizi haykırıyor, iyi dinleyin.

Her sözü kanlı karanlığınıza geri gönderiyor sizi, iyi belleyin.

Dinleyin!

Dinleyin ve gidin...

Barışa hasret şu topraklardan ölüme dair bütün tezgâhlarınızı da, pılınızı pırtınızı da yanınıza alarak.

Gidin, yolunuz da yürekleriniz kadar karanlık olsun.

Gidin ve gittiğiniz yerden dönüşünüz olmasın.

Gidin ki savaşın acılarıyla cebelleşmek zorunda kalan onca yaralı insanımızla, ağacımızla meramızla, kuşumuzla, börtü böceğimizle bizler de özlediğimiz müjdeli hayatları kurmaya başlayalım doğusuyla, batısıyla bu ülkenin.

Ve yaraları sarmaktan yorgun, oturup kardeşlik sofrasına huzurla keyfini yaşayalım özlettiğiniz barışın.


Baki MURAT

22.03.2013

Son Güncelleme Tarihi: 24 Mart 2013 13:19

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.