Aşk bağımlılığı... - Rengin Soysal

04 Mayıs 2008 17:50 / 1887 kez okundu!

 

"Aşk bağımlılık mı" dedi bambi gözlü güzel kadın... Soru sormuyordu, düşünüyordu... Bağımsız aşk var mıydı sahiden; sevdiğine bağımlı olmayan, bağlanmayan birisi olabilir miydi ya da... Bağımlı olduğun bir insanı sevmemek mümkündü, hatta neredeyse mutl

Aşk, görülmeyen ilmeklerle örüyordu o sadece sevenin kendisini bağlayan kavÎ zinciri... Ve o zinciri artık sahibi bile kıramıyordu... Ta ki gün gelip müthiş bir hayal kırıklığının keskin kılıcıyla veya zamanın törpüsüyle aşınıp inceldiği yerden kopana kadar...


Bazen de farkında bile olmadan biriken ufak kırgınlıkların, aşkın körlüğünde göz ardı edilen temel anlaşmazlıkların, hafif hafif çoğalan ilgisizliklerin oluşturduğu minik minik paslarla gitgide örseleniyor ve o sıralarda ortaya çıkan birine doğru atılan yeni bir zincirin ilk halkasıyla ufalanıp dağılıyor, tedavülden kalkıyordu.


Aşk mecburiyetlerden değil özgür seçimlerden doğuyordu, fakat doğduğu anda, hissedeni köleleştiriyordu. Sahibin köle olduğu tek ilişki biçimiydi belki aşk. Aşkın sahibi kimse köle de oydu. Gerçek bir kölelikten çok daha fazla esir ediyordu insanı üstelik bu gönüllü kölelik. Başkaldırmayı, kaçmayı, kurtulmayı aklından bile geçirmiyordu. Tam tersine, esaretini besleyip güçlendirecek her şeyi bizzat yapıyordu. Ona yardım etmeye çalışanlara, uyaranlara, "bağımsızlığını kazanması" için destek vermeyi önerenlere kinleniyordu bir de.


Utanmıyordu köle olmaktan, gurur duyuyordu; kendi kendini küçük düşürüyor, beklenenin misliyle fedakarlık yapıyor, bu halinin sürmesi için adeta yalvarıyor, yolunda gitmeyen şeylerin kusurunu kendinde buluyor, "ben" olmaktan vazgeçip "o"nun hayatını yaşıyordu.


Bağımlı bir kişilik yapısının işareti miydi böyle bir aşık oluş yoksa bağımsızlığına en düşkün olanlar arasından mı çıkıyordu bu tutsaklığa boyun eğenler... Hiçbir kısıtlamaya dayanamayanlar, hürriyetini kaybetmekten en çok korkanlar, birilerine tabi olmayı asla kaldıramayanlar mı vuruluyordu inadına aşk prangalarına...


Gizli bir haz mı alıyorlardı kendi mahkumiyetlerini kendileri yaratmaktan...


Bağımlı kişilikleri özgürleştiren, özgür kişileri bağımlı kılan garip bir denklemi mi vardı aşkın veya... Tadılmayan duyguları tatmaya, deneyimlenmemiş olanı tecrübe etmeye yol açan...


Bir kere yaşadılarsa öyle bir aşkı eğer, nerede rastlarlarsa kaçmaya çalışmaları bu yüzden miydi bazılarının da... Ve birilerinin, bağımlı olduklarında kaybedeceklerini iyi öğrenmiş birilerinin, en sevdikleri vakitlerde bile başka ilişkileri devreye sokmaları bu endişelerinden mi kaynaklanıyordu...


Aşık olduğuna mı bağımlı oluyordu insan, aşka bağımlı olup da mı aşık olacağı birini arıyordu...


Bu yüzden miydi uyuşturucuya benzetilmesi aşkın. Ya her türden uyuşturucunun peşinden koşuluyordu ya da bir tanesine bağımlı olunup sürekli o aranıyordu. Gittikçe yetmez oluyordu doz lakin, alıştıkça hep fazlası, daha fazlası gerekiyordu. Başlangıçta zevk verirken sonraları yalnızca alışkanlık haline geliyor ancak yoksunluğuna katlanılamadığından geri adım atılamıyordu. İşte o dönem başlıyordu hem "uyuşturucuna" hem zaafından dolayı kendine kızıp, öfkelenmek... Tamamen arınmak için mücadeleye girişmek...


Aşkın "hastalık" hali herhalde buradan geliyordu...


Her bahar nükseden hastalıklar gibi, bahar gelip de nüksetmediğinde alışanı hayrete düşüren aşk...


Kimileriyse sağlığına kavuşmanın çaresini ille de onda buluyordu. Henüz söylemişti bir çocukluk arkadaşım: "Prospektüsünü okursan hiç bir ilacı kullanamazsın ama iyileşmek istiyorsan yan tesirlerini de göze alacaksın."



Rengin Soysal

Taraf Gazetesi

3 Mayıs 2008

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.