Operatör - 8

12 Mart 2012 13:48 / 1794 kez okundu!

 


İzin

Ankara’da iniyorum. İzmir için bilet almam gerekiyor. Neden böyle yaptığımı kendim de anlamış değilim. Belki de peşimde birilerinin olabileceğinden endişelenmiş olabilirim. Ne olursa olsun aradaki boşlukta garda bir kahvede çay içerken kendime itiraf ediyorum bu saçmalığı.

600 km. daha yolum kaldı. Eve gitmeden önce başka bir yere uğramaya karar veriyorum. Sonra, “saçmalık ne olacak sanki, peşinde olsalar şimdiye kadar seni her an her yer yerde almaları mümkündü” diye geçiriyorum içimden. Birileriyle de buluşabilme ihtimalin yok ki onları korumayı düşünerek böyle davranıyorsun diyelim. Eeee ne oluyor sana, kendine gel. Paşa paşa bin otobüse git evine.

Siyasi şubede sorgu odasında beş sayfalık ifademi imzaladıktan sonra çıkarken kapıda polislerle restleşmemiz geliyor aklıma;

- Buradan çıkacaksın bu defalık, ama seni bir daha alacağız.

- Bir daha buraya gelmeyeceğim.

- Geleceksin Ali Rıza, geleceksin. Buradan askere gideceksin. Sonra tekrar buraya geleceksin.

Belki de bu şartlanmadan dolayı aklım sıra tedbirli olmaya çalışıyorum. Hani olur da birileri benimle görüşmek isterse el altında olmayacağım.

Hemen hemen bütün bir yolu uyuyarak geçirmişim. Otobüs Nif dağını tırmanırken uyandım. Özkanlar durağını geçtim. Manavkuyu civarında bir yerde iniyorum otobüsten ve minibüsle tekrar Özkanlar civarında bir yerde iniyorum.

Askere giderken karmakarışık bir İzmir kalmıştı arkamda. Ardı arkası kesilmeyen operasyonlarda yüzlerce parti üye ve sempatizanları gözaltına alınmışlardı. Sorgular, işkenceler, yargılamalar. tutuklamalar.

Kokusuna sarılıp yattığım sevgili oğlum kucağımda işte. Sarılıp hasret gideriyoruz. Yükün en ağırı onun üstünde. Hasretin katmerlisi de öyle. Yapacak bir şey de yok. Herkes payına düşeni yaşıyordu. Birilerini suçlamanın ya da suçlu aramanın kimseye faydası yoktu. Gönüllü girmiştik bu kavgaya. Hayallerimiz vardı. Ve hala hayal edebiliyorduk. Zor şartlardı ama daha zorlarını yaşayanlar nasıl dayanıyorlardı. Bir olmak, kenetlenmek gerekirdi. Ayakta, özellikle de hayatta kalmayı becerebilmek en büyük dirençti.

- Ya, biz üç yoldaş bir araya geldik, asker ailesine dayanışma için biraz erzak, üç beş kuruş da harçlık olur diye düşündük. Hazırlandık gideceğiz. İzin vermediler. “Gerek yok biz yardım ediyoruz.” dediler.

Ne yardım söz konusu, ne de arayan soran vardı. Neden böyle yapmışlardı anlayamamıştım. Nasılsa ailelerimiz vardı ya. Aç kalacak halimiz de yok. Varsın nasıl yaşarsak yaşayalım. Hani bir fabrikada çalışıyor olsan, bir sokakta bir mahallede kök salmış olsan, konu komşu işçiler hiç yalnız korlar mıydı? Aşını ekmeğini bölüşmezler miydi? Acılar hasret paylaşılmaz mıydı?

Askerdim. Askerden sonrası için de büyük bir boşluk vardı. Dava kesinleşince ne olacak? Çalışmak bazen her şeyin ilacı oluyor. Üretmek. Üretime katılmak bir yerinden hayatın. Olmuyordu. Kısır çözümsüz tartışmalar içinde boğuluyorduk. Sabırsızlıkla beklediğim izin bir an önce bitse de gitsem diye gün geçirmeye başlamıştım. Zaten ne kadar yaşamıştık birbirimizi, ne kadar tanımıştık. Kavganın içinde el ele tutuşmuştuk. Şimdi avuçlarımızda diken varmış gibi birbirimize dokunmaya korkuyorduk.

Aile ziyaretlerini tamamlayarak emanetleri verdim. Hal hatır soruyor analar babalar. Daha sonra asker oğullarını anlatmamı istiyorlar uzun uzun.

“Merak etmeyin iyidir, aslan gibi maşallah" tatmin etmiyor onları.

Bazen bir yılgınlık kaplıyor benliğimi. Ağır bir yük oluyor yaşamak omuzlarımda. Kaldıramıyorum. Ne olacaksa olsun artık diye koyveriyorum kendimi. Oysa bir kelime bir dokunuş nasıl da anlamlandıverecek acılarımı sıkıntılarımı. En olunmaz durumlara dayanabiliyorken her karanlığın içinde bir ışık saklı diye düşünüyordum hep. Moralimi her zaman yüksek tutabilmeyi becerebiliyor olmamı kıskanırdı bir çok yoldaşım. Bulmalıyım, o ışığı bulmalıyım diyecek halim bile kalmamıştı. İşkence falan vız geliyor adama. Bir biçimde dayanıyorsun işte. Fakat bu durum sanki içinden bir kurt kemiriyor gibi tüketiyor insanı.

Önce askerlik bitmeli. Gerçekten öyle mi olmalı? Ya sonra sonra ne olacak... Askerlik bitmeden cezan kesinleşirse. Yatmaktan korkmuyorum. Kendimi buna hazırlamışım. Ama ne zaman yatacağıma ben karar vermeliyim. Bu şansım olmalı en azından. Askerden doğrudan cezaevine gitmek ihtimali canımı sıkıyor. Geri dönmesem mi acaba?

Tek başıma bütün bu sorulara cevap aramaktan yoruluyorum.

Yalnızlık değil benimkisi. Bir başınalık. Yalnız olmamak bu dünyada Nazım’dan miras bize. Ya tek başınalık...

“Nerede bir komünist varsa, Parti oradadır.” Hani nerede? Haksızlık mı ediyorum acaba kendime? Zaman her şeyin ilacı mı gerçekten beklemelimiyim yani? Beklemek bile bir amaca odaklanmışsa anlamlıdır. Ne için bekleyeceğim o zaman? “İki ucu boklu değnek” derdi üstadım bu durumlara...

Rakı mı içsem… Efkar bastı dağıtmak gerek. Rakı şişesine dalmalıyım bu akşam.

- Hah şöyle otur karşıma iki tek atıp, iki laf edelim. Efkar dağıtalım...

- Ne demişti sorgu hakimi seni salıverirken?

- Bak Ali Rıza, buraya bir çok arkadaşın geldi. Çoğunu da saldım ve onlar Avrupa’ya gittiler. Bunlar senin peşini bırakmazlar. Seni şimdi salıverecem. Bırak bu işleri uğraşma bu işlerle...

- Aklımda isim tutamıyorum. Unutuyor muyum ne? Sorgu hakiminin adı gelmiyor aklıma. Ayhan mı neydi, adı gelmiyor aklıma, unutmuşum işte.

Demek Avrupa'ya gidiyorlar ha!..

- Sen koştur bakalım. Harca kendini. Bizi de harca. Herkes politikayı falan bırakalı çok oldu. Köşe oldu herkes, biz yokluk yoksulluk içinde eriyip gidiyoruz.

- Her şeyi baştan konuşmuştuk. Hanlar hamamlar vadetmedim ben. Acılar, ayrılıklar ölümleri göze almamış mıydık?

- Acaba ben de mi gitseydim? Askere gitmekle yanlış mı yapmıştım. Neden düşünüyorum ki şimdi böyle. Sanki yurtdışına çıkmaya kendim karar verebilecekmişim gibi. Git derlerse giderdim. Nasıl gideceğimi de söylerlerdi. Kimse bir şey demediğine göre beklemek en doğrusu. Uzun ve sıkıcı olsa da bekleyeceksin oğlum. Nasılsa bir gün biri bulacak mutlaka seni.

- Askere gidip gelenler geliyor aklıma. Asker dönüşü parti çalışmalarına bıraktıkları yerden devam edenler. Evlilik koşullarında askerlik zor geliyor adama. Yaş da ilerlemişse. Hani askere gidecek olanların gidişini parti planlıyorsa sorun değil. Ama parti gitme dediğinin yaşamını planlamıyor, işte sorun da burada zaten.

- Hayır hayır sorun bu değil. Asıl sorun bende, benim kendimde. Yaşamımla ilgili her şeyimi partinin planlayacağına inanmışım. Evliliğim de öyle değil miydi? Evlenmem gerekirse parti evlendirirdi. Öyle de oldu. Ondan bağımsız bir ilişki olamazdı. Olmamalıydı... Sorun bende. Her şeyimle partiye bağlanmamda sorun. Partinin bir suçu yok. Bütün yaşamımla kendimi adamışlığımda asıl sorun. Böyle sıkışınca da karar vermekte zorlanıyorum. Birileri benim adıma karar verse, ben de uygulasam rahatlayıverecem sanki.

- Evet çok doğru söylüyorsun, seninki kadar olmamalı. İnsan bazı durumlarda yaşamı ile ilgili kararları kendi verebilmeli...

- Birer kadeh daha atalım mı?

- Neden olmasın?

“Ver saki tazelendi ömrüm bu gece, ahhhhh bu gece.
Bir tek daha ver, sorma gelen kim bu gece, ahhh bu gece.
Çok, çok uzak bilmediğin görmediğin ah o güzel
Bir yer ki hasretinle geldim bu gece, ahhhhh bu gece
Bir tek daha ver sorma gelen kim bu gece, ahhhhh bu gece”

- Ah bu mahur beste nereden geldi aklıma bu gece? Rahmetli babam çok sever ve güzel de söylerdi. Dertlendim demek ben de.
Bir sihri var bu rakının. İnsanı alıp insanın içine götürüyor. Sana seni anlatıyor, seni söyletiyor. Tevekkelli bu yüzden yalnız içilmez diyorlar. Yalnız içende derde akıyor. Birlikte içende keyfe...

Sabahın ilk ışıklarına uyanıyorum. Masada boş bir rakı şişesi karşımda, boş bir sandalye. Gitmiş demek. Ya da ben masada kalakalmışım. Sızmışım anlaşılan. O da bırakıp gitmiş işte. Oysa bu akşam geri döneceğim. Dadaşlar alıp götürecek beni Palandöken ardına. Kafamda cevapsız sorular kördüğüm şimdi. Hasretler ekeceğiz yine yarınlara.

Dadaş deyince garajlara gitti aklım. Halkapınar gölünü hatırladım nedense. Bornova’dan trene biner Karşıyaka’ya gitmek için Halkapınar’da aktarma olurduk. Trenden inince demir köprü üstünden geçerdik karşı tarafa. Tam merdivenlerden inecekken durur bakakalırdım göle. Köprünün ucuna gelince gölle aramızda engel kalmazdı sanki. Atlayıverseniz cumburlop göle düşecekmiş gibi yani. Basmahane’den gelecek Karşıyaka trenini beklerken demir parmaklıklara dayanır, Halkapınar gölünü seyre dalardık. Küçücük bir göldü ama öyle yakışırdı ki Halkapınar’a. Taş atardık bazen göle tren beklerken. Göl üstünde süzülerek yüzen kuşlar uçsun diye... Uçan kuşları seyrederdik sonra çocuk kahkahalarımızla.

Sonra çocuk kahkahalarımızı çaldılar. Halkapınar gölü üstüne koca bir otogar inşa ettiler. Dadaş otobüsüne binerken ayaklarım Halkapınar gölünde ıslandı. Yaman’a el sallarken kuşlar uçuyordu, ben gülümsüyordum onlara bakarken.


Ali Rıza ÜLEÇ

04.03.2012, Almanya

Son Güncelleme Tarihi: 21 Mart 2012 00:52

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.