Lâl

09 Kasım 2012 08:48 / 4609 kez okundu!

 


Kurban Bayramının son günü ailecek döndüler İzmir’e. Hafta sonu kahvaltılarını iple çekerlerdi. Kahvaltıyı hazırlamaya koyuldular. O akşam Üniversiteye başladığı şehre gidecek genç adam, kabuğu soyularak üzerine kimyon ilave edilen domates tabağını, annesi peynirli muska ve omleti, peynir, ceviz ve yeşillikleri babası hazırladı. En önce ocağa konulan çay da demlenmişti.

Kahvaltı sırasında yalnızca, hemcinslerinin kurban edildiğini hisseden koyunların acı acı melemeleri, kulaklarını dikip sağa sola kaçışmaları, kan kokusunun onları çılgınlaştırdığı konuşuldu. Eline, keyfi kaçmış keyif çayı ve gazetesini alarak balkona yönelen babanın, “Bayram mı, hayvan katliamı mı bu?” dediği duyuldu.

Genç adam Radikal gazetesini karıştırıyordu. Birden balkonu yöneldi. “Bu adamları tanıyor musun baba?” dedi. 13 Mart 1982 günü Buca Cezaevinde idam edilen üç genci gösteriyordu. “Asılmadan önce ailelerine yazdıkları mektuplar bile verilmemiş.” Yan yana fotoğraflanmış İbrahim Etem, Necati ve Seyit’e baktı babası. Sigarasından derin bir nefes çekti, gözleri buğulanmıştı. Baba-oğul göz göze geldi. “Hadi anlat, bari bugün anlat, otuz yıl geçti konuş artık” diyordu o gözler. Ve dili çözüldü babanın.

Üç bine yakın insan vardı içeride. Normal kapasitesinin iki katından fazla insan. İki bölümden oluşuyordu: Eski ve yeni bölüm. Birbirinin simetriği olan her bölümde on beşer koğuş vardı, kadınlar ve sübyan koğuşu dışında. Kapı altından girince tahminen on metre eninde yüzeli metre uzunluğunda bir maltada yürümeye başlardınız. Eski bölümdeyseniz maltanın solunda, yeni bölümdeyseniz maltanın sağında belli aralıklarla sıralanmış koğuş kapılarını görürdünüz.

O günlerde Kenan Evren rüzgarları esiyordu memlekette. Düzenin en berbat, en zalim, en kalleş, en vicdansız ve en insan dışı halini bu mekanda yaşıyordu binlerce insan. Bu sayılan enlerin yaşandığı “normal bir rutin” içinde geçiyordu zaman.

1982 yılının 13 Martıydı ve bir kasabayı dolduracak sayıdaki insan, gün ağarana kadar uyumamıştı. Tan atarken, saatlerdir süren ve yüreklerden kopup gelen protesto sloganları ve dövülen koğuş kapılarının gökleri kaplayan sesi aynı anda susacaktı. Sanki görünmeyen bir el “susun” işareti vermişti.

Issızlık çökmüştü her yerine mekânın. Diller konuşmuyor, gözler gülmüyor, yüzler oynamıyordu. Siyasi ve siyasi olmayan kadınların, erkeklerin, çocukların dilleri lâl olmuştu. Sanki zaman durmuş, devrimcilerin, hırsızların, orospuların, katillerin, kaçakçıların, sahtecilerin, esrarcıların yoldaşı olmuştu. Sabah açılan kapıda karavanayı getiren gardiyan ve askerlerin de dilleri tutulmuştu. Onlar da konuşamıyor, işini görüp hızlıca çıkıyor, sayıma gelen gardiyan yüzlere bakmadan geçip gidiyordu. Yemek yeniyor mu, su içiliyor muydu? Çok büyük bir sessizlik yorganı örtmüştü insanları. Bir büyük boşlukta sarhoş gibi dolaşılıyordu. Sinek bile vızıldamaz mı? Çatıya yuva yapan kumrular da mı ötmez? Sinek de vızıldamıyor, kumrular da guguklamıyordu işte!

Ne “kapıları dövmeyin, slogan atmayın, aksi halde bedelini ödersiniz” diyen olmuş, ne de mutat baskılara karşı direnildiği için yenen dayaklardan helak olunmuştu. Uykusu da gelmiyordu kimsenin.

Issızlık, sessizlik, bir büyük boşluk…

Üçüncü günün sonunda zaman durduğu yerden yürümeye başladı. Diller çözüldü, gözler ışıdı, yüzler hareketlendi. İdarede günlerdir bekletilen mektuplar dağıtıldı. Sevinmeler, üzülmeler, sohbetler nihayet başlayabildi.

Baba sustu.

Genç adam “ee sonra?” dercesine bakıyordu.

Ne zaman kapatılmış mekânlarında kardeşlerinin kurban edileceğini hisseden koyunların çaresizliğini görsem, aklıma bu üç insanın, kimseciklere –ailelerine bile- duyurmadan ve hissettirmeden, alelacele idam edilmeleri sonrasında yaşadığımız büyük sessizlik gelir.

Anne elinde çay bardağıyla yanlarına geldiğinde baba-oğul birbirine sarılmışlardı.



Muammer SAKARYALI

02.11.2012


Son Güncelleme Tarihi: 09 Kasım 2012 20:16

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
12 Kasım 2012 15:42

m.kök

Sevgili Muammer,

Yazını gözlerimden süzülen gözyaşları eşliğinde okudum. Dostlarımızı ve yaşadıklarımızı unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız.
Seni sevgi ve dostlukla kucaklıyorum.

Mehmet KÖK

Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.