KENTSEL GÖRÜNÜM OLARAK İZMİR
12 Ağustos 2011 23:45 / 2339 kez okundu!
Bugün biraz eleştirel bakış açısıyla İzmir’i konuşalım mı?
İzmir’in kentsel görünümüne dair birkaç örnek üzerinden yorum yapmak istiyorum. Örneğin Avrupa’da yaşayan ve İzmir’e ilk kez gelen biri olduğunuzu varsayalım. Havalimanından taksiye binip şehir merkezine gelene kadar görecekleriniz muhtemelen şehre dair daha tanımadan ilk intibahlarınız ve yargılarınız olur değil mi?
Peki empati yapalım ve Buca Belediyesi’nin yaptırdığı maskı görelim. Ne düşünürsünüz? Sizce Atatürk’e yapılacak en büyük kötülük onu adeta putlaştırmak olmaz mı? Bir belediye başkanının kalkıp da halka hizmet tarafında yaptığı hataları örtmek için bu türden, ki oldukça maliyetli bir mask yaparak Atatürk’ün arkasına saklanması doğru mu? O yabancı, ben nereye geldim acaba demez mi? Bir maska bakar, bir de onu çevreleyen ve devamında şehir merkezine kadar devam eden gecekondulara bakar. Ne geçer kim bilir aklından…
Büyük devlet adamları adlarına yapılan mask ve heykellerin, yada isimleri verilen cadde, okul, stadyumların sayısı oranında büyük olmazlar. Yabancı bir insan İzmir’e geldiği zaman kendini bir an Saddam Hüseyin’in Irak’ına, Stalin’in SSCB’sine, Tito’nun Yugoslavya’sına geldi gibi hissetmesin. Ülkenin kurucusuna olan saygı, sevgi ve bağlılık onun ideolojisini geliştirmekten geçer. Onu şekilsel gösterilerin içine hapsetmekten geçmez. Atatürk partiler üstü bir simgeyse bu ülke için, onun başarısızlıkları, yanlışları örtmek için bir kalkan olarak kullanılmasına izin vermemeliyiz.
Kentimiz yapılaşma olarak çirkin bir şehir. Pek çok yer sadece beton yığını görüntüden ibaret. İmar planlarına uygun bir kentsel gelişim görülmüyor. Gecekondular hem orada oturan insanlar açısından sağlıklı yaşam koşulları sunmuyor, hem de kent estetiği açısından değer kaybettiriyor.
Şehir merkezinde pek çok terk edilmiş, izbe, çirkin binalar bulunuyor. Pek çok sözüm ona İzmir sevdalısı işadamı o izbe binalarını adeta yerel yönetimlerden istedikleri imar düzenlemelerini koparmak adına şantaj aracı olarak kullanıyor. Bugün kar etme amaçlı peşinde koşturulan imar düzenlemeleri, yarın bizden sonra gelecek olan kuşakları yeşili olmayan, nefes alınmayan, sosyal yaşam alanları yok denecek kadar az, denizden esen rüzgarı ve o denizin manzarası sadece sahil şeridinde yaşayan küçük bir azınlığa tahsis edilmiş bir şehirde yaşamaya mahkum etmeyecek mi?
Şehre tepeden baktığınızda 3 katlı ve 50 katlı binaları yan yana görüyorsunuz. Hemen tüm yapılarda çatı katlarına kaçak ilave katlar çıkıldığı görülüyor. Yeni yapılan akaryakıt istasyonlarının bile apartmanların dibinde inşa edildiğini ve bunlara yerel yönetimlerce ruhsat verildiğini görüyoruz.
Her yağmurda sele dönen altyapısı iflas etmiş bir şehir görüyoruz. Ana caddelerde bile arabanızı aniden karşınıza çıkan çökmüş asfalt çukurlara vuruyorsunuz.
Sokaklarda, kaldırımlarda yürüme şansınız yok çünkü esnaf daha çok para kazanacağım diye masa ve sandalyeleri ile tüm kaldırımları işgal ederken, onlara dur diyen bir yerel irade yok.
Ankara tarafından şehre girdiğinizde ne görüyorsunuz peki? Sağ tarafınızda yarılmış bir dağ. Bırakın yarattığı hava kirliliğini, görsel kirlilik ne olacak? Şehir merkezinde bakıyorsunuz olmaması gereken koca koca fabrikalar faaliyetlerine umarsızca devam ediyor. Bu fabrikaları şehrin dışına çıkarması gerekenler ise anlı şanlı fabrika sahipleri ile aynı masada oturup yemek yemeyi en büyük mutluluk ve kıvanç nedeni sanıyor.
Anlatılacak daha o kadar çok kusur var ki…
Yazık bu şehre ve içinde yaşayan bizlere yazık. Tepkisiz bir toplum olduk ve bu tepkisizlikten cesaret alanlar şehrin kalbine hançer vurmaktan hiç çekinmiyorlar. Kendi çirkinliklerini şehre yansıtıyorlar…
Ömer KARAKUYU
12.08.2011
Son Güncelleme Tarihi: 19 Ağustos 2011 11:56