Ferhat Kentel - gazetem.net

22 Kasım 2007 03:43 / 1822 kez okundu!

 

Sevgili devlet, Tam olarak neredesin, bilmiyorum... Tepede bir yerlerde mi, köşe başında mı, binaların içinde, bodrum katlarında mı saklısın, üniformalarda mı, mahkeme salonlarında mı, yoksa ta içimizde misin, emin değilim... Şu sıralar ne işlerle uğraş

Geçenlerde bir olay duydum. En iyisi dedim kendi kendime, devlete anlatayım bunu... Altından kalksa kalksa devlet kalkar böyle bir şeyin altından... İşte senin kapasitene, gücüne dair, herkes gibi benim de biraz bilgim olduğu için sana yazayım dedim. Ama aynı zamanda bu olay bizzat seni de çok ilgilendiriyor; bu yüzden de dikkat ederek, kendini vererek okuman ve hissetmen gerekiyor bu olayın teferruatını...



Senin suretlerin çıkmaya, hatta çoğalmaya başladı sağda solda... Rakiplerin yani... Yok yok, senin gibi olmaya özenen PKK'dan, alenen seni taklit eden vatansever güçbirlikleri, vatansever mafyalar, ergenekon, atabeyler falan gibi örgüt ya da çetelerden bahsetmiyorum. Bunları zaten ciddiye alıyorsundur herhalde diye düşünüyorum.



Çok daha sıradan, herhangi bir apartmanda olabilecek türden bir olaydan bahsediyorum. İşte bu olayı bir genç insanın bana aktardığı haliyle ben de sana aktarayım.



"Dün gece, bizim yüksek lisans programından bir grup insan, Türkiye'ye bir film festivali için gelmiş başka insanlarla dışarıda eğlendikten sonra, bir arkadaşımızın evine gidiyoruz. Müzik yok, TV yok, bir kısım insan kaykılmış, bir kısmı da Murat Belge, Ali Bulaç falan üzerine entel dantel bir sohbet yapıyor. Bu sırada, gaip mi gerçek mi belirsiz bir ses geliyor apartmandan.



Adamın biri bağırıyor aşağıdan, "bu saatte gürültü yapmayın" falan diyor, hayırdır inşallah gündüz niyetine deyip pısıyoruz. Ev sahibimiz Ahmet kapıyı açıyor, adam yukarı gelip fırça kayıyor edep adap çerçevesinde. Bu gece bu kadarmış deyip önce ecnebileri uğurluyoruz. Adam bunlara bulaşmasın diye de gözlüyor bir kısmımız kapıdan. Ama o çıkıp kapıya küfür sallamaya başlıyor. Önce dinliyoruz, hepimiz pür dikkat. Adam durduk yerde başlıyor içimizden kız olanlara ana avrat küfretmeye. İçimizden kız olanlardan biri "ne diyor bu be" diyerek çıkıyor kapıya. O sırada adam yukarı doğru yöneliyor. Ben "aman dövecek bu bizi" derken inanılmaz birşey oluyor ve adam resmen ortalık yerde silahla yukarı doğru koşuyor ve şarjörü çekiyor. O sesi duyunca hepimiz bir yerlere saklanmaya çalışıyoruz.



Küçücük salonda bir kanepe var. Ayşe, Ali ve Fatma saklanıyorlar arkasına. Lale ve ben hemen kapının yanında yere çömelirken bir bardak devriliyor ve "silah silah" diye çığlıklar duyuyorum. Şaka kakaya dönüyor. Kapı kitleniyor. Adam kapıya dayanıp tekmelemeye başlıyor. Tekme sesi mi silah sesi mi anlayamıyoruz. O an tek yapabildiğimiz canımızı kurtarmaya çalışmak. Odaya bakıyorum can havliyle: Nereye saklanabilirim? Tek bir kanepe var; arkası dolu. Cama bakıyorum, atlanabilir mi? Hayır çok yukarıdayız. Öylece kalakalıyorum. Adam çok fena tekmeliyor kapıyı ve elinde Allah'ın belası bir silah var! Gürültü yaptık ya, öldürecek bizi! Rasyonalite falan yok o an! O öldürmeye susamış potansiyel bir katil ve biz potansiyel kurbanlarız. Sadece neremden vurulacağımı ve ne kadar acıyacağını düşünüyorum. Kıpırdayamıyorum. Adam tekmelemeye devam ediyor. O lanet kapıyı kırdığı an göreceği ilk kişi benim. Muhtemelen bana sıkıp, "naaptım lan ben" deyip durur, ben de ufak bir sıyrıkla yırtarım diyorum. Kapıyı en az 15 defa tekmeliyor bütün kuvvetiyle. Kapının kırılmaması tamamen bir mucize, çünkü çelik falan değil. Sesin kesildiği o kısacık anda kanepenin arkasına koşuyorum. Ayşe ve Fatma'nın yüzündeki o ölüm kalım ifadesini görünce ürperiyorum. Lale telefona sarılıp polisi arıyor. Ali büyük bir cesaretle kapının üzerine bir sandalye itmeye çalışıyor. Ayşe onu durdurmaya çalışıyor, Nazlı şokta, Ahmet neredeyse ağlamaklı sessiz olmamızı söylüyor polisi ararken. Polis telefonda ağırdan ağırdan adres tarifi alıyor.



10 dakika boyunca kıpırdayamıyoruz o lanet kanepenin arkasından. Dizlerimiz zangır zangır titriyor. Bir sigara yakıyoruz rahatlamak için. Bir an kendimi toplayıp cama ilerliyorum, polisin geldiğini görüp yukarı işaret ediyorum. Saflık işte, sanıyorum ki adamı alacaklar bizi de kurtaracaklar! Ah be! 3 tane polis yukarı geliyor, "anlatın ne oldu?" diyor. Beşimiz çıkamıyor bile kanepenin arkasından. Diğerleri de anlatıyor, "evet biz gürültü yapmış, sesli konuşmuş olabiliriz ama bu silahla haneye tecavüzü gerektirir mi?" Polis bizi rahatlatmaya ya da evden çıkarmaya ya da adamla konuşmaya çalışmıyor "ama siz de gürültü yapmışsınıız" diyor.



Mucize eseri adam kapıyı kıramayıp bizi kurşuna dizemediğinden, polisin bu irrasyonel tavrını sorgulayamıyoruz. Neden sonra inmeye başlıyoruz aşağı. Dizlerim öyle titriyor ki aşağı inerken, bir an duraklıyorum adamın kapısında. Polisler oraya inmiş adamın bize salladığı küfürleri dinliyor. Beyaz saçlı, 50 yaşlarındaki adam, "köpek sürüsü iniyor aşağı, orospuları toplamış alem yapıyorlar" diye bağırıyor yüzümüze karşı. Polis de bakıyor bize, analiz ediyor muhtemelen hakikaten orospu muyuz diye. Ali, Nazlı ve ben kapının önünde diğerlerinin gelmesini beklerken, adamın 20 yaşlarındaki oğlu pencereden bağırarak küfürler yağdırıyor. Bu namus bekçisinin orospuluğumuzdan zerre tereddüdü yok: "dua edin siz" diyor "yatıp kalkıp dua edin, o kapı bir kırılsaydı bir sokabilseydi birkaçınıza" diyor. Donup kalıyorum, sadece donup kalıyorum. Yapmadığımız hangi etik davranış, potansiyel hangi toplumsal norm, silahla üzerimize yürünmesini, muhtemelen kurşunlanmamızı gerektirir?



Bir ekip arabası daha geliyor. "Lütfen açın kapıyı" diyerek giriyorum içeri. Polis gayet sakin, "ne oldu?" bile demiyor. Biz olayı anlatınca da "e siz de adamın sinirini tepesine çıkarmışsınız" diyor. O sırada öğreniyoruz ki, adam emekli bir başkomisermiş. Parçalar yerine oturuyor. Tabii ki bu adam adaleti ve toplumsal ahlakı kendi tesis etmekte haklı. Ve tabii ki o sırada camlara dökülen ama ışığını açmaya ya da "alemci öğrencileri" kurtarmaya tenezül edemeyen mahalle halkı da haklı. Herkes haklı, tek suçlu tahrik unsuru biziz. Durumu zorlasak, gidip karakola şikayette bulunabiliriz. Ama daha orada bizi titrerken gören polisler umursamazken, onların bir dolusunun bulunduğu kurum bizi neden önemsesin ki? Muhtemelen adam bizi vursa bile sıyrılacaktı işin içinden. Sadece uzaklaşmak istiyoruz. Sadece bu kabusun bitmesini... Bu kabusun bitmesini.... Bitmesini...



Taksiye binip uzaklaşıyoruz oradan. Üzerine konuşuyoruz saatlerce. Herkes kendi açısından nasıl ölümle burun buruna geldiğini anlatıyor. Birbirinin yüzünde gördüğü o korkunç ölüm korkusundan bahsediyor. Öğleden sora kimse konuşamıyor artık. Yalnız başımıza kaldığımızda aklımızdan çıkmayan o şarjör sesi.... Çınlıyor durmadan. Birbirimizi arıyoruz, çünkü bunu anlayacak bir merci yok bu ülkede. Ağlamakla şükretmek arasında bir gün geçiriyoruz... Yarın bir serseri kurşuna gidersek hesabının sorulmayacağının garantisiyle kendi travmamızla başbaşa devam ediyoruz gururla Türkiye'de yaşamaya...



Daha ne kadar katlanacağımızı bilemeden..."



* * *



İşte böyle sevgili devlet...



Adamın biri silahına sarılmış, senin polisini taklit ediyor; "güvenlik gücü taklidi" yapıyor. Adam emekli ama anlaşılan hizmete ve silahını kullanmaya doyamamış...



Şarjör sesi, her an patlamaya hazır bir silah... Senin mahkemelerini bile ciddiye almıyor; muhtemelen önce öldürüp sonra yargılamaya karar vermiş...



Bir genç delikanlı "kahramanlık" yapıyor babasının silahının gölgesinde... Başka gençlere karşı... Devlet taklidi babasına yardımcı oluyor...



Bir apartman ölçeğinde devletliğini ilan eden "baba" bizzat kendi "tahminleri" üzerine ahlak ve edep normları koyuyor.



Apartman komşuları sessiz... Hep senin arzuladığın "uyum"u, apartman devleti "kendine uyum"a çevirmiş...



Bu küçük apartman devleti genç insanların gülmesini, geç saatlerde sohbet etmesini yasaklamış; yeni bir "kamusal alan" tarifi yapmış... Rahatsızlık duyduğu gürültüyü konuşarak değil, kestirmeden silahla yoketmeye karar vermiş... Çünkü insanların genç olmalarına tahammülü kalmamış...



Travma yaratıyor bu küçük devletler... O kadar çok travma yaratıyorlar ki, bu gidişle, herkes hemen yakınındaki devletçiklerden korkarken, senden korkan kalmayacak...



Dikkat et, sevgili devlet, "tekel"ini, şiddet tekelini elinden alıyorlar. Yanlış bilmiyorum değil mi? Sadece sen şiddet kullanabilirsin; o da hukuk çerçevesinde olmak kaydıyla...



Sen, millet olarak parçalanmayalım diye önlem almaya çalışırken, sen parçalanıyorsun... Bu gidişle, sana rakip bir sürü devlet çıkacak yakında... Benden söylemesi...



22 Kasım 2007, Perşembe

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.