Yorgun kediler için de bir şarkı söyle

12 Aralık 2012 12:22 / 3479 kez okundu!

 


Yorgun kediler için de bir şarkı söyle. Yorgun kediler çöpleri karıştırmaktan yorulmuştur. Çöpler ki onlar, uygarlığın saklı hafızasıdır ve kirli yüzüdür bir kentin; utanılası anılarıdır insanın. Ne kadar çok yediğidir onun, ne kadar çok attığı; ne kadar vefasız olduğudur ve ne kadar yalancı.

Yorgun kediler için de bir şarkı söyle. Yorgun kediler karanlıktan yorulmuştur. Karanlık ki o, uygarlığın saklı korkusudur; gizemli yüzüdür bir kentin ve yalnızlığıdır bir insanın. Ne kadar güçsüz olduğudur onun, ne kadar iki yüzlü ve ne kadar yaratıcı.

Yorgun kediler için de bir şarkı söyle. Yorgun kediler, insanlardan yorulmuştur. İnsanlar ki onlar, uygarlığın hem dostu hem düşmanıdırlar; hem dostu hem düşmanıdırlar bir kentin; hem dostu hem düşmanıdırlar kendi kendilerinin.

Yorgun kediler en çok çöplerden öğrenmiştir, biraz da karanlıktan, insanlardan. Öyle ki bir yorgun kedinin bildiğini kimse bilemez. Zaten yorgun kediler de herşeyi bilmekten yorulmuştur.

Yorgun kediler için de bir şarkı söyle.


Emel KAYIN


(Emel Kayın, Mekân Hikâyeleri, Kanguru Yayınları, Ankara, 2008, s.36)


> EMEL KAYIN'IN ÖYKÜ MİMARLIĞI VE "MEKÂN HİKÂYELERİ"

Mimarlık mesleğini yaşama/yazma biçimine dönüştüren Emel Kayın; kitabının girişinde, mimarlığı, dünyayı daha keskin algılamak için sürdürülen imkânsız bir çaba ve yeryüzünde bir konum arayışı olarak gördüğünü ifade ediyor. Bu duyuş ve bakış tarzı, yazdıklarını da biçimlendiriyor.
Emel Kayın’ın öyküleri, ayrı ayrı okunabildiği gibi, bir bütünün anlamlı birer parçası olarak da okunabiliyor. Yazarın kendi kurduğu mekân olan kitabındaki mimari yapıda birçok öğenin parça-bütün bağlamında diyalektik bir sarmal oluşturduğu görülüyor öncelikle. Oğuz Atay’ın, bina oluştururcasına yapıtlarını kurguladığı, en ince ayrıntısına kadar birer tasarım harikası olarak onları önce günlüklerine yazdığı görülür. Emel Kayın da mimarlık- mühendislik mantığından hareket ederek strüktürü oluşturuyor öncelikle. Bir çatı etrafında sarmal oluşturan, tekrarlanan, hareket eden, simetrik duran mimarlık denklemleri yaratıyor. Öyküler bu denklemler üzerine kurulmuş durumda. Tekil öyküler, bütünsel kurguya bağlanırken, yaşamın da birtakım denklem unsurlarından meydana gelen büyük bir denklem oluşu sezgisine ulaşıyoruz. Yaşamın sürmesi, aynen bir bina gibi, bu denklem(ler)in sağlam kalması ile ilgili bir hakikat.
Mekân Hikâyeleri’nde az yazarak öze ulaşmayı amaçlayan yazar, sözcüklere imgeler yükleyerek, metaforlar oluşturarak, alegoriler yaratıp göndermelerden yararlanarak yoğun anlamlar yaratıyor. Mimari yapıtlardaki ritim duygusunu, cümle, sözcük ve ses tekrarları bağlamında metnine eklemlendiren Emel Kayın, böylece şiire yakın duran, özlü metinlerle merhaba diyor.
Taşıyıcı özün(strüktür) bilinçli ve dikkatli kurulumunun yanı sıra, felsefi derinlikler ve okurda çoğalan anlamlarla zenginleşen öykü metinleri hem aklımıza hem yüreğimize sesleniyor. Öykülerin esinleyen metinler oluşu; okuyanda yazılar yazmak, şiirler yaratmak için esinler uyandırması, onları daha etkili kılıyor. Bu öykülere sesten çok sessizlik egemen; boşluklar epeyce yer kaplıyor. Sessizlik, okurun iç sesinde çoğalırken, boşluklar okur tarafından yaşam/anlam alanlarıyla dolduruluyor. Mekân Hikâyeleri’nde insana ait pek çok ayrıntıyı dillendiren yazar, özellikle bireysel ve toplumsal korkuları irdeleme ve anlatımda oldukça etkili: “Korku, korkulanın ve korkulacak olanın yüzünü gördüğüm anda bitti. O da korkuyordu.” (s.73) Zamansız ve mekânsız görünse de öykülerinde yaşadığımız döneme, topluma, dünyaya dair pek çok ileti ve yorumlamalarını dile getiriyor, irdeleme ve sorgulamaların kapılarını açıyor Emel Kayın. Başka bir zamanı anlatır göründüğü öykülerinde bugüne, yaşadığımız dünyaya göndermeler yapıyor.
Kitap, dört ana bölümden oluşuyor: Zaman Hikâyeleri, Kent Hikâyeleri, Ev Hikâyeleri, İnsan Hikâyeleri. Yazara göre bu dört ana unsur aynı zamanda birer mekân olarak var oluyor: “Zaman, bir mekândı. İstenildiğinde zamansızlıktan kaçılıp içine saklanılan...” (s.11) diyor. Modern insanın kentlerdeki yaşamını “Uzun zamandır kendisinin, kentin sokaklarında yürüyen bir kum saati olduğunu düşünüyordu. Sürekli baş aşağı dönen ve akışını tekrar eden.” (s.34) diye anlatırken kentin kum saatine benzettiği insanın tekdüze yaşamına işaret ediyor. Dağ gibi çöp yığınlarını, sürekli tüketen ve kirleten insan gerçeğini gösteren yazar, ev hikâyelerinde evin insanla anlam kazanan bir mekân oluşuna vurgu yapıyor. Bir evde insan soluğu, insana ait titreşimler ve yaşam enerjisi duyumsandığında orası sıradan bir mekân olmaktan çıkıyor, gerçek bir ev halini alıyor. İnsan hikâyelerinde yazar insanın iç çelişkilerine, kendi içinde oluşturduğu labirentlere, yıkamadığı için mutsuz olduğu, görünür ya da görünmez duvarlara dikkatimizi toplamamızı sağlıyor. En zorlu durumların anlatıldığı öykülerde bile bir çıkış yolunun gösterilmesi, umut ışığının en karanlık labirentleri aydınlatması ve açmazları çözmesi; yazarın yaşam karşısındaki olumlu duruşunu ve insana güvenini temsil eden örnekler olarak var oluyor.
Emel Kayın, bu kitabında deneysel edebiyat köprüsünden geçiriyor bizleri. Türler arasında kesin sınırların ortadan kalktığı, klişelerin ve şablonların aşıldığı deneysel edebiyat anlayışı, var olan formların aşılmasıyla ilerleyen bir süreç. Yazınsal yaratıcılık, böyle bir edebiyatın içinde filizleniyor ve gelişiyor.
Kitapta yer yer masal tatları alıyor olsak da masallar yanılsaması içinden yaşadığımız hakikatler evrenine pencerelerin açıldığını görüyor; zamansızlık anlatılırken zamana, mekânsızlık anlatılırken mekâna vurgu yapıldığını duyumsuyoruz. Astrofizikçi Hubert Reeves, “Boşluk, bakışımın biçimini alıyor” der bir kitabında. Emel Kayın da boşluğa anlam kazandıran insani ve bilgece bir bakışla yazmış öykülerini.
Sonuçta Mekân Hikâyeleri, somut ve soyut mekândaki sevgisizliğe, adaletsizliğe, korku kültürüne, kazanma hırsına, ötekileştirmeye, anlamak için çaba göstermemeye, yılgınlığa direnmeyi öneren ve yeni-iyi başlangıçlar yapma umudunun hayatın içinde saklı olduğuna inanan bir kitap. Bu kitaptaki öyküleri okurken yaşadığımız mekânlara bilinçle bakıyor; yaşamı yeniden keşfe çıkıyoruz. (04.07.2009 EVRENSEL)

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.