Dinden Korkmayın - Ahmet Altan (Taraf Gazetesi)

05 Aralık 2007 18:09 / 1432 kez okundu!

 

Biz, hepimiz Kemalist bir ülkenin, kemalist eğitimden geçmiş çocuklarıyız. Kemalizm, cumhuriyetin yeni ve taze ideolojisi olarak ortaya çıkmadı. Tam tersine, yıktığı Osmanlı'nın son döneminde yaşanan sakatlıkları ve İttihatçıların "ordu tapınmasını"

Osmanlı'nın son dönemindeki bütün çatışmalar, bütün çarpıklıklar, genetik bir miras" gibi Kemalizm'le Cumhuriyet'e bulaştı.



Osmanlı'yı "Türkleştirerek batılılaştırmak" gibi tuhaf bir misyon üstlenen ittihatçılar, Türkleşmenin önünde engel olarak gördükleri Müslümanlıkla da çatıştılar.



Bu çatışmada, Osmanlı'nın neredeyse tümüne damgasını vurmuş olan iktidar kavgasının, o "asker din adamı" çekişmesinin de önemli bir rolü vardı.



O çekişmeyi, "31 Mart Vakası" denilen, ne olduğu hala tam anlaşılamamış olan ayaklanma, askerlerin kesin galibiyetiyle sonuçlandırdı.



Ama İttihatçıların dine ve dindarlara duyduğu kuşku olduğu gibi Cumhuriyete geçti.



Bizler de, Kemalizm eğitiminin çocukları olarak o kuşkuyu derinliklerimize yerleştirdik.



Sonra bazılarımız "solcu" olduk.



"Din kitlelerin afyonudur" sözünü öğrendik.



Ürkütücü bir şey olarak gördük dini.



Onunla ilgimizi kestik.



Bir toplumun kültürel yapısını oluşturan en önemli faktörlerinden birini merak dahi etmedik.



Sanki, onun yanına yaklaşsak, baksak, incelesek, Afrika'nın et yiyen çiçekleri gibi bizi kapıp içine alarak bir "gericiye" çevirecekmiş gibi hep uzak durduk.



Bu çocukça korku, bence bizi entelektüel açıdan epey zayıflattı.



Sadece Batı edebiyatı ile Türk edebiyatını, din ve dindar karakterler açısından karşılaştırmak bile bu zayıflığı gösterir.



Batı edebiyatı, bütün doğallığıyla dinle haşır neşir olur, eleştirir, dalga geçer, dindarlardan çok kalıcı karakterler yaratır, İncil'in bölümlerinden alıntılar yaparken, bizim edebiyatımızda dinin doğal bir şekilde işlendiğini, din adamlarının "kanlı canlı" karakterler gibi yazıldığını, Kuran'dan alıntılar yapıldığını neredeyse hiç görmeyiz.



Hemen hemen bütün entelektüellerimiz gibi yazarlarımızın da dini bilgileri azdır, hem de bir din adamını zaaflarıyla ve erdemleriyle anlatmaktan ürkerler.



Bu ürkeklik, bu yapay uzaklık, bu gereksiz korku, bizi toplumun harcındaki en önemli etkenlerden birini incelemekten, anlamaktan, yaşadığımız toplumdaki çeşitli acıların kaynaklarını saptamaktan alıkoyar.



Halbuki bu toplumun en büyük yaralarından biri dinle ilişkisindeki kaygan alan.



Bir yandan Kemalist eğitimin getirdiği "din ürküntüsü", bir yandan gizli ya da açık Allah korkusu insanları sıkıştırıyor.



Şamanist bir kökten gelen, geç Müslüman olmuş, hergeleliği, bitirimliği bol bir toplumun kendi diniyle barışık, huzurlu bir hayat sürebilmesi için bu ülkede "dinle insan" ilişkilerinin bir daha tarif edilmesi gerekiyor.



Dinden korkmayan, dini kendi iktidarı için bir alet gibi kullanan softalara da esir düşmeyen bir dindarlığa ihtiyacımız var.



Dinin şekil şartlarını hem "irtica" işareti gibi algılayan, hem bu şekil şartlarını modern hayatın hayhuyu içinde gerçekleştiremeyen, açık yüreklilikle söylersek hem de bu şekil şartlarına çok uygun bir yaşam biçimi olmayan insanları, dinle barıştırmanın en iyi yolu herhalde dinin "özüne", felsefesine dönmek, tasavvufu insanlara öğretmek.



Dün Neşe Düzel, bizim gazetede Fethullah Gülen cemaatinin önde gelenlerinden Hüseyin Gülerce ile konuştu ve Gülerce "Şekilcilikten kurtulmuş bir İslam'a döndüklerini" söyledi.



Bence, Türkiye'deki bütün dindarların tartışması gereken bir açılım bu.



İnsanları ürküten bir biçimde "bütün şekil şartlarına uymazsan cehennemliksin" diyen ve insanlarla din arasında sıcak bir yakınlaşmayı sekteye uğratan bir anlayış mı yoksa "öz şekilden önemlidir, inanıyorsan, diğer kullara iyi davranıyorsan sen de Allah'ın sevgili kulusun" diyen ve insanların vicdanları rahat olarak dinle ilişki kurmasını sağlayan bir yaklaşım mı?



Biliyorum, böyle dini konular benim gibi bir dinsizin bilgi düzeyini çok aşar.



Ama ben dini ciddiye alırım.



Bir toplumu anlamanın, o toplumun diniyle ilişkisini anlamadan mümkün olamayacağına inanırım.
Ve, Türkiye'nin diniyle olan sorunlarını "huzurlu" bir şekilde aşmasının bu ülkeyi çok rahatlatacağını, manasız çekişmelerden kurtaracağını düşünürüm.



Kemalist toplumun Kemalist olmayan entelektüellerinin bile dinden korktuğunu biliyorum.



Bence korkacak bir şey yok.



Bu toplumun dinini tartışmasına yardımcı olmak konusunda bir yardımımız olabilecekse, elimizden geleni sakınmanın bir anlamını göremiyorum doğrusu.



Bu toplum, dinle sorununu çözmeden huzura kavuşamayacak.



Huzursuz bir toplumda kimse huzurlu olamaz.



Ben dinsiz ve huzursuzum...



Ama bu huzursuzluğumu, huzurlu bir toplumun içinde yaşamayı tercih ederim doğrusu.



Ahmet Altan

Taraf Gazetesi

4 Aralık 2007

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.