1913-2007 Büyük Deprem ya da Yeni Bir Başlangıç - Taner Akçam

13 Aralık 2011 18:19 / 1971 kez okundu!

 


Türkiye, Dersim özrüyle, tarihinin “başlangıç döneminin sonuna” geldiğini ilan etmiş oldu

“Bu bir son değildir”, demiş Winston Churchill; “hatta sonun başlangıcı da değildir”, diye devam etmiş ve “belki başlangıcın sonudur”, diye tamamlamış cümlesini.

Türkiye, Başbakanın Dersim konuşmasıyla, tarihinin “başlangıç döneminin sonuna” geldiğini, ya da “yeni bir başlangıcın” başında olduğunu ilan etti. Osmanlı ve Cumhuriyetimizin büyük altüst oluşu olarak tanımlanabilecek devasa bir sürecin sonuna geldik. Süreci 1912-3 Balkan yenilgisinin kesinlik kazanması ile başlatmakta fayda var. 1913 bahar ve yaz ayları ile başlayan ve1914’de, Ege ve Trakya sahillerinden Rumların katliam dahil, köylerinden zorla boşaltılarak Yunanistan’a sürülmesiyle sistemli bir hal alan ve 2007’de Hrant Dink’in öldürülmesi ile noktalanan bir süreç bu.

1912-2007 arasını büyük bir depreme de benzetebiliriz. Depremin en tepe noktasını, 1912-1924 arasında, Anadolu Hristiyanlarının imha edilmesi ve Anadolu dışına sürülmesi oluşturur. Zorunlu Rum sürgünü ile başlayan bu dönem, savaş yıllarında bir milyonun üzerinde Ermeni ve yüz binlerce Süryani’nin imha edilmesi ile devam eder. Sürecin son büyük imha dalgası, 1921 yazında Pontus Rumlarının soykırıma yakın tarzda katledilmeleri, 1922 İzmir yangını ve 1924 zorunlu Nüfus Mübadelesidir. Cumhuriyet döneminde yaşanan 1934 Trakya olayları, 1942 Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül, Hristiyan (ve ilave olarak Yahudilere) yönelik bastırma, sindirme ve sürme siyasetinin son artçı dalgaları gibidirler. Bu artçı dalgalardan sonra, nüfusunun %98’i Müslüman olan bir ülke olmakla övünür olmaya başlamıştık.

Deprem, kökleri daha öncelere gitmekle birlikte, Cumhuriyet döneminde Sünni-Türk olmayan unsurları sardı. Dersim bu dalganın en tepe noktasıdır. İlk defa Hristiyan olmayan ve Kızılbaşlığı ile övünen bir etnik-din topluluğu sistemli bir imhaya tabi tutuldu. Onlara yapılan, her bakımdan 1912-1924 döneminde Hristiyanlara yapılanlara benziyordu. Üstelik imha edilmelerinde, 1915 soykırımında Ermenileri korumuş olmalarının da önemli bir payı olduğu söylenir. 1970’li yılların Çorum ve Maraş Alevi katliamları, 1980 darbesi ve 1990’ların Kürtlere yönelik faili meçhulleri, Cumhuriyet döneminin büyüklü küçüklü diğer depremleri gibidir.

2007’de Hrant’ın katledilmesiyle artık bu büyük deprem sürecinin sona erdiğini düşünüyorum. Hrant’ın ölüm tarihi elbette sembolik ve Müslüman-Türk çoğunluğun veya onların adına hareket ettiklerini iddia eden çevrelerin “bir ulus-devlet” oluşturabilmek için kendisi gibi olmayanları ezmeye ve susturmaya çalıştıkları bir dönemin bitişini sembolize ediyor. Hrant ile birlikte artık Müslüman-Türk çoğunluk, kendileri adına tüm bu politikaları hayata geçiren önderleri ile aralarına mesafe koymaya başlayarak, geçmişine bakmaya ve yıkımın devasa boyutunu fark ederek, eksikgedik bir şeyleri yeniden olumlu olarak inşa etmeye çalışıyor.

“Olumlu inşa”nın başlamış olmasının ana nedenlerinden birisi, 1912-3 ile başlayan “büyük deprem” sürecinin baş aktörleri olan sivilasker bürokratların, AKP’nin iş başına gelmesi ile birlikte, büyük darbe yiyerek güç kaybetmeleridir. Ergenekon, Balyoz ve faili meçhul tutukluları, bu geçmiş deprem ve yıkımların sembolik sorumlu ve temsilcileridir. Türkiye, Müslüman- Türk çoğunluktaki açık tercih değişiklikleri nedeniyle, bu çevreleri hapse atmıştır. Bu tercih deği?ikliğine bağlı, Türkiye’nin yönetici eliti de değişmeye başlamıştır. Geçmişle yüzleşmenin başlamasını sağlayan bu yönetici elit deği?iklikliğidir ve AKP’nin bu yüzleşmede başı çekiyor olması tesadüf değildir.

Dersim ile başlayan bu tartışmanın orada kalmayacağını, tüm bir 1912-2007 dönemini kapsayacağını söylemek için kahin olmaya gerek yok. Hele hele, 1915 Ermeni soykırımının 100. yüzyılı olan 2015’e doğru devrilirken, başta bu konu olmak üzere, Hristiyanlara yönelik işlenmiş büyük cinayetlerin, artan bir biçimde devreye girip tartışılacağından kimsenin kuşkusu olmasın.

Her toplum için, tarihte yaşanmış büyük katliamlar üzerine konuşmanın yıkıcı bir etkisi vardır. Farklı gruplara yönelik kin ve nefretin körüklenmesi biçiminde de yaşanır bu süreçler. Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında “Ermeni diasporası” kelimesinin bir küfür olarak kullanılmasıyla küçük bir örneği sergilendi bu “yıkıcılığın”. Önümüzdeki aylarda, bu “yıkıcılığın” daha geniş grup ve çevreleri kapsayarak artabileceğini söyleyebilirim.

Bu bağlamda, madalyonun diğer yüzüne de dikkat çekmek isterim. Eskiyle hesaplaşmak, 1912-2007 arasında inşa edilmiş “Türk- Müslüman” kimliği ile yüzleşmek biçiminde de olmak zorundadır; adı konmasa bile şu anda da zaten böyle olmakta. Çünkü, ister kabul edelim ister etmeyelim, geçmişte bu cinayetleri işleyenler, cinayetlerini “Türklük ve Müslümanlık” adına işlediler.

Bu hesaplaşmanın negatif bir sonucu, “Türk ve Müslüman” çoğunluğun tartışmayı, kendisinin suçlanması ve kendisine saldırı olarak algılaması olasılığıdır. Karşılıklı kin ve nefreti tetikleyebilecek bu duygu, toplumun zaten zayıf olan kumaşının daha da çok yırtılmasına yol açabilir. Unutmayalım ki, tarih üzerine konuşmayı, “yara kaşımak”, “kavga etmek” olarak anlayan bir kültürden geliyoruz.

Konuyu karmaşık kılan, “Türklük ve Müslümanlık” adına tüm bu depremlerin yaşanmasına yol açan Asker-Bürokratik elitin, özellikle tüm bir Cumhuriyet tarihi boyunca, Müslüman çevreleri de hedef almış olduğu gerçeğidir. “Şeriat ve gericiliği” temsil ettiği ilan edilen Müslümanlar çeşitli baskı ve eziyetlere maruz kaldılar. Kendisini aslında mazlum ve ezilmiş hissedenlerin, katliam ve sürgünler kendi adlarına işlendiği için, diğerleri tarafından “fail” sayılmaları ciddi bir gerilime ve negatif enerji artışına yol açabilir.

Eğer tarihle yüzleşmenin ve Müslüman-Türk kimliği ile hesaplaşmanın yıkıcı olmasını istemiyorsak, yapıcı bir dil bulabilmek zorundayız. Bunun en birinci yolu, Müslüman-Türk kimliğini “ötekine düşmanlık” ekseninde değil, bir başka eksende yeniden tanımlayabilmektir. Söylemeye gerek yok ki, bu toplum gene, çoğunluk olan Müslüman-Türk kimliği ekseninde, ve ancak onun yeniden tanımlanmasıyla kurulabilecektir. Eğer yeni bir “Türkiyelilik” kimliğinden söz edeceksek, onun ana gövdesini Müslüman-Türklerin oluşturacaklardır.

O halde, Müslüman-Türk çoğunluk olarak çok önemli bir görevle karşı karşıyayız. Bizler, bugünkü kimliğimizin tanımlanmasında önemli bir yer işgal eden ve ama geçmişte aslında bu kimliği kirletmeye çalışmış ve lekelemiş olanların elinden almak zorundayız. Müslüman-Türk kimliğinin üzerinde yükseldiği ve yükseleceği bir ba?ka zemini yeniden tanımlamak zorundayız. Kuşkumuz olmasın, bizim üzerinde yükseleceğimiz başka bir tarihimiz vardır. Geçmişte, Ermenileri, Rumları koruyan, Dersimlilere sahip çıkan onurlu ve vicdan sahibi Müslüman-Türkler daima var oldular ve onlar bize, yeni kimliğimizin hangi zemin üzerinde yükselmesi gerektiğinin ışığını sunmaktadırlar.

Müslüman-Türk kimliğinin kültürel kodlarının yeniden tanımlanması anlamına da gelen bu çaba, aslında tüm bir toplum açısından da bir zemin kayması anlamına gelir. Tüm bir toplumun, üzerinde kendisini yeniden tanımlayacağı bir alan-kaymasından söz ediyorum. Yani, sağcı-solcu; milliyetçi-enternasyonalist; İslamcı- Alevi-laik veya Türk-Kürt gibi, bugün mevcut etnik-kültürel veya siyasi kimliklerin fay hatları ve çatışma noktaları esas alınarak çözülebilecek bir sorunla karşı karşıya değiliz.

Tüm bir toplumun üzerinde yükseldiği, milliyetçisi de dahil, herkesin kendisini yeniden ifade edebileceği ve tanımlayabileceği yeni bir alan, yeni bir zemin yaratmak gerekiyor. Başbakan Erdoğan’ın geçmişle yüzleşme konusunda belki de ana hatası da burada. O yüzleşmenin bütünlüklü ve yeni bir toplum kurucu boyutunu yeterince görmüyor ve CHP ile hesaplaşma oyununun küçük bir parçası olarak ele alıyor. Bu haliyle yıkıcı olabilir.

Başbakan ve AKP, 1937-38 Dersim katliamını CHP’nin üstüne yıkarak işin içinden çıkma stratejisini bir kenara bırakmak zorunda. Onlara düşen görev, Hükümet olarak, devlet adına Dersimlilerden resmen özür dileyerek toplumun geçmişiyle bir bütün olarak yüzleşmesinin önünü açmalarıdır. Çünkü ne 1938 Dersim ile sınırlı olan, ne de AKP-CHP fay attı ekseninde açıklanamayacak, toplum olarak, 1912-2007 döneminin tümünü kapsayan devasa bir hesaplaşma sorunu ile karşı karşıyayız. Bu da herkesin kendisini yeniden tanımlayacağı yeni bir zeminin inşası ile yaratılabilir. Peki bu zemin nedir? O da bir başka yazının konusudur.

Clark Üniversitesi

takcam@clarku.edu

Taraf

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.