Yeni Anayasa’ya doğru olası riskler - Osman Can

09 Kasım 2011 14:22 / 1764 kez okundu!

 


Dünkü “uzman” ve “bürokratların” Kemalist maskeli oluşları karşısında, bugünkülerin “muhafazakâr” veya “mütedeyyin” oluşları çok bir şey değiştirmiyor. Hedef demokratik siyasetin merkez tarafından devşirilmesi, bürokratik yapının maske değiştirse de iktidarını yeni meşruiyet zeminleri üzerinden yeniden revize etmesidir. KCK tutuklamaları konusunda yapılan ve demokratik siyasetin, Ankara merkez bürokrasisinin hegemonyasından kurtarılarak demokratik toplumsal taleplere göre yürütülmesini amaçlayan uyarıların teröre hizmet olarak yorumlanması bu revizyon işinde başarılı olunduğunu gösteriyor.

----------------------------------------------

Yeni Anayasa’ya doğru olası riskler - Osman Can

Bir çok şehirde yürütülen KCK operasyonları “strateji oyunları”na fırsat yaratarak, yeni anayasa çalışmalarını gölgede bırakan ve gündemden düşmesini sağlayan bir araca dönüşmeye başladı. Bunu hatırlatmak, bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor.

Geçen hafta bu köşede KCK davalarının yürütülüş biçimindeki temel bazı sorunlara dikkat çekmiş, özellikle siyasal sorunların çözümünü, devletin yüz yıllık paradigmasına göre biçimlenmiş kimi organlarına havale etmenin öldürücü riskler taşıdığını dile getirmiştim. Son KCK tutuklamalarının yarattığı eleştiriler sağda veya solda yer alan birçok yazar tarafından da paylaşılınca, Ankara merkezli uzmanlar ve bürokrasinin değerlendirmelerine paralel şekilde siyasal aktörler de tepki vermeye başladı.

Polemiğe girmek yerine bu tepkinin Türkiye’nin içinde bulunduğu tarihi moment, yani yeni anayasa bakımından nasıl sonuçlar yaratacağına odaklanmak daha yararlı.

Muhakkak ki bugünlerde Ankara’yı mesken tutmuş uzmanlar veya mesleki yaşamlarının esaslı bir kısmını Ankara’da geçirmiş bulunan merkez bürokratlar kadar Ankara koridorlarını bilemeyiz. Devletin hakikatini ya bu güzide şahsiyetlerden bizzat veya lütfettikleri oranda siyaset aktörleri üzerinden idrak edebiliyoruz.

Buna yabancı değiliz. Toplum da yabancı değil. Zira bu topraklarda siyaset böyle yürütüldü, toplum böyle yönetildi, eğitim, ekonomi, güvenlik vs. politikalar hep böyle belirlendi. Dünkü “uzman” ve “bürokratların” Kemalist maskeli oluşları karşısında, bugünkülerin “muhafazakâr” veya “mütedeyyin” oluşları çok bir şey değiştirmiyor. 1918’e kadar “ittihatçı” iken de durum değişik değildi. Siyasetin toplumdan yabancılaşması, uzman ve bürokratları siyasetin merkezine taşır, bu işlem ise siyasetin topluma yabancılaşmasının kurumsal ve kuramsal altyapısını inşa eder. Maskeler değişse de, yapı değişmediği sürece bu kural değişmez. Hedef demokratik siyasetin merkez tarafından devşirilmesi, bürokratik yapının maske değiştirse de iktidarını yeni meşruiyet zeminleri üzerinden yeniden revize etmesidir.

Tarihi fırsat kaçmasın

KCK tutuklamaları konusunda yapılan ve demokratik siyasetin, Ankara merkez bürokrasisinin hegemonyasından kurtarılarak demokratik toplumsal taleplere göre yürütülmesini amaçlayan uyarıların teröre hizmet olarak yorumlanması bu revizyon işinde başarılı olunduğunu gösteriyor.
Önce demokrasi mücadelesini toplumsal eksende yürüten, gerek ulusal, gerekse uluslararası düzlemde meşruiyet kazanmasına esaslı katkılar sunan görüşler, itiraz ve eleştiriler itibarsızlaştırılıyor. Demokrasinin raydan çıkmaması için yapılan itiraz ve eleştiriler terörü desteklemekle suçlanıyor. Bu kesitler ile siyasal aktörler arasındaki rasyonel ilişki koparıldıktan sonra, siyasal sorunların toplumsal talep ve beklentiler yerine, Ankara’nın bürokratik koridorlarında yürütülen geleneksel stratejilere göre çözümlenmesi mümkün hale geliyor. “Terör”, “devlet”, “vatan”, “millet” gibi kutsiyet çağrıştıran kavramlar siyasete egemen kılınarak, siyasetin egemenliği bitiriliyor, uzman ve bürokrata hâkimiyet alanı yaratılıyor.

Buna bağlı olarak Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tarihi momenti yeni bir Anayasa ile yakalama şansını ortadan kalkıyor.

Burada tuhaf, sorunlu bir ittifak da ortaya çıkıyor. Ankara’nın demokratları itibarsızlaştırma çabasına en esaslı destek Kürt ulusalcıları ile açık-örtülü Kemalist cenah kalemşörlerinden geliyor. Bu tuhaflık siyasal aktörlerin dikkatini pek çekmiyor.

Yeni Anayasa sürecine “ön koşulsuz” ve “kırmızı çizgisiz” bir şekilde başlanılması, “yeni statüko yaratılmayacağı” söylemleriyle giren AK Parti’nin son zamanlarda 12 Eylül Referandumu kazanımlarını koruyacağına ve bunun kırmızı çizgileri olduğuna dair söylem geliştirmesi, bu gelişmeye denk düşüyor. Yalnızca darbe anayasası düzenlemeleri karşısında “ileri” sayılabilen bu değişikliklerin, son tahlilde bürokratik yapının yeni maskeyle ve “halkoyuyla” konumunu sağlamlaştırmasına yaradığı dikkate alındığında, AK Parti aktörlerinin uzman ve bürokrat söylemlerini tekrarlamaya başladığını görmek gerekiyor.

12 Eylül Referandumu’ndaki halkın oyu değişimin istikametine ilişkin olup, yetersiz ve sorunlu değişimi sabitlemeye ve kutsamaya ilişkin bir yargı ifade etmediği unutuluyor/unutturuluyor. Diğer yandan, yüz yıllık karanlık dönem aktörlerinin üretip toplumsal hafızaya zerk ettiği zehirli dil farkına varılmadan kullanılıp normalleştiriliyor. Bu toprakların hamuruna yabancı olan devletçilik, milliyetçilik veya katı üniterlik gibi 1924 ile birlikte totaliter tek parti diktatörlüğünün bu halka dayattığı kavramlar kutsanmaya başlanıyor. TCK 301, TMK, vicdani ret ve benzeri konularda Türkiye uluslararası
toplumdan dışlanmaya başlanırken, ayrıca hiçbir devlet kurumunun veya hükümetin katkısı olmaksızın, özverilerle Türkiye’nin tanıtımı konusunda yürütülen çalışmalar etkisini gittikçe kaybederken, Ankara koridorlarında siyasileri aksi yönde aydınlatan brifingler düzenleniyor.

Bürokrasinin 1918-1922 dönemi bocalamasından sonra 1923’ten itibaren hegemonyasını yeniden inşa etmesine benzer şekilde, çok şeyin değişeceğine yönelik güçlü toplumsal beklentiler ortaya çıktığı ve toplumun anayasal aktör olmaya başladığı bir dönemde, yeni bir restorasyon çabası dikkati çekiyor. Ve tüm bunlar “insan merkezli”, “evrensel değerleri esas alan” bir anayasanın yapılacağı sözlerinin verildiği bir döneme denk geliyor.

Türkiye’nin kazandığı özgüven, topluma dayanmayan, rasyonel araçlarla desteklenmeyen ve “Ankara koridorlarında” üretilmiş strateji oyunlarına Türkiye’nin geleceğini teslim etmek hakkını bahşetmiyor. Bu sürecin bir restorasyonla sonuçlanması, başta mütedeyyin ve dindar olmak üzere Ankara’nın iktidarına tehdit oluşturacak tüm kesitlerin aleyhine sonuçlar doğuruyor. Başka türlü hiç olmadı...

KCK operasyonlarının bu oyunlara fırsat yarattığını, tam da bu dönemde Anayasa’yı gölgede bırakan ve gündemden düşmesini sağlayan bir araca dönüşmeye başladığını hatırlatmak, bir sorumluluk olarak karşımızda duruyor.

Osman Can

Star

Son Güncelleme Tarihi: 20 Kasım 2011 11:17

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.