Delikanlı olmak…

19 Ekim 2010 16:08 / 2407 kez okundu!

 


Ne toplumların ne de tek tek bireylerin hayatları sadece kanun dediğimiz devletin yasama organlarınca konulan yazılı kurallar ile şekilleniyor.
Oturup bir yerlere yazılmamış da olsa hayatımıza yön veren bir yığın da yazısız kurallarımız var.

Günlük hayatın içinde yaşamımızı etkileyen birçok davranış ve eylem, tahminlerden çok daha fazla o yazısız kurallarla belirleniyor oysa.

Özgür ve eşitlikçi her birey bu kuralları insanı insan yapan kurallar, prensipler, ilkeler olarak adlandırıyor.

Mahallenin adalet üzerinden tarihine not düşmeye gönül koymuş kabadayıların delikanlı olmanın olmazsa olmazları olarak addettiklerinden.

Sokaklardaki delikanlı olmanın bütün raconsal kuralları zaman içinde alınan eğitimle, geliştirilen sosyal ve kişisel ilgilerle ve de oluşan siyasi görüşle ilişkilenerek sağlam prensiplere, ilkelere dönüşürler.

Her koşulda mazlumdan yana tavır almak, zayıf olanı koruyup kollamak, haksızlığa karşı durmak, insanların malına, canına keyif ve çıkar için zarar vermemek, çifte standartlardan uzak, tutarlı olmak gibi bir yığın kural ‘yiğitlik ya da delikanlılık’ edebiyatından süzülüp hayatımıza akarken zaman içinde sadece ‘insan’ olmanın değerlerine, ilkelerine evirilirler.

Karşılıklı bir iletişimin söz konusu olduğu her ilişkide yüzlerce yılın tecrübelerinden süzülmüş bu ilkelere, etik değerlere uymayı varlığımızın bir sebebi sayarız sonrasında.

Böylece gerek birey olarak gerekse toplum olarak devletin yasa koyucularının hazırladığı yasaların dışında kendimize ait bir anayasayı da oluşturmuş olur sokaklar.

Lakin yazısız olsa da her şeye rağmen güçlü ve etkin bir anayasadır bu...

Öyle ki kurallarına uymayanların üzerinde yazılı kanunlardan bile daha fazla caydırıcı rol oynayabiliyor günü geldiğinde.

Dilden dile, gönülden gönüle dokunarak, bellediğimiz ve sahiplendiğimiz bu kuralların asıl gücü, bizlerin üzerine birer yafta gibi asılmış farklılıklarımızın üstünde bir statüye sahip olmasıdır.

Yani bu ilkeler, prensipler söz konusu olduğunda sizden beklenen din, ırk, dil, mezhep, renk, ideolojik farklılıklarınızı kaldırıp bir kenara koymanız.

Bu anayasa sizin hangi kimliği taşıdığınızla değil olanlar karşısında ne kadar dürüst olabildiğiniz ve savunduğunuzu söylediğiniz ilkeler konusunda ne kadar adaletli olduğunuzla ilgilenir çünkü.

Yani pratikte kendi farklılığınızın size direttiği diyetlere aldırış etmeden ötekinin hakkını ne kadar savunabildiğiniz, sizin insanlık sınavınızdır insanlığın yazısız anayasasında.

Fakat lafta herkesin savunduğu yazısız kurallar pratikte uygulamaya geldiğinde çoğunlukla ya atlanır ya da kolayca unutulur.

Bir bakarsınız ki 'Racona ters durumlarda olmam...' diyenlerin savunduklarının temelsiz ahkâm kesmeler olduğu daha ilk pratikte şak diye ortaya çıkmış.

'Her daim mazlumdan yana tavır koyulmalıdır...' diyenler zalimin gücü ve ideoloji karşısında sus pus olmuş.

Zorba olanın kılıcını kuşanır kuşanmaz bir çırpıda o ana kadar inandığı bütün evrensel insani değerleri satıverenleri görürsünüz ortalıkta.

Ne zalimin karşısında mazlum olanın çığlığına kulak verirler gayri, ne de o kulaklara ulaşabilen acıların, efendilerin uydurduğu ‘ama’ların kirli çabalarıyla sessizliğe gömülmesinden utanırlar.

Mazlumun yaşadığı bütün yok sayılmalar, gördüğü işkenceler, yerinden yurdundan edilmeler, faili meçhullere gitmeler, mahpuslarda çürümeler yazısız kuralların diliyle değil zalimin diliyle açıklanır artık.

İnkârlar fırtınasına kapılmışların bütün güzel ve onurlu prensiplere ihanet etmesinden başka bir şey değildir bu yaşanan.

O noktadan sonra ne derseniz deyin, her türden rezil rüsva uygulamalara reva görülmüş mazlumlar yaşadıklarından kendileri sorumludur ve zalimi aklamak için çırpınmak utanılası bir durum değildir kör yüreklerinde.

Peki neden? Nasıl olur da insana dair ilkeleri, prensipleri savunduklarını meydanlarda rahatça söyleyenler günü geldiğinde bir çırpıda ihanet ederler onlara.

Sebebi çok basit bu sorunun.

Yazısız kurallara kolayca ihanet eden o bedenler ilkelerin, prensiplerin uygulanmasının tek ölçüsü olan dürüstlükten yoksundur çünkü.

O yüzden de ‘Delikanlı olmak’ tavrı öyle her benim diyen babayiğidin yapacağı şey değildir.

İnsan olmayı beceremeyen dürüstlük fakiri her bedende insani bütün değerlerin sonunda ihanetle tanışması da bundandır.

Farklılıklarüstü bir statüsü olması gereken yazısız kuralların her defasında bir başka farklılığa kurban edilmesidir bu.

Serdeki kendine demokrat, kendine Müslüman, kendine devrimci, kendine ilerici, kendine laik, kendine adaletli olmalar su yüzüne vurmuştur sonunda.
İlkeli ve prensipli olmanın ikiyüzlülükleri yazısız kuralların ilk pratiğinde gün gibi çıkmıştır ortaya artık.

Anlarsınız ki o kuralları, prensipleri savunur görünenlerin çoğu, zulalarında sadece günü kurtarmanın kirli bir hesabını gizlemişlerdir o güne kadar.

Bu yüzdendir ki inandıklarını söyledikleri yazısız kurallara ne ihanet etmekten gocunurlar zerre kadar, ne de o kuralların tersini savunur duruma düşmekten utanırlar.

Kulu kölesi oldukları ideolojilerin emrettiklerinin, taptıkları liderlerin söylediklerinin, çaresizcesine oy verdikleri partilerin dillendirdiklerinin, benliklerini adadıkları kurumların savunduklarının yalan da olsa yanlış da olsa sorgusuz sualsiz emir telaki edilmesinin ardında aklın ve vicdanın köle edilmişliği yatar.

O nedenle ilke, etik değer, prensip bellenenlerin kutsadıkları kişi ve kurumların bekası için talan edilmesinden zerre kadar rahatsızlık duymazlar.

Dürüst, kararlı, kendi düşünceleri için mücadele edecek insanlar değillerdir çünkü.

Ne o ilkeler için kavgaya duracak özgür iradeye ne de vicdan ve adalet duygusuna sahiptirler.

İlkesizliği, insanı insan yapan kurallara ihanet etmenin en azından delikanlı olmak raconuna ters olduğunu bile bile yalancı liderlerin, çakal partilerin, düzmeci ideolojilerin ardından bir koyun misali giderler.

Lakin herşeye rağmen mahallenin yerelliğinden sıyrılıp insan olmanın bedeninde evrensel doğrulara dönüşmüş değerlere ihanet ederken hayatlarında bir kez dahi delikanlı olamamanın kırıklığını yaşarlar hep.

Delikanlı olmanın yürek istediğini, bedel ödettirdiğini, zoru gerektirdiğini adları gibi bildikleri için de o bedelleri göze alamamak ile içlerinde hapis olan dürüst insana dair uktenin çatışmasında debelenip dururlar.

Zavallı bir durumdur ilkelere ihanet.

İnsanı insan yapan yazısız kurallara ihanetin aslında insanın kendisine ihanet olduğunu bilerek yaşamak kolay değildir çünkü.


Baki MURAT


19.10.2010


 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.