İNSANDAN UMUDU ÇIKARINCA

22 Mayıs 2011 22:10 / 2352 kez okundu!

 


İnsandan umudu çıkarın, geriye ne kalır?
Kalanla nasıl yaşar insan?
Ya analar? Askere giden çocuklarının kazasız belasız geri dönme umutları olmadan nasıl beklerler?
Ya Kürt anaları. Bir kaç aylık değil hasretleri. Bir kaç aylık umutları da yok onların. Gitti giden misali giden gelir mi bilmeden, ne zaman döner diye sormadan…

Dahası yaşadığından bile haberi olmadan evlat nasıl beklenir?
Nasıl beklersiniz oğlunuzu?
Oğullari için bir gün geri dönecek umudu olmasa nasıl yaşar analar?
Bütün bir savaş bölgesi bir gün bu kan duracak, akıl üstün gelecek, çocuklar ölmeyecek, barış olacak umudu olmasa bunca yıl baskı ve zulme nasıl dayanırlardı? Umut olmasa hayat nasıl devam ederdi?
Umudu çıkarın insandan, geriye ölüler kalır. Gencecik bedenler içinde yitip giden hayatlar. Bizim onlar, hepimizin. Türk-Kürt-Çerkez-Ermeni-Süryani-Arap-tırlar, ama her şeyden önce insandırlar.
Ne zaman umutlar ateşe düşse; karanlıklar sarıyor mavi gökyüzünü.
Kan, barut ve ateş içinde büyüyen çocukların dünyasına nasıl bir umut doğacak? Nasıl ve neyle beslencek umutlar?
İki çocuk resmi düştü haber bültenlerine. İki çocuk. Telleri topluyorlar yanan lastiklerden kalan. Sonra polislerin attıkları gaz bombalarının boş kovanlarını. Satıp para kazanacaklar. Her patlama sesinde korkudan titriyorlar. Her patlama, para onlar için. Korkularından besleniyor çocuklar. Bu nasıl bir hayat? Çocukların umutları çatışmalarda, savaşın ateşleri arasında topladıkları metal artıklarında. Ellerinde ne okuyacak kitapları, ne de oyuncakları var. Çocuk onlar. Ve ne kimsenin, ne de devletin umurunda değiller.
Savaş, umutlarımızı işte tam da böyle köreltiyor. Stadyumlarda rengarenk ihtişamlı Gençlik Bayramı gösterileri. Muhteşem, harika vs.vs. Kaç gencimiz var dağlarda? Hapishanelerde hükümsüz kaç gencimiz yatmakta? Kaç gencimiz birbirini vurmakta sadece birileri kuş tüyü yastıklarda uyusunlar diye... Kaç gencimiz işsiz güçsüz? Diplomalı genç işsizlerin sayısını bilen var mı? Uyuşturucu trafiğinin önemli bir köprüsüdür Türkiye. Bu köprünün ayakları kaç gencin hayatı üzerinde yükseliyor?
Ateş düştüğü yeri yakıyor. Yananı kim görüyor? Kim dinliyor? Kim anlıyor? Ateşi söndürmek için kim çaba harcıyor?
Barış onyıllardır en büyük umudu oldu Anadolu topraklarının. Mezopotamya‘dan Ege‘ye kadar umudu besledik, barışı bekledik ve özledik.
Geriye ne kalır bizden? Umutlar biterse... Barış vurulursa nasıl büyür çocuklarımız?
Mayınlar değil atlı karıncalar olmazsa oyuncakları...
Bir annenin feryadı düşüyor haber bültenlerine. 16 yaşında oğlu için feryat figan çırpınıyor. Yalvarıyor. Verin oğlumu almayın diye. Biliyor alınanlar nasıl kayboluyor. Canı yanıyor, canından bir can koparıyorlar. Dinmiyor anaların çığlığı, gözyaşı dinmiyor. Bir çocuk ardından analar bin ölüyor…
Hani o bildik meşhur yakarış geliyor insanın aklına: “Ya Rab, bir oy uğruna ne canlar veriliyor“.
Baştan başa barışa yatmış bir bölgede birileri savaşı kışkırtmak için nefreti ve ölümü uyandırıyor. Kılıçlar nefretle bilensin isteniyor. Kelleler alınsın iki yandan da. Bir bu yandan, on öte yandan…
Ne canlar düştü, ne ocaklar söndü, nice anaların yürekleri dağlandı. Neden hala birileri can pazarları kurulsun ister? Neden hala canlar verilsin alınsın ister?
Yıllar var güneş huzura doğmadı bu topraklarda. Yıllar var çocuklar ninni gibi belledi kurşun sesini. Hangi masalları anlatsın çocuklarına analar? Hangi ağıtları ninni diye dinlesin çocuklar?
Yeter artık! Yeter!..
Bir kaç yılda 5.000'e yakın insan tutuklandı. Beşikçi bir kez daha mahkum oldu.
Yazmayacaksak, söylemeyeceksek... Duymayacaksak görmeyeceksek...
Niye göz verdiler bize?
Niye dil verdiler?
Niye kulak verdiler?
Susacaksak, vicdanımız ne işe yarayacak? Vicdanı olmayan insan nasıl umut edecek?
Halk sensin.
Sende bütün meyvelerin en hası, mis kokusu. Sende hayatın yeşili, bebenin hayata gülüşü.
Sende çocukların neşesi.
İnsanların kardeşliği, dostluğu, umudu sende.
Haber kanallarına bakmıyorum artık. Parti liderlerinin meydanlarda dil dalaşı da umurumda değil. Umuduma sarılıyorum yeniden.
Yeniden biriktiriyorum umudumu. Yeşertiyorum yeniden. Bütün umut çekirdekleri patladı güneşin sıcağına su yürüyende yüreğime.
Ahmet Arif‘in sesiyle çınlıyor kulaklarım;

"Öyle yıkma kendini
Öyle mahsun öyle garip, nerede olursan ol diren, dayan, yürü celladın üstüne üstüne"
diyor.
"Hala bir umudum sende, anlıyor musun" diyor.
Anlıyor musun bilemem. Ama mutlak anlamalısın…
Hayatta hiçbir şeyimiz az olmadı demokrasimiz ve özgürlüklerimiz kadar.
"Sen de başını alıp gitme" diye şarkı söylüyorum bağır bağır.
Sonra bir şafak vakti yüreğime akıyor karanlığın içinden Kemal Burkay'ın beyaz dizeleri…
"Doğan Gün"le ışıldıyor yeniden gözlerim.

“Öpücük gibi konar gözlerine bir melodi,
sevgilin gibi dokunur parmaklarına bir kedi
ve kavga ve zulüm ve ateş
hep birlikte örülen bir türkü
güzel yapmak için, güzel olmak için
çünkü hayat dönen, kıvrılan, yanan bir ibrişimdir
tutar getirir doğan gün…“


Ali Rıza ÜLEÇ

21.05.2011-Almanya

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.