Bir toplantının beynimdeki izdüşümleri - Timuçin Gündem

24 Ekim 2011 16:04 / 1668 kez okundu!

 


Geçtiğimiz gün bir toplantı daveti aldım. Davetin sahibi, İzmirizmir.Net haber portalının değerli editörü Pervin Mısırlıoğlu hanımefendiydi. Pervin Hanım aynı zamanda Türkiye küçük Millet Meclisleri'nin kendi ifadesiyle, İzmir’deki hamalıdır. Aileden olmamama rağmen gösterilen nezaket ve hak etmediğim teveccühe binaen toplantıya katılmayı hiç düşünmeden kabul ettim.

İştirakimin bir diğer sebebi de, İzmir’de mevcut birçok portal ya da yerel basın kuruluşunun gerçekleştirmeyi akıllarına bile getirmediği önemli bir adım atmış olmaları olmuştu. İstişareye verdikleri önemden dolayı İzmirizmir.Net ailesine tekrar tekrar âcizane tebriklerimi sunuyorum.

Toplantıda İzmirizmir.Net ailesinin değerli yazarları ile bir kısım okur ve hayranları vardı. Saygıdeğer hazirun, aslında ülkemizin küçük bir modelinden başka bir şey değildi. Farklı coğrafyalardan, kültürlerden ve inançlardan aydın insanlar toplumsal bir yaraya parmak basmak için bir aradaydılar. Toplumsal diyalog adına sevindirici bir gelişme yaşanmıştı. Ortaya atılan konu, toplumsal ayrışmışlığımızdı. Birbirimizi yeterince anlayamayışımız, farklılaştırılmamız, ötekileştirilmekti. Konuşmalar bu minval üzre seyretti dersem sizi yanıltmış olmam. Konuşmalar esnasında daha çok, özgürlüklerin arttırılması, maksimum insan hakları ve demokrasi özlemi üstü kapalı da olsa kendini fazlaca hissettiren ortak payda izlenimini oluşturdu bende. Toplumsal uzlaşının sağlanması, birbirimizi dinleme, anlama, şiddeti bertaraf etme, daha sağlıklı bir sosyal yaşam, önyargıların ortadan kalktığı, insanların birbirini aşağılayıp, horlamadığı, olduğu gibi kabullendiği hassalara sahip bir topluma duyulan özlem de yine üstü kapalı da olsa zuhur eden bir başka iz düşümü olmuştu. Katılımcıların ekserinin, kendisini ötekileştirilmiş hissettiklerini dillendirmeleri zaten bende de var olan benzer kanıları pekiştirdi. Sosyolojik sıkıntı ve sorunların hemen her kesimde seviye fark etmeden, neredeyse aynı olduğu gerçeği ile bir kez daha yüz yüze geldim. Toplumumuzun uzun yıllardır sarmalından kurtulamadığı “sadece ben varım, benden gayrisi ötekidir, farklıdır, tek malik benim” hastalığının oluşturduğu sosyolojik ve psikolojik rahatsızlıklar bir kez daha bu toplantı vesilesi ile gündeme damgasını vurdu.

İlk etapta, ciddi problem olan bu ve benzer hususları alt etmenin, toplumumuz üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmenin, mutlak var olan yolunu ya da yollarını yaşam pratiğimize dökmeliyiz diye düşünüyorum. Bunu da vakit geçirmeden yapmalıyız. Bunun başarılabilmesi için de ilk olarak; dili, dini, rengi, ırkı, cinsi, malı ve mülkü; ayrıştırma, bölme, parçalama, ötekileştirme aracı olarak kullanmak fikrinden bir an önce süratle uzaklaşmalıyız. Uzun yıllardır içinde yaşadığımız toplumun her katmanını içten içte çürüten bu ve benzeri ilkel travmaları artık literatürümüzden çıkarıp atmalıyız. Kırılması belki de imkânsız gibi görünen ve her biri bir kale hükmündeki ön yargıları bir bir kırmak zorundayız. Geniş kitleler içerisinde bu işi sürdüren öncülerin, gönüllülerin sesine kulak vermek bu aşamada elzem gibi geliyor bana. Belki de hiç dinlemediğimiz, kulak verme zahmetine katlanamadığımız, önyargılarımızın esiri olduğumuz böylesi zat-ı muhteremlerin konu hakkındaki fikir ve zikirlerine göz atmalıyız. Bu kapsamda aklıma ilk gelen, ülkemizdeki haksız birçok önyargıya konu edilen Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi ve O’nun felsefesi ile sunduğu reçeteler gelmekte. Geçtiğimiz günlerde, kendisinin de aynı kişi ve kişiler hakkında amansız önyargı sahibi olduğunu ifade eden gazeteci-yazar Sn. Serdar Turgut da; bu gönüllerin, bila ücret, vatanseverlik adına, ülkemiz adına, birlikte yaşayabilme adına sergiledikleri icraatları derinlemesine ele aldığı iki yazısını herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Sırası gelmişken, muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendinin, konumuz ile ilgili olan, icraata yansımış fikir ve zikirlerinden bir kısmını, alıntılar şeklinde sizlerle de paylaşmak istiyorum.

Bakınız ne diyor, Muhterem Gülen Hoca Efendi ,“İnsanın yapısında ilk bakışta şer görünen kin, kıskançlık ve düşmanlık duyguları, başkaları üzerinde hâkimiyet kurma isteği, hırs ve bencillik gibi bir takım hususiyetler vardır. Bunun yanı sıra, ona dünya hayatını sürdürmesi için verilmiş beslenme ihtiyacı ve şehvet duygusu gibi bazı arzular ve ihtiyaçlar da söz konusudur. Gerek ilk kategorideki duygular, gerekse bu ikinci kategorideki arzu ve ihtiyaçlar, insanın sabit asli yanına hitap eden ebedi, evrensel ve değişmez değerler istikametinde eğitilip yönlendirilmeye muhtaçtır. Bu takdirde yeme içme arzu ve ihtiyacı şehvet ve öfke gibi duygu ve sıfatlar belli sınırlar içerisine alınarak, mutlak hayırlara vesile yapılabilir. Aynı şekilde kıskançlık, düşmanlık, rekabet, hırs, bencillik, kin gibi duygular da, yine eğitilerek belli güzelliklere ve güzel sıfatlara kaynak kılınabilir. Kıskançlık ve rekabet, hayırlı işlerde gıptaya ve yarışmaya; düşmanlık, insanın en büyük düşmanı olan nefse, şeytana ve bizzat düşmanlık hissine, ayrıca kin, nefret gibi duygulara karşı düşmanlığa; tamah ve hırs, faydalı faaliyetlerde başarıya doymamaya; bencillik de, nefsin kötü yanlarını görüp onları eğiterek, hayırlara yönelmeye vesile yapılabilir. Görülüyor ki; bütün kötü duygular, eğitim yoluyla, kendileriyle mücadele edilerek pek çok hayrın kaynağı haline getirilebilir. Böylece insan, bu eğitim ve mücadele sayesinde, potansiyel insan olmaktan gerçek ve kâmil insan olmaya uzanan yolda mesafeler elde ede ede, “ahsen-i takvim” (en güzel kıvam) sırrına ulaşır; varlığın, yaradılışın en güzel sembolü, modeli, bizatihi temsilcisi haline gelir.

Bu gerçeğe rağmen insanlık hayatında realiteler her zaman bu çizgide cereyan etmemektedir. Çok defa, sözünü ettiğimiz kötü duygu ve sıfatlar galebe çalmakta, insanı hâkimiyeti altına almaktadır; o kadar ki, mutlak hayırların kaynağı olan duygu ve sıfatlarla birlikte, insanı eğitimle güzelliklere yönlendirmenin temel kaideleri ola dinler bile, istimrarla kötülüklere vasıta yapılabilmektedir. İlk dönemde insanlık aynı çizgide ve “sevinçte, kederde” ortak tek bir topluluk halinde mutlu bir hayat sürerken, bir âdemoğlu, kendi payına düşene razı olmayıp başkalarının hakkına ve sahasına el atma, dolayısıyla da zulüm işleme zincirlerinden oluşan ve Kuran da adına “bağy” denilen paslı bir halkayı iradesinin ayağına ve kendi boynuna geçirmiş; bunun sonucunda da işlenen ilk cinayetle de beşer parçalanma yoluna girmiştir. O gün bugündür, yıllar gibi devredip duran asırlara rağmen bu kavga ve parçalanma sürüp gitmektedir. Sevgi, merhamet, diyalog, herkesi kendi konumunda kabul, karşılıklı saygı, hak ve adalet temelleri üzerine yükselecek olan bu bahar, insanlığın gerçek özünü bulacağı bahardır. İyilik, güzellik, doğruluk ve fazilet, dünyanın esas mayasıdır. Ne olursa olsun, dünya, er geç kayıp bu çizgiye gelecektir ve bunu engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Ne var ki, bu baharın önünde pek çok engel bulunduğu da muhakkaktır. Terör bunlardan sadece biridir. Terörizmle mücadele için kanaatimce her şeyden önce lanetli terör ağacının bittiği zemini görebilmemiz lazımdır. Bu zemin, en önemli üçüncü cehalet, fakirlik ve öteki korkusunun teşkil ettiği bir takım büyük problemlerden oluşmaktadır.

Diğer taraftan, istatistiklere göre, dünya nüfusunun yarısı günde iki dolardan, bir milyar insan ise bir dolardan daha az bir parayla idare etmeye çalışmaktadır; diğer bir milyar ise, bütün bütün açlığın pençesindedir. Dünya nüfusunun dörtte biri temiz içme suyundan mahrum bulunmaktadır. İşte, bu dert bütün insanlığın derdidir. Bir diğer büyük problem, sari hastalıklardır. Kansere ilaveten, her gün binlerce insan AIDS, tüberküloz, sıtma ve benzeri sari hastalıklardan vefat etmektedir. Sürekli silahlanma, uyuşturucu bağımlılığı ve bunlara paralel seyreden sila ve uyuşturucu kaçakçılığı, terör zeminini besleyen diğer önemli faktörlerdir. Kanaatim öyle ki, bir yılda silahlanmaya ve dünyanın herhangi bir bölgesinde teröristlerle mücadeleye harcanan para, sözü edilen problemlerle savaşmak için harcansa, çok daha karlı çıkılacaktır. Burada hepsini zikretmeyi gerekli görmediğimiz onca derde ve hastalığa karşı bütün dünya insanlarının el ele vermesi, akıl ve vicdan sahiplerinin birlikte çalışması şarttır. Nihayet, hepimiz insanız; herhangi bir aileye renge ve ırka ait olmak, bize ait bir seçim değil. Şu halde, öteki korkusundan kurtulmamız lazım. Ortak paydamız olan insanlık ve demokrasi içinde çeşitlilik etrafında bir araya gelmeliyiz. İnanıyorum ki, ortak insanlık paydasına hitap eden ve bunun dilini kullanan eğitim, farklılıklarımızı ve problemlerimizi aşmada en tesirli vasıta olacaktır. Şu kadarını da eklemeliyim ki, eğitimin yanında manevi ve ahlaki terbiye ve tenevvürü de asla ihmal etmemeliyiz.”

Bir başka alıntı; "Farklı dönemlerde, farklı coğrafyalar da yaşayan ve farklı ilahi dinlere mensup inananlar, tüm bu farklılıklarına rağmen aslında aynı ahlaki değerlere sahiptirler. Hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek, zina etmemek, yalan söylememek, insanlara karşı nazik ve saygılı bir üslup kullanmak gibi temel değerler bütün inananlar için geçerlidir. Bu ortak ahlak anlayışı İslam, Hıristiyanlık ve Yahudilik için de geçerlidir. Nankörlük, şımarıklık, kendini beğenmişlik, yalancılık, aç gözlülük, düzenbazlık, kavgacılık, saygısızlık, vefasızlık, cimrilik, dedikoduculuk, zalimlik, iftiracılık, iki yüzlülük, kışkırtıcılık gibi çirkinlikler İslam ahlakına kesinlikle uygun olmadığı gibi Yahudilik ve Hıristiyanlıkta da yasaklanmıştır. İnsanlar saygılı, sevgi dolu, adaletli, şefkatli, merhametli, iyiliksever, alçakgönüllü, dürüst, güvenilir, cömert, fedakâr, yumuşak huylu ve vefalı olmaya çağrılmışlardır. Buna karşılık, ilahi dinlerin öğrettiği bu ahlak anlayışına tamamen ters olan anlayışları savunan bir kısım akımlarda olagelmiştir. Ezcümle, son iki yüz yıldır dünyada son derece tesirli olan materyalist felsefe, insanları, sadece kendi menfaatlerini düşünen ve çıkarlarını elde etmede hiçbir kural tanımayan bireyler haline getirmektedir. Çatışmalar ve gerilimler, bir parça toprak ya da makam ve mevki için acımasızca birbirine saldıran insanlar, mazlumların ve ihtiyaç içinde olanların her gün daha da ezilmesi, adaletsizliklerin yaygınlaşması, ahlaksızlıkların artması söz konusu yıkımın sadece birkaç örneğidir. Bu durum karşısında ilahi dinlerin mensuplarının, materyalizm tarafından aldatılmış olan insanlığın kurtuluşu için ittifak etmeleri gerekir.”

Diğer bir alıntı; ”İslam eşitliği, Hakk’ın isteği ve insana saygının gereği olarak görür ve onun sarsılmasının ya da tamamen ortadan kaldırılmasını insanlığa karşı işlenmiş büyük bir cinayet sayar. O, renk, ırk, bölge ve seviyeli ailelerden gelmeye bağlı imtiyazlara karşı açıkça tavır alır ve her zeminde bu çarpık anlayışla fikren mücadele eder. İslam, toplumun her fert ve her kesimini aynı sıcaklıkla bağrına basar. Herkesin ihtiyaç ve beklentilerini eşit bir çizgide değerlendirir ve avazı çıktığı kadar kimsenin kimseden üstün olamayacağını haykırır; haykırır ve hem eşitliği hem de fırsat eşitliğini ısrarla vurgular. İslam, soya sopa bağlım yapılanmaları tasvip etmediği gibi, hayatın sadece tek bir ünitesinde bile olsa, belli bir sınıfın hâkimiyetini de açıkça reddeder. İslam’ın girip yerleştiği bir kalpte Yaradan’dan ötürü ve yaratılanların hatırına sadece ve sadece sevgi vardır, alaka vardır, hoşgörü vardır. Zaten, bir kalpte hem inanç ve Allah’la irtibat, hem de kin, nefret ve gayz olamaz."

Bir başka alıntı; “Baştan beri anlatmaya çalıştığımız gerçekler itibariyle, bütün bir millet, hatta top yekûn beşer olarak istikbale yürürken, her köşe başında önümüzü kesmesi muhtemel ayrılık, farklılık ve mutabakat zorluklarından kaynaklanan handikaplara karşı en tesirli silahımız, en sağlam sığınak ve tabyamız herkesin konumuna saygı ve herkesle diyalog köprüleri kurma arayışı olsa gerektir. Biz katiyen iftirak (ayrılık) mevzularını söz konusu etmeme, düşmanlık vesilelerine hayat hakkı tanımama azmindeyiz. Mazinin yanlışlıklarını tarih kitaplarında zincire vurma ve düşmanca duyguları hortlatmama taraftarıyız. Geçmişte belli hadiseler başka zincirleme hadiselere sebebiyet vermiş; düşmanlıklar, belli düşmanlıklar doğurmuştur; insanlar birbirlerinden uzaklaşmış, zıt cepheler oluşturmuştur. Bugün bunları konu ederek yeniden kavga sebebi yapmak, yeni uçurumlar meydana getirmek manasızdır. Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın; biz, yürüdüğümüz diyalog yolunda ilerlemeye devam etmeli, sağdaki soldaki kine, nefrete, düşmanlığa rağmen, barış ve dostluk yanlısı insanlarla el ele verip” sulh adacıkları” oluşturmalıyız. Tabii ki, dünyadaki bütün insanları yumuşatmaya ve güzelliklere ortak etmeye bizim gücümüz yetmez. Herkese “ diyalog” dedirtemeyiz, “ konuma saygı “ anlayışını top yekûn insanlığa mal edemeyiz. N e var ki, kim ne düşünürse düşünsün ve kim ne derse desin, hem genel manada hem de farklı medeniyetlerin temsilcileri arasında diyalog elzemdir. Bunun ilk adımı olarak da, muasır bir Müslüman alimin vurguladığı gibi, fertler ve toplumlar arasında polemik sebebi hususları bir tarafa bırakıp, çok daha fazla olan ortak noktaları öne çıkarmak lazımdır. “ Bir ayağım merkezde, diğer ayağım ise yetmiş iki millet arasında” diyen Mevlana Celaleddin Rumi gibi düşünerek sadece din müntesiplerini değil, bütün insanlığı kuşatacak çok geniş bir daire çizmek ve herkese bir nevi barış eli uzatmak icap eder. Kaba kuvvetin artık geride kaldığına inanarak ve bunu geride bırakarak, medeniler arasındaki münasebetlerin daima diyalog yoluyla olduğunu, olması gerektiğini unutmamak gerekir.”

Benim, bu sözlerden sonra konu üzerine söyleyecek çok fazla sözüm yok. Toplantıya dair bir kaç hususa daha vurgu yapıp yazımı sonlandırmak niyetindeyim. Toplumsal sorunlarımıza dar zaman ve dar dairede de olsa çareler arayan bu tür toplanmaların sıklaştırılmasına, toplumsal fayda anlamında ihtiyacımızın olduğudur. Dikkatimi çeken bir başka husus da, 70’li yıllarda, bırakın aynı masada oturmayı, aynı semtlerde, aynı şehirlerde ve hatta aynı ülkede yaşamayı hazmedemeyenlerin, aynı mekânda bir araya gelip konuşabiliyor olmaları oldu. Ortak uzlaşı noktalarının olabileceğini müşahede etmek de ayrıca, gelecek adına umutlarımızı arttırdı. Sayılarının artması bir diğer dileğim olan böylesi toplantıların sayılarının artırılarak, her kesimi kuşatacak, hoşgörüye dayalı yeni yorumlara ait tohumların, böylesi zeminlerden, yine aynı aydınların önderliğinde yavaş yavaş toplumun temeline atılması gereklidir. Zira toplumsal çalkantıların etkisi en fazla bu zeminde hasara yol açmakta. Zemini oluşturan bireylerin konuyu yeterince içselleştirememiş olması ya da zihinleri, bu duygu ve düşünce karşıtlarınca bulandırılması, işi zora soksa bile bu uğur da gayret elden bırakılmamalıdır. Bırakılacak en ufak bir boşluk dahi, art niyetlerin sığınağı olabileceği akıllardan muhal tutulmamalı. Toplumsal anaforların çıkış noktası genelde bu ve benzer sebeplerden, aynı zeminde olmakta.

O yüzden, ötekileştirmeden, itip kakmadan “herkesi bulunduğu konumda” kabul ederek, toplumca genel kabul görecek ortak paydalara sahip mecralarda sevgi, hoşgörü ve hürmetle faklılıklarımızı buluşturmanın, bıçak sırtı benzeri yolu buralardan daha sıkça geçirilmeli. Önce taban, yani geniş halk kitleleri bu işe ısındırılmalı, özendirilmeli. Geniş kitlelerin buna hazır hale gelmesi, getirilmesi problemin çözümünde bana göre en önemli unsurlardan. Bir diğer unsurda fert bazında olayı ele alabilmektir. İnsanın, en mükemmel surette yaratılmış olduğu bazı kesimlerce sarfı nazar edilmiştir. Meleklerden üstün surette yaratılan insan, nasıl olurda bir diğerini öldürme, yok etme, yarım bırakma, çalıp çırpma gayri meşruya gark olma, fitne, fesat odağı olma cüretine sahip olur? Bu insan olma haddini aşmaktır. Sosyal sıkıntıların ana kaynaklarından biride bu husustur. Doğduğumuz andan bu ana gelene kadarki geçirdiğimiz safhada bize musallat olan en güzel suretten zaman içerisinde en olmaz surete sokan etmenler iyice analiz edilmeli. Tespit edilen tüm olumsuzluklar el birliği ile bertaraf edilebilmelidir. Unutulmaması gereken oldukça önemli bir başka hususta insanın sadece maddi varlık olmadığıdır. Maddi ihtiyaçlardan ziyade, manevi ihtiyaçlara da gereksinimi olduğudur. İnanç bunların başında gelir. Sevgi, merhamet, vefa, sadakat, alçak gönüllülük, hoşgörü hemen peşi sıra gelmektedir. İnsanı sadece madde olarak hiç kimse tanımlayamaz. Buna da hakkı olduğu düşünmüyorum. Her şeyi pozitif ilimlerle ifade etmek, manalandırmak, manasızlaştırmaktan öte bir şey olamayacağı gibi insana da sadece madde gözüyle bakmak aynı yola çıkacaktır. İnsan, madde ve mananın karışımından oluşan oldukça karmaşık bir yapıya sahiptir. Mana ya olan açlığının giderilememesi durumunda dengede bir insandan bahsetmek olanaksızdır. Sadece madde yüklü insanın boş kalan mana hücrelerine farklı yüklemeler yapmak, ortaya bir hilkat garibesi çıkarmaya yeter.

Yazımı kaleme aldığım sıralarda Van’daki elim deprem haberi ile sarsıldım. Ülkemiz ard arda gelen acı olaylarla zor günler yaşamakta. Birlik ve beraberlikle bu zor günlerin de üstesinden gelebileceğimiz kanaatindeyim. Bu duygularla herkesi, Vanlı kardeşlerimizin acısını paylaşmaya ve yardıma davet ediyorum. Bu vesile ile de depremde hakkın rahmetine kavuşanlara Allahtan rahmet, geride bıraktıklarına da sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Allah (c.c.), böylesi acıları bir kez daha Aziz Milletimize yaşatmasın inşallah. İzmirizmir.Net ailesi ve okurlarına saygılarımı sunuyor, daha hoşgörülü yarınlarda buluşmak ümidiyle, şen ve esen kalınız.

*** Alıntılar, Doğan Egmont Yayıncılık tarafından basılan ve Prof. Dr. Şerif Ali TEKALAN Bey’in “ Nasıl Bir Diyalog-Küreselleşen Dünyada Birlikte Yaşama Sanatı” adlı eserin önsözünden yapılmıştır.


Timuçin GÜNDEM

24.10.2011


Son Güncelleme Tarihi: 27 Ekim 2011 13:42

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.