Tezkere nereye koşuyor? - Altan Tan

30 Ekim 2007 09:44 / 1715 kez okundu!

 

Aylardır Türkiye gündemini meşgul eden tezkere meselesi nihayet sonuçlandı. Hükümete bir yıl süreyle sınır ötesi müdahale kararı alma hakkı tanıyan tezkere 19 ret oyuna karşılık 507 oyla kabul edildi. Birbirlerine "ölümüne karşı" farklı siyasî dünya

Çıkarılan tezkerede amacın sadece PKK terörünü bitirmek olduğu, bunun dışında başka hiçbir şeyin hedeflenmediği ısrarla belirtiliyorsa da konuyla ilgili yazıp çizen hemen herkesin özellikle belirttiği gibi tezkere ile ilgili rivayetler muhtelif. Beytüşşebap'ta korucuların minibüsünün taranması, ardından Şırnak'ta 13 askerin öldürülmesi ve en sonunda da Hakkari Dağlıca'da 12 askerin öldürülmesinden sonra sınır ötesi harekâta direnen, Irak'a girmek istemeyen hükümetin durumu gittikçe zorlaşmakta. Bir müddet için kamuoyu teskin edilse bile birkaç gün sonra eğer tekrar böyle bir hareket cereyan eder, yine onlarca asker öldürülür veya büyük şehirlerden birinde şiddetli bir terör eylemi gerçekleşirse hükümetin oluşan baskılara karşı durması oldukça zor. Kuzey Irak'a yapılacak bir askerî harekâtın PKK'yı bir anda bitiremeyeceğini, bundan önce yapılan 24 adet sınır ötesi harekât gibi üç- dört bin kişi civarında olduğu belirtilen PKK'lının Türk askeri daha sınırı geçmeden Irak'ın bütününe dağılacağını, boş dağların bombalanacağını ve bir müddet sonra askerin Türkiye sınırlarına geri döndüğünde ise PKK'lıların tekrar eski mevzilerine veya yeni belirleyecekleri yerlere döneceklerini aklı başında tüm analistler ittifakla söylüyorlar. Hal böyle olunca askerî harekâtın amacı ile ilgili farklı görüş ve iddialar gündeme geliyor, bu görüş ve iddiaları kısaca sıralamakta yarar var.



1. Sınır ötesi harekâtın görünür gerekçesi PKK olsa da asıl hedefi Kuzey Irak'ta gerçekleşen Kürt federe idaresidir. Esas gaye Kürt federe yönetimini ortadan kaldırmak, bağımsız Kürt devletine dönüşmesini engellemek, ileride oluşabilecek birleşik Kürdistan devletinin bugünden önünü kesmektir. Nitekim MHP'nin eski bir diplomat olan Milletvekili Deniz Bölükbaşı ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli yaptıkları açıklamalar ve verdikleri beyanatlarda asıl hedefin Kürt Federe devleti ve özellikle Barzani olması gerektiğini açıklıkla ifade etmektedirler. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli "Tezkereye karşı çıkan herkes PKK destekçisidir" demektedir. Aynı fikirdeki birçok kişi özellikle yapılacak hava saldırıları ile Kürt federe bölgesindeki ana yollar, havaalanları, elektrik santralleri, okullar, üniversiteler, barajlar ve sanayi tesisleri gibi tüm yapıların tahrip edilmesi gerektiğini empoze etmektedir.



2. Kuzey Irak'a müdahalenin esas amacı Musul petrolleri ve Kerkük Türkmenleridir. Türkiye Lozan'da sonuçlandıramadığı bu meseleyi bu vesile ile elde etmeye çalışmaktadır. Bu görüşü dile getirenler PKK'nın ve yıllardır devam eden tüm çatışmaların bu müdahalenin gerekçesini oluşturmak için olduğunu iddia etmektedir. Ancak amaç buysa bu çevreler 1 Mart 2003 tezkeresinin niçin reddedildiğini birinci Körfez Savaşı da dâhil bugüne kadar neden beklenildiğini izahta zorlanmaktadır. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın bu yöndeki çabaları derin güçlerce sürekli olarak engellenmiştir. Bu sorunu Barzani ve Talabani'nin Türkiye Cumhuriyeti kırmızı pasaportu taşıdığı günlerde ABD ile işbirliği içerisinde birlikte çözmek varken neden bugünkü karmakarışık ortamın beklenildiği cevapsızdır.



3. Türkiye Irak'a girerse İran da bu duruma kayıtsız kalmayacak ve Irak'a o da müdahale edecek, bu vesileyle Türkiye ve İran karşı karşıya gelecek ve çatışacaktır. Türkiye'nin Kuzey Irak'a girmesine şiddetle karşı çıkıyor gibi görünen ABD'nin esas yapmak istediği Türkiye ile İran'ı savaştırmaktır.



4. Eski İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, ABD'nin Türkiye'nin askerî harekâtına karşı çıkmasına rağmen bunu el altından isteyebileceğini ima etmektedir. Bu teze göre ABD Türkiye'yi, Türk askerini Irak'ın yeniden dizayn edilmesinde kullanmak istemektedir. Türkiye'nin müdahalesine şiddetle karşı çıkanlar Barzani de dahil olmak üzere zamanla bir şekilde ikna edileceklerdir. ABD kendi askeri ile Irak'ta yapamadıklarını Türk askeri ile yapmaya çalışacaktır.



5. Profesör Mahir Kaynak, PKK'nın tasfiyesi noktasında Türkiye ve ABD'nin anlaştığını, sınırlı bir operasyonla PKK'nın tasfiye edileceğini, liderlerinin ise Türkiye'ye teslim edileceğini dolayısıyla içeride ve dışarıda çok fazla bir karışıklık meydana gelmeyeceğini öne sürmektedir.



6. Bir başka görüşe göre ise esas yapılmak istenen Irak'ta Sünni-Şii, Kürt-Arap; Lübnan'da Müslüman-Hıristiyan, Filistin'de Müslüman-Yahudi çatışmalarıyla savaş arenasına dönen Ortadoğu bataklığına Türkiye'yi de çekmek ve bir daha ayağa kalkamayacak şekilde batırmaktır. Ortadoğu'da din ve mezhep çatışmalarına ilaveten çıkartılacak bir Türk-Kürt etnik savaşı bölgeyi tamamen istikrarsızlaştıracak, kaosa sürükleyecek, Türkiye'nin bölünmesini tetikleyecektir. Bin yıldır olmayan olacak, yapılamayan yapılacak Türkler ile Kürtler arasına husumet girecektir. Bu savaşın bölgenin Müslüman halkları açısından kazananı olmayacaktır.



7. Birçok kişi de konunun tamamen Türkiye'nin iç politikasına dönük olduğuna inanmaktadır. Mesele AK Parti'nin hizaya getirilmesi "terbiye" edilmesidir. AK Parti Türkiye'nin bölgesel güç olmasını istemekte, Suriye, İran ve Lübnan Hizbullah'ı ile iyi ilişkiler kurmakta, Filistin Hamas lideri Halid Meşal'i Ankara'ya çağırmakta, Türk Genelkurmayı'nın aksine Barzani ve Talabani ile iyi ilişkiler kurmaya çalışmakta, daha da önemlisi yeni anayasa çalışmalarıyla da statükoyu değiştirecek bir süreci tetiklemektedir. Laik-anti laik kamplaşmasından yeterince netice alınamayınca Türk-Kürt çatışması ve terör üzerinden sonuç alınmaya çalışılmaktadır. Esas amaç AKP'yi "merkeze" çekmek, kısacası halk tabiri ile "merkez karakoluna" teslim etmektir. Böyle bir son da Kürt sorunu, başörtüsü, Kur'an kursları gibi konular da kendiliğinden rafta durmaya devam edecek, değişim ve dönüşüm "bir başka bahara" kalacak, askerî vesayet ve totalitarizm kazanacaktır. Tezkere ve bu bağlamda Kuzey Irak'a müdahalenin sebep ve amaçlarıyla ilgili yukarıdaki görüşlerin biri veya birkaçı doğru olabilir, yine aynı şekilde biri veya birkaçı tamamen deli saçması ve komplo teorisi de olabilir. Esas üzerinde durulması gereken bu kadar önemli ve hayati bir konunun doğru düzgün konuşulmadan alelacele ele alınması ve paldır küldür bir şekilde tezkerenin çıkarılmasıdır. Bütün bir ülkenin ve Ortadoğu'nun derinden etkileneceği böylesine can alıcı bir meselede toplumun her kesiminin bilgilendirilmesi ve akla gelen her türlü ihtimalin değerlendirilmesi gerekirdi.



Akla gelen bazı sorular



1. PKK'nın yaptığı her eylem, memleketine giden her asker cenazesi kamuoyunda Kuzey Irak'a müdahale fikrini adeta galeyana getirmekte "ordu Irak'a" sloganları ayyuka çıkmaktadır. DTP tezkereye karşı çıkarak müdahalenin çare olmadığını savunmaktadır. PKK'nın eylemleri devam ettikçe DTP'nin Ankara'daki alanı daralmakta, demokratikleşme çabaları püskürtülmekte, Kürt sorununu çözmek isteyenler bölücülük ve vatan hainliği ile damgalanmaktadır. Bunu bile bile PKK eylemlerine niçin devam etmektedir?



2. Osman Öcalan bir beyanatında ABD'nin PJAK'a (PKK'nın İran kolu) silah verdiğini söylemekte birçok siyasi ise PKK'yı İran ve Suriye'de kullanmak isteyen ABD'nin asla PKK'nın üzerine gitmeyeceğini iddia etmektedir. ABD Türkiye'nin Irak'a girmesine gerçekten karşı ise PKK'nın Türkiye'deki eylemlerini Kuzey Irak'ta neden engellememektedir?



3. Kürt Federe yönetimi yetkilileri ve özellikle yönetimin lideri Mesut Barzani hemen her fırsatta Türkiye'nin bölgeye müdahalesine karşı çıkmakta ve olası bir müdahaleye askeri olarak cevap vereceklerini söylemektedir. Bu durumda PKK'nın Türkiye'deki eylemlerini durdurması noktasında neden PKK'ya ciddi telkinlerde bulunmamakta ve tedbir almamaktadırlar?



4. Türkiye'nin Irak'a müdahale etmesi halinde Avrupa Birliği süreci dâhil hemen her şeyin ve başta ekonominin allak bullak olacağını herkes söylerken TÜSİAD neden değişim dönüşüm ve yeni anayasa tartışmalarında "kontra" tavrına girmiştir? Üstüne üstlük geçtiğimiz beş yıllık AKP iktidarında sokaktaki vatandaşın ekonomik hayatında ciddi bir iyileşme olmamışken en fazla kazanan TÜSİAD üyeleri olmuştur. Bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan, Turgay Ciner'in servetini altıya, Aydın Doğan'ın ise ona katladığını söylemektedir.



DTP ne yapmalıdır?



DTP'yi var eden birinci neden Kürt sorunudur. Kürt sorunu ile ilgili ansiklopediler dolusu söz söylense bile neticede konu iki ana eksen üzerinde düğümlenmektedir ya adil, kalıcı ve anadille eğitim hakkı dâhil gerçek bir demokratikleşme ile beraber birlikte yaşama projesi hayata geçirilecek veya çatışma ve boğuşmayla birlikte ayrışma ve düşmanlık kazanacaktır. DTP'li arkadaşlar hemen her fırsatta barış, kardeşlik, birlikte yaşamaktan bahsetmekte, demokratikleşmenin demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti'nin yegâne amaçları olduğunu ve yüzlerinin Ankara'ya dönük olduğunu söylemektedirler. Bu meyanda hedefleri doğrudur. Yakından tanıdığımız birçok DTP'li arkadaşın gerçek ve samimi fikirleri de budur. Meclis'te bulunmaları ise Türkiye demokrasisi için bir şanstır. Yapılması gereken birlikte yaşama projesini bununla ilgili taleplerini detaylandırarak ayrıntılı ve net bir şekilde ortaya koymalarıdır. Toplumu ikna için diyalog kapıları sonuna kadar açık tutulmalı, üslup samimi ve güven verici olmalıdır. Şiddetin devam ettiği bir ortamda at izi it izine karışmakta, 15 Ocak 1996 Güçlükonak Şemdinli, Beytüşşebap ve Ankara Ulus'taki gibi "faili karanlık" olaylar ortalığı daha da karıştırmaktadır. Toplumun zihni allak bullak olmaktadır. Demokratik ortamın devam etmesi ve toplumun tersinden manipüle edilmemesi için DTP PKK'ya tek taraflı olarak eylemlerine acilen son verme çağrısında bulunmalıdır.



AKP ne yapmalıdır?



Ali Bayramoğlu'nun da dediği gibi AKP yol ayrımındadır ve çanlar AKP için çalmaktadır. 22 Temmuz seçimlerinde alınan %47'lik oy iyi analiz edilmelidir. AKP Orta Anadolu'da MHP'yi, Doğu ve Güneydoğu'da DTP'li bağımsızları, ülkenin diğer bölgelerinde ise CHP'yi geride bırakmıştır. Çorum'da MHP, Ağrı'da DTP, Fırat'ın doğusunda hiçbir yerde ise CHP milletvekili çıkaramamıştır. Laik-antilaik, Türk-Kürt, Alevi-Sünni bütün kesimlerin ana gövdeleri büyük oranda AK Parti'yi tercih etmiş ve sorunların çözüm yeri ve geleceklerinin teminatı olarak AK Parti'yi görmüşlerdir. AK Parti değişimin, dönüşümün, toplumsal uzlaşmanın ümidi olarak lanse edilmiş ve toplum tarafından da öyle algılanmıştır. AKP önünde çok fazla bir seçenek bulunmamaktadır. Ya algılandığı gibi toplumsal uzlaşmanın, değişim ve dönüşümün, yeniden yapılanmanın adresi olacak veya geri adımlar atarak (veya attırılarak) Anavatan, CHP, Doğru Yol Partisi gibi içi boşaltılmış sistem partilerinden biri olma yoluna girecektir. Tezkere bağlamında Kürt sorunu sürecin can alıcı noktasıdır. Refah Partisi'nden bugüne kadar devam eden sorunu görmeme, oyalama, idare etme, erteleme, günü kurtarma ve ne şiş yansın ne kebap politikalarının sonuna gelinmiştir, yol bitmiş deniz tükenmiştir. AKP de Kürt sorunu ile ilgili netleşmek ve dört başı mamur bir proje ortaya koymak mecburiyetindedir. Sorunu salt ekonomik geri kalmışlık, terör ve güvenlik sorunu olarak tanımlamak aymazlığı devam ettirmek olacaktır. Konu öncelikle siyasidir, çözüm paketi de siyasi, sosyal ve ekonomik olmak zorundadır. Kürt sorunu ayrı, terörizm ayrı, terörist ayrı, dış devletlerin bölücü ve kışkırtıcı politikaları ayrı, PKK ayrı olarak değerlendirilmelidir. Bu konularda dünya siyasi literatüründe yüzlerce cilt araştırma ve inceleme vardır. Kürt sorunu esas, diğerleri ise bu sorunun sonuçlarıdır. Esas göz önünde alınmadan sorunun sonuçları üzerinde yoğunlaşmak ve sonuçlara takılı kalmak yarayı derinleştirmekten başka bir şeye yaramamaktadır. Kürt sorununu çözmek istemeyenler asker ve PKK dışında taraf istememektedir. Liberal, sosyal demokrat ve İslami çözüm önerileri gibi farklı yaklaşımlar her iki kesim tarafından da "hainlikle'' suçlanmaktadır. Her türlü düşüncenin serbestçe tartışılıp görüşülemediği bir ortamda çözüme ulaşmak mümkün değildir. Tamtamlar AKP etrafında çalmaktadır. Askerî vesayetin egemen olduğu sistemin militarize edildiği, yeni anayasanın rafa kaldırıldığı veya birkaç eften püften değişiklikle kadükleştirildiği, içinin boşaltıldığı, bütün düşünce odaklarının susturulduğu bir Türkiye'de AK Parti diye bir parti de olmayacaktır. Kürt sorununda askerî vesayete taviz vererek o çevreler nezdinde siyasal meşruiyet aramaya çalışmak ise AKP'ye hiçbir fayda sağlamayacaktır. Meselenin ahlaki-etik boyutu ile insani ve imanî boyutu ise ayrı bir konudur.



Sonuç olarak;



Tezkerenin hedefinin salt PKK olmadığı hemen herkesin ortak kanaatidir. Hükümet Kürt sorunu, Irak ve Ortadoğu politikalarının ne oluğunu kamuoyuna açıklamalı; kısa, orta ve uzun vadeli programını ortaya koymalıdır. Kapsamlı ve yeterli bir politika henüz oluşturulamamışsa durum vahimdir. Ters yönden esen rüzgârlar çoğu kez insanı hiç istemediği yerlere sürükler. Şairin dediği gibi "Bir muhalif rüzgâr eser, hak ile yeksan eder.'' En azından açık ve şeffaf bir ortamda konu mütalaa edilebilinirse yine de sonuç alınabilir. Ancak tezkerenin enine boyuna AK Parti Meclis Grubu'nda bile tartışılmamış olması ümit kırıcıdır. Bu meyanda İslami medyaya ve aydınlara da büyük görevler düşmektedir. Binlerce yıldır Kürt, Türk, Arap, Fars, Süryani, Asurî, Keldani, Yezidi, Marunî, Nasturi, Rum, Ermeni, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Sünni, Şii, Alevi, Ortodoks, Katolik, Protestan farklı din mezhep ve etnisitenin birlikte yaşadığı bu coğrafyanın en büyük ortak paydası İslam ve bu farklılıkları yok etmeden, çatıştırmadan birlikte yaşatabilen 1400 yıllık siyasi geçmişin teminatı da İslam hukuku olmuştur. Bu coğrafyaya dışarıdan dayatılan Fransız ulusçuluğu benzeri tüm çözümler aslında çözümsüzlüğe hizmet etmekte, farklılıkları muhafaza ederek birlikte yaşama yerine çatışma, savaşma ve ayrışma körüklenmektedir. Sütün içerisindeki yağ misali iç içe geçmiş halkları ayrıştırmak ta mümkün olmadığı için sürekli olarak çatışma ve kaos ''Kader'' haline gelmektedir. Belki istenilen de budur.



Türkiye'deki İslami kesimin önemli bir bölümü Türk-İslamcı resmi söylemin etkisinde kalmış, uzun yıllar farkında olmadan Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ulus devletleri milliyetçi bilinçaltı ile "meşru'' kabul etmiş ve sorgulamamışlardır. Bu konuda, Kürt sorununda başından beri sahih bir İslami anlayışla merhum Said-i Nursi başta olmak üzere Ali Bulaç, Mustafa İslamoğlu, Osman Tunç, İhsan Arslan, Mehmet Metiner, Sadık Yalsızuçanlar, Abdurrahman Dilipak, İhsan Süreyya Sırma, Hüsnü Aktaş, Müfid Yüksel, Hakan Albayrak gibi yazarlar ellerinden geldiğince hakkı ortaya koymuşlardır. Ancak maalesef İslami cemaatlerin tamamı üzerinde etkili olamamışlardır. Birinci Dünya Savaşı'nda teslim alınıp darmadağın edilen Ortadoğu coğrafyası 21. yüzyılda tekrar tarumar edilmek istenmektedir. Çözümü yine kendi tarihî ve kitabî referanslarından hareketle bu coğrafyanın çilekeş evlatları ortaya koymak zorundadırlar. Tezkere konusunda ise bir sefer hareket etmeden önce bin defa düşünmek gerekmektedir. Bu konuda Yeni Şafak'ta Ali Bayramoğlu, Yasin Aktay, Zaman gazetesinde Ali Bulaç ağabey ile Sadık Yalsızuçanlar, Milliyet'te Hasan Cemal gibi yazarların konuya yaklaşımları, tahlil ve önerileri umut vericidir. Tezkere bağlamında yapılacak bir sınır ötesi harekâtın dışarıdaki sonuçları ne olursa olsun içerideki sonucu şovenizmin tırmanması, totaliter ve militarist bir rejimin oluşturulmaya çalışılması olacaktır.



Gün soğukkanlı, sabırlı; ancak doğru bildiklerinde ısrar ederek kararlı durmak günüdür.



Altan Tan


ZAMAN - 25.10.2007

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.