'ÖDEV YAP DEME BANA ANNE!'
10 Kasım 2010 10:28 / 2693 kez okundu!
Sevgili Sevda Öğretmenim, (2)
“Senin çocuklar”ın ilkokullu hallerinden, seni haberdar etmek isteğime engel olamıyorum.
Dün Ege geldi, bugün de Kayra Etüt’e başladı. Biliyorsun bu çocuklar, olumlu okul ve olumlu öğretmen modeliyle bizden “mezun” oldular. Dikkatlerini toplama süreleri, el becerileri, el göz ve el beyin eşgüdümleri oldukça iyiydi. Sorumluluk duyguları ve ödev bilinçleri son derece gelişkindi. Kurallarla sorunları yoktu. Meraklarını kışkırtıyor, soru sordukları için övüyorduk. Öğrenme hevesleri gelişkindi.
Şimdi o bizim cıvıl cıvıl, pür neşe çocuklarımız gitmiş, yerine gülmeyen ve kaygılı yüz ifadesi taşıyan çocuklar gelmiş. N’ oluyor bu okullarda? Neler yaşıyor bu çocuklar da çocuk olduklarını unutuyorlar? Sanki sırtlarında tonlarca yük taşıyor gibiler. Konuşmaları bile tutuk. Askerde acemi eğitimin geçmiş gibiler. “Zorunlu” olmasalar okullarına gideceklerini sanmıyorum. Onların bu hali içimi acıtıyor öğretmenim.
Karya’nın öğretmeni “Değerlendirme-sınav” yapmış geçen hafta. Sınıfın durumu kötüymüş. O “sınav” kağıtlarını yırtmış öğretmen çocukların önünde. Karya’nın annesi tesadüfen gittiği okulda kızını ağlarken bulmuş: “Beni eve götür anne, okula gitmek istemiyorum, yapamadım…” diyormuş çocuk.
Annesi kızını dinliyor, teskin etmeye çalışıyor ve teneffüs bitiminden on beş dakika sonra sınıfa giriyorlar. Öğretmeni “Aaa Kayracım senin sınıfta olmadığını fark etmedim, sen dışarıda mıydın” diye tepki veriyor. Sonra anneye dönüp “Veliler bu çocukları hiç çalıştırmıyor, ödevler yetişmiyor vb” diyor. 30 kişilik sınıfta bir çocuk derse gelmiyor ve öğretmen onu fark etmiyor. Bir de fark etmediğini çocuğun yüzüne söylüyor. Öğretmen, fark eden insanın adı değil midir, fark ettiğini hissettiren? Annesi, Karya’nın kalemi sıkmaktan parmağının su topladığını, "bana ödev yap deme anne” dediğini söyleyemiyor bile. Tabii değerlendirme kağıtlarının azar eşliğinde yırtılmasının çocukta “başaramama korkusu” yarattığını da…
Sınav kaygısının temeli de böyle mi atılıyor?
***
Henüz Türkçe’yi okuma ve yazmayı öğrenme sürecinin başındalar. Ve gayet iyiler esasında. Şu ana kadar verilen harflerin sesini ve görüntüsünü almışlar, bitişik ve eğik de yazıyorlar. Ama kaygılılar. Gereğinden fazla kaygılılar. Bilinmezleri çok fazla sanki. Ya yapamazsam, ya yetiştiremezsem, ya beceremezsem kaygısını dozunun üstünde yaşıyorlar ve bu durumu da fark eden yok! Aşırı kaygının bir öğrenme engeli olduğunu bilen yok mu acaba?
Biz bu halde bize gelen çocukların gerilimlerini mas ediyoruz, rahatlatıyoruz: “Gayet gazel yapıyorsun aferin. Kalemi sıkma parmakların acır. Hatalı yazsan bile düzeltirsin canını sıkma. Yorulduysan dinlen. Yetişmezse dünyanın sonu gelmez.”
O kadar çok ödev veriliyor ki, oyun oynamaya zamanları yok! Üstelik birinin öğretmeni internet üzerinden(e postayla) annelere veriyormuş ödevi. “Şu kadar şu yazılacak, şu sayfadan bu sayfaya dek bu yapılacak…” diyormuş.
Ödev kimin işi öğretmenim? Kimin ödev bilinci gelişecek, annenin mi?
Ödev vermekten amaç ne, öğretmenim? Çocuğu fena halde yormak ve oyundan mahrum bırakmak mı? Oyun çocuğun gıdası ve çaresi değil mi? Amaç ödeve lanet okutmak mı? Teknoloji amacına uygun mu kullanılmış oluyor böylece?
Okuma yazmayı anneler mi öğretecek yoksa okullarda öğretmenler mi öğretmenim?
7 yaşında bir çocuk için, “Bu çocuk hiç çalışmadan öğrenmeden geliyor” denir mi? Üstelik İzmir’in en iyi kategorisindeki okullar bunlar.
***
IQ’su 50 olan herkesin kendi ana dilini mutlaka okuyup yazmayı öğrendiğini, biz çok eski araştırmalardan bilmiyor muyuz öğretmenim? O halde neden bu acele? Aralık sonunda okumayı yazmayı sökerse bu çocuklar, başımız göğe mi erecek öğretmenim?
Bula bula, keşfede keşfede öğrenseler… Keşfetmenin zevkini yaşasalar. Evet evet, kendi anadilimizin okunup yazmasını keşfetmekten bahsediyorum. Nasıl unutursunuz kapının PI’sı, kara’nın RA’ sı masanın SA’sını bir araya getirdiğimiz zaman PIRASA meydana getirmenin zevkini? Buluş yöntemiyle sözcük yapmak, sonra sözcüklerden cümleler oluşturmak müthiş zevkli bir oyundur oysa. Oynaya oynaya neden öğretmeyiz kendi anadilimizi?
Nasıl ki “konuşmayı onlara biz öğretmediysek, öğretmeye kalksaydık da hiçbir zaman öğrenemezlerdi”yse; okumayı ve yazmayı biz başlarına vura vura öğretmeye kalktığımız için, okuyan yazan olmuyorlar işte? Okumayı yazmayı öğrenmek, yaşamımızın bir parçası olması gereken okuma ve yazma ediminin bir aracıdır yalnızca. Ama bizim çocuklar bir kere sökünce okuma ve yazmayı, öğretmen arkadaş “Kartaca’yı almış” oluyor. Ama çocukların öğrenme hevesi ve heyecanı köreliyor. Sonrası mecburen yapılan işler vb.
Ben iddia ediyorum: Bu ülkenin insanı okumuyorsa ve yazmıyorsa; en önemli nedenlerden biri, daha en baştan okuma ve yazma hevesinin köreltilmesidir. En başta yaşatılan büyük travmalardır. İnsanımızın aklı ve ruhu daha 7 yaşında yıkıma uğramaktadır. Diğer nedenler ikincil nedenlerdir. Bu konuda üniversitelerimizin ilgili bölümleri araştırma yapmalıdır.
Çocuklarına kötülük etmeyen bir ülke olmamız dileğimle.
Muammer
09.11.2010