Türk modernleşmesinin faşizmle dansı
29 Aralık 2014 14:40 / 2029 kez okundu!
Biz her zaman faşizmi kıyıcılığı ile tanımladık. Katledilen insanlar, savaşlar,işkenceler…vs. Bunun arka planını incelemek belki de son 20-25 yıl içerisinde gerçekleşmeye başladı. Türkiye solunda belki de bunun sorgulandığı ilk kitaplardan biri de Paradigmanın İflasıdır. Fikret Başkaya’nın yazdığı kitap aslında sadece solun angaje olduğu Kemalist söylemleri eleştirmesinden ziyade Türk Modernleşmesini de sorgulamaktadır. Tabi bunda bir tuhaflık yok çünkü genel olarak Türkiye solunun beslendiği ana kaynak Marksist bir dünya düşüncesinden hareketle bugünün eşitlikçi-özgürlükçü sol anlayış değil, Kemalist modernleşmenin ta kendisidir.
Faşizm aslında aydınlanma çağının doğurduğu bir siyasal akımdır. Aydınlanmanın en uç noktadaki yansıması faşizmdir. Faşizm, modern toplumun içinde barındırdığı çelişkileri farklı etnik, dinsel topluluklara yönelterek, bir “iç” düşman algısı yaratır ve bu algıyı kitlesel kıyımlarla besleyerek var olur. “Faşizmler”, kıyafetlere, ritüellere, törensel heyecana ve ilkel duyguların kitlesel “gösterisi”ne önem verir; propaganda, şiddet ve “histeri”nin kitlelerce paylaşılması faşizmin en önemli silahlarıdır. Burada aslında bir beyin yıkama vardır. İç düşmandan dolayı şahlanamayan milletin iç düşmanı yok etme hevesi ve hemen akabinde de dünyaya kendini ispatlama hevesi aydınlanma çağının biricik yavrusu faşizmin temel düsturlarından biridir. Aslında kendini dünyaya ıspattan ziyade Avrupa devletlerine yönelik bir kendini ıspatlama güdüsü vardır. Cumhuriyetin ilk yıllarında rastladığımız Dersim katliamı ve cumhuriyetten önceki ulus-devlet yaratma projesi kapsamında azınlıklara yönelik şiddet bu öncü faşizmin ilk eylemleriydi. 6-7 Eylül olayları ise bu duygunun en tepeye çıktığı günlerdi. İşte bu yüzden ulus-devlet modelinin en uç örneklerinden biri de Türk modernleşmesidir. Yüzyılların getirdiği bir geri kalmışlık psikozuyla birlikte, batıya duyulan kompleksin sonucunda Türk modernleşmesinin sosyolojisi örülmüştür. Türk modernleşmesi hem iç düşman üretmiş üstelik sadece bir tane değil hem yeni bir tarih üretmiş hem de yeni bir dille bunu yeni nesillere aktarmış. Ürettiği ritüellerin ve duygusal tepkimelerin örneklerini açık faşizmin uygulandığı tüm ülkelerde görebiliriz.
Türk modernleşmesi türünün en uç noktalarından biridir. Çünkü etkisi çok uzun sürmüş ve bu ideolojinin ürettiği düşünce biçiminin eleştirisi son 20 yılda kısmen yapılmaya başlanmıştır. Rejimin tabuları öylesine ağırdır ki bu tabuları eleştirmek ya da onları yok saymanın sonuçları çok ağır olmaktadır. Bu tip durumlarda toplumsal tepkiler linç kampanyalarına kadar varabilmektedir. Hatta moderniteyi solculuk zanneden mahallelerde baskı çok uç noktalara kadar çıkabilmektedir. Dolayısıyla Türkiye’de solun temel düsturu seküler-modern anlayışın en uç noktasıdır. Bu anlayışta esas olan nokta modernitenin modern dışı unsurlara karşı savunulmasıdır. Türkiye’de aslında hiçbir dönem sol-sağ ya da burjuva-proleter mücadele yaşanmamıştır. Sınıfsal mücadeleler ya da sınıf merkezli mezhepsel ayrışmalar olmamıştır. Çünkü Türk modernleşmesinin her kesimin tek potada eritildiği çok yoğun ve kıyıcı bir asimilasyon politikası uygulanmıştır. Bu politika sadece Türk olmayan unsurlara değil Türk olup da otoriter modernleşmeyi kabullenemeyen kesimlere de uygulanmıştır. Peki çatışma ya da siyasal yarılmalar hangi düzlemde gerçekleşmiştir? Merkeze konumlanmış modern yerleşikler ile onu her dönem farklı görünürlüklerle tehdit eden merkez dışı peri feride yer alan kesimlerin mücadelesi söz konusu olmuştur. Bu merkez dışı unsurlar her daim gayri milli olarak nitelenmiştir. Bu gayri milli kesimlere karşıda yine her dönem cumhuriyet ya da bayrak mitingleri, nümayişler düzenlenmiştir. Bunlardan en başarılısı Tan gazetesine yapılan saldırı olmuştur. Tan gazetesine karşı gerçekleştirilen linçin farlı tarzları yıllarca Türkiye’de gerçekleştirilmiştir.
Sonuç itibariyle modernitenin yarattığı ceberrut devlet anlayışı sadece kendisini sağda tanımlayan kişilerin onayını almakla kalmamış solun önemli bir kısmı tarafından da kabul görmüştür. Nasyonal sosyalizme çok yakın olan bu siyasal anlayış maalesef ülkemizde genel olarak sol-sosyalist anlayış olarak kabul görmüş ve bu biçimde lanse edilmiştir. Türk modernleşmesinden yani Kemalist mantıktan yakayı sıyıramamış olan sol maalesef Anadolu’da özgürlükçü sol bir mantığı hayata geçirememiştir. Diğer yandan sağ siyaset içinde bu sonuç geçerlidir. Türkiye sağı kendine özgü liberal-muhafazakar bir mantığı kurgulayamadığı gibi Kemalizm’in sağ versiyonunu sürekli olarak tekrar etmiştir. Son 10 yıl içerisinde yaşanan siyasal yarılma ya da ayrışma, aslına bakarsanız katılımcı-özgürlükçü demokrasi ile tanışmış olanlar ile halen daha ceberrut devlet mantığının sağında ya da solunda kümeleşmiş olanlar arasındaki bir mücadeleye dönmüştür.
Serdar AKSOY
27.12.2014