Pijamalı medya - Gürbüz Özaltınlı

02 Ağustos 2011 22:23  

 

Pijamalı medya - Gürbüz Özaltınlı

ÖN NOT: Ben bu yazıyı geçen hafta yazmıştım. Cuma günü paşalar istifa ettiler. Sivil siyaset, sorunu yaklaşık üç buçuk saatte çözdü. Komutan başına bir saatten kısa bir zamanda yani. Ortada yazımı değiştirecek ciddi bir neden görmediğim için aynen gönderiyorum.)

Berbat bir medyamız var.

Norveçli bir psikopatın katliamıyla birlikte “çok satanlar” kaleme sarıldılar: “Norveç’in 11 Eylül’ü”...

Ertesi gün boşa bastıklarını anladılar. Ortada ne İslam vardı ne de bir örgüt.

Korkunç bir pişkinlikle Avrupa’nın ırkçılığı üzerine “derin” analizlere daldılar. Bizim “merkez medya” ailesinin ucuz kalemşorlarıyla “pijamalılıkta” hiç kimse yarışamaz.

Şu başlığa bakar mısınız: “O caninin Sarkozy ve Merkel’den ne farkı var.”

Yukarıdaki başlığın sahibini hepimiz; elde bayrak Kardak kayalıklarında saldırgan milliyetçi şova koşmasından; askerlerin tecavüzüne uğradıklarını öne süren kadınların iddialarını dillendiren avukat Eren Keskin'i cinsel tacizle tehdit edişinden; derslere alınmamalarını protesto eden başörtülü öğrencilere “fahişe, aşağılık şerefsizler, satanistler” diye saldırışından; orduyu eleştiren bir kadın yazarımıza o ordunun kendisinin bacak arasını koruduğunu söyleme cüreti gösterebilen “ahlak”ından tanıyoruz. Bu adam şimdi almış eline kalemi Avrupa ırkçılığını eleştiriyor.

Cümlelerini dikkatinize taşıyorum: “Breivik’in katliamı aslında Avrupa’da bir süreden beri yükselen ‘aşırı milliyetçi ve ırkçı’ dalganın nereye kadar vardığının göstergesi.” Bu düşünce neredeyse her renkten yazar, yorumcu tarafından dile getirildi. Bir özgünlüğü yok. Zaten bu ırkçı kalemşorları, okunmaya değer yazarlardan ayıran da bu sözler değil. Takip eden “analizleri”. Asıl yazı şimdi başlıyor: “... (katliam) 1000 yıllık bir ‘genetik hissiyatın’ hâlâ var olduğunun göstergesi ve Avrupa’ya son 50 yılda atfedilen değerlerin tümünün aslında bir ‘üst cila’ olduğunun kanıtı...900 yıl önce Haçlı Seferleri hangi dip duyguyla düzenlenmişse, aynı duygunun üzerine atılan onca kat boya ve cilaya rağmen hâlâ durduğunu ve Avrupalıların ‘rahatlarının tehlikede olduğunu’ hissettikleri anda tekrar ortaya çıkabileceğini gösteriyor... Sadece... faşist ve aşırı milliyetçi liderlerden söz ettiğimi zannetmeyin. Breivik’in özünde Merkel veya Sarkozy’den çok da farkı yok... sadece onlardan daha “cesur” ve belki de “daha dürüst”...”

Bundan daha süzülmüş bir ırkçı metni kaç kişi kaleme alabilir sizce? Yapısöküm de denemeyecek düz bir okumayla ele alın yazarın cümlelerini. Size açıkça ne söylüyor? Doğuyu katletmek Avrupa’nın “genetik hissiyatında” vardır (yani bu değişmez bir “öz”dür). Avrupa medeniyeti bomboş bir ciladır, gerçek değildir. Demokratik değerler, insan hakları, barışçı yaşam, hepsi hava cıvadır. Üstelik bu, marjinal bir eğilim de değildir. Kapsayıcıdır, merkezde durmaktadır. “Öz” olarak Merkel, Sarkozy ve bu katil aynı zeminde yer almaktadır...

Bu konular, ırkçı pijamalıların altından kalkabileceği konular değil.

Irkçılık eleştirisi diye yola çıkıp daha ikinci cümlede bütün bir Avrupa’yı “genetik katliamcı” ilan etmek; ardında acılı, sert bir toplumsal mücadele tarihi ve derin düşünsel birikim yatan demokratik barışçı değerlerin tümünü sahte kabul edip çöpe yollamak nasıl tuhaf bir savrulmadır. Üstelik ben bu kafanın kaleme ırkçılık yapmak için sarıldığını da zannetmiyorum. Yaptığının farkında olabilecek bir dikkat ve özene sahip değil aslında. Hamuru öyle yoğrulmamış. Sürekli ucuz bir militarizm ve milliyetçilik satarak “hayatını kazanmış” bir “duyarlılıktan” söz ediyoruz. Herkes gibi ırkçı yükselişten söz eder etmez, bir nefeste topyekûn bir Avrupa düşmanlığına sıçrayabilmek asıl bu kafanın genetiğinde var. Bunu kendiliğinden yapıyor. Refleksi böyle. Hani, Sarkozy ve Merkel’i de sevmiyoruz ya, koyuver ırkçı psikopatla aynı kefeye, ardından da çak Avrupa medeniyetine. İşlem tamam. (Norveç Başbakanı’nın olayın hemen ardından sarf ettiği “Sorunu demokrasiyle, hakları genişleterek, şeffaflığı derinleştirerek çözeceğiz” sözünü işitebilir mi sizce bu ırkçı kafa?)

Bu “büyük fikirler” iddialı bir gazetenin en tepesindeki adama aittir, dikkatinizi çekerim. Ve belli ki o çevrelerden birisi de kalkıp “birader ölçüyü de amma kaçırmışsın” demiyor bu yiğide. Algı oralarda öyle işlemiyor çünkü.

Türkiye’de ideoloji üretimi, büyük ölçüde bu familyadan korkunç adamların üzerinden gerçekleştirildi. Bu toplum; Avrupa’yı, kendi tarihini, Ermeni tehcirini, Kürtlere nasıl bakmak gerektiğini bu kalemlerden öğrendi. Ordu “en saygın kurum” olmasını, MİT birçok “etkinliğini”, işadamları gazete diye ortaya sürdükleri paçavralar eliyle siyasi iktidarlarla pazarlık yapabilmelerini bu özel “gazeteci” türüne borçludur.

Evet; bu bir dönemi iyi açıklıyor. Şimdi o dönemin sonuna gelindi. Ama, toplumlarda barışçıl yürüyen geçiş dönemleri zamana yayılıyor. Toplumun katılımını, yeniliği hazmetmesini, hukukun işletilmesini esas alan dönüşüm süreçleri, eski güç aktörlerinin bir süre yeni dönemde de varlıklarını, statülerini korumasına imkân tanıyor. Onlar hâlâ o kof fiyakalarıyla, küflü fikirleriyle, eprimiş pijamalarıyla aramızda dolaşmaya devam edebiliyorlar. Bu, toplumun barışçı değişiminin yanında, çok küçük, çok katlanılabilir bir bedel oluyor. Bu bedeli ödemeye hiçbir itirazımız olamaz.

Bu bedel, toplumsal barışın karşılığında hem küçük hem de geçicidir. Bu berbat medya da değişimden payına düşeni alacaktır. Eski, milliyetçi, militarist klişelerle, üç kuruşluk devlet ezberlerini fikir diye satan bu pijamalı takımı, yavaş yavaş sahneyi terk edecektir.

Kıyıda köşede kendilerine okuyucu bulurlar mı? Evet bulurlar. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Her toplumda ırkçı, militarist, sığ klişelere itibar eden bir nüfus vardır. Bizde de vardır ve olacaktır. Ama artık kıymeti harbiyeleri olmayacaktır.


“Ne zaman adam olacaklarına” dair de bir fikrim var doğrusu:

Hiçbir zaman...

***


NOT: Bu köşeye göz atanlar, sevgili Tamer Kayaş’ın başlığın yanına “KOS” ismini yazmasıyla başlayan ve diğer Yunan adalarının ismiyle devam eden başlık uygulamasını fark etmiş olabilirler. Tahmin edilebileceği gibi bu adalar, benim bir gezi programının içinden yazı yetiştirmeye çalıştığımı gösteriyordu. Bu, geçen yıl, çok yakın bir arkadaşım tarafından planlanmış beş aylık bir programdı ve yelkenliyle gerçekleştirildiği için bir ekip oluşumunu gerektiriyordu. Ayrıca, bu sadece bir gezi değil aynı zamanda yazılı-görsel doküman oluşturulması projesiydi. Halen devam eden bu programı daha önce söz vermiş olmam nedeniyle terk etmem mümkün değil. Bu gezinin; günümüz dünyasında, ülkeyi takip etmeme, yazı yazabilmeme engel olmayacağına ilişkin öngörümde ise yanıldığımı anlıyorum. İlk iki ayda yazıları aksatmamayı başarabildimse de, gezinin yeni etabında bunun çok zor olacağı anlaşılıyor. Karaya çıkıp bir kafe bulmadan ya da bir işe yarayacağını zannettiğiniz o mobil internet cihazlarına akıl almaz faturalar ve geniş zamanlar ayırmadan bunun bir fantezi olduğunu sizlerin de bilmenizi isterim. Kasım ayına kadar, bütün çabama rağmen olabilecek aksamalardan şimdiden özür diliyorum.


ozaltinli@gmail.com

Taraf

Son Güncelleme Tarihi: 03 Ağustos 2011 01:14

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz*:
Facebook'ta paylaş
0