Eylül Çiçekleri - Ali Rıza Üleç

11 Eylül 2007 00:00 / 1806 kez okundu!

 

11 Eylül. Saat akşam 21 suları. Altındağ'daki evimin kapısı çalınıyor. "Bu gece büyük operasyon olacakmış her kes önlemini alsın." Gelen kimdi hatırlamıyorum. O gece, toparlanıp Bornova'ya gecelemeye gittik. Durum nedir anlamaya calışırken, sabahın erken saatlerinde Kardeşim Sülo:

-Birader birader uyan. Radyoda marşlar çalıyor. Galiba darbe olmuş.

-Deme ya ah be Gün hocam bir de bir gecede gelmez dediydin bak bizi uykuda bastırdı.

-Ne dedin diye soruyor Sülo.

-Yok birşey be birader uykuda yakalandık ona kahrediyorum.

Beraber radyoya kulak kabartiyoruz. Radyoda marşlar arasında darbecilerin bildirileri okunuyor... Durumu az çok anladıktan sonra:

-Benim hemen çıkmam gerek.

-Nereye?

-Altindağ'a gitmem gerekiyor.

-Hemen giyinip Döne ile birlikte çıkıyoruz.

Döne hamile. Yaman ana rahminde bir de darbe yaşıyor. Aile görüntümüz olsun da ise yarar diye düşündük o zaman. Dışarı çıktığımızda ulaşım araçlarının çalışmadığını anlıyoruz. Evimiz istasyona yakın olduğu icin istasyona gelen treni farkederek istasyona yöneliyoruz. Görevli memurlar ayni zamanda yıllardır komşumuz.Trenin geri dönüp dönmeyeceğini soruyoruz. On dakika sonra geri döneceğini söylüyorlar.

Bu büyük şans benim için. Trenle, Halkapınara kadar gideceğiz. Halkapınar'dan, sanayi sitesi üzerinden, Altındağ'a doğru giderek uğramam gereken yerlere uğrayacak, birlikte durum değerlendirmesi yaparak ne yapacağımıza, nasıl davranacağımıza karar verecek ve sigorta randevular bağlayarak yeniden haberleşene kadar durumu yakından izleyecektık. Partiyle bağın kurulup kurulamayacağı konusunda bir bilgimiz yok. Bir darbe beklentimiz olmadığı için olsa gerek, böyle bir durumda nasıl davranacağımız konusunda hazırlığımız da yoktu.

Halkapınar'da indik. Sanayii sitesine doğru ilerlerken, garaj giriş çıkışlarının askerler tarafından tutulduğunu, ancak kimlik yoklaması falan yapılmadığını farkediyoruz. Askerler durdurarak nereye gittigimizi soruyorlar.

-Valla kardeşim evimize gidecez de nasıl gidecez. Hanım da gördüğün gibi yüklü.

-Vasıta bulamazsınız yürüyeceksiniz mecburen diyor asker.

Biz biraz homurdanarak yürümeye başlıyoruz. Eve gidene kadar uğradığımız yoldaşların ve dostların evlerinde daha önceden düşündüğüm gibi gerekli görüşmeleri yaparak eve doğru yöneliyoruz.

Öğlene doğru eve varıyoruz. Aklımca eve girişte olumsuz bir durum yaşamamak için kolaçan ediyoruz. Etraf temiz. Demek ki şimdilik uzak bir hedefiz ya da hiç hedef değiliz. Arayanımız soranımız yok yani. Terasa çıkıyorum.Evde yaptığım genel bir ayıklama işleminden sonra ayırdıklarımı çatıya çıkarıyorum. Çatıyı nedense güvenli bulmuşum o zaman için. Çatıya çıktığımda Çamdibi taraflarında aramaların yoğunluğunu farkedebiliyorum.

Nasıl da için için kızgınım .Nasıl olur da biz böyle hazırlıksız yakalanırdık. Oysa adım adım ben geliyorum diyen darbenin soluğu ensemizdeydi. Ya peki seni kim hazırlayacaktı. Madem ensende soluğunu hissediyordun da senin yapman gereken hiç bir şey yok muydu. Birden bire Refik yoldaşın yüzüyle karşılaşıyorum. Gıyaben paylanıyordum yine. Kemal Türkler'in katledilişinden sonra sendikadaki hali geliyor gözlerimin önüne. Yine ne yapacağını bilemez bir haldeyim. Ama bak bu sefer bir çok yoldaşı dolaşıp durum değerlendirmesi yaptık kendimizce falan diye cevap veriyorum...

Evet genel bir eksiklikti aslında. Kadrolar daha çok önceden hazırlanmalıydı.Herkes üzerine düşeni yapmalıydı. Bundan sonra işi sıkı tutmak gerekiyordu. Namlular burnumuzun ucuna dayanmış bir durumda ne yapmamız gerekiyorsa yapacaktık.

Grevler. En önemlisi de grevlerdi. Maden-İş beş iş yerinde grevdeydi. Kendi iş yerimde toplu sözleşme hazırlıkları başlamıştı. Sınıf sendikacılığının önemli evrelerinden olan toplu sözleşme komitemizi oluşturmuş, taleplerimizi geniş anlamıyla belirlemiş merkeze iletmeye hazırlanıyorduk. İşçilerde büyük bir güven ve coşku vardı. Kendi taleplerini kendileri belirliyorlardı. Bütün bunların onların bilincinde yarattığı izler gözlerinden okunuyordu. Işıl ışıldı gözleri. Aydınlık... Umutlu.

Grev yerlerini grevdeki fabrikalardaki parti sekreteri yoldaşlarla ve sendikada görevli arkadaşlarla sürekli kontak halinde olduk. İlk gün gelen giden olmadı. Grev yerlerinde olağanüstü bir gelişme yoktu ilk günlerde. Bir kac gün böyle devam etti. Daha sonra çadırları sokmek zorunda kaldık. Direndik demek için bir nedenimiz yoktu ama biz gene de direndik dedik.

Fabrikalar üzerindeki baskılar giderek ağırlaşmaya başlamıştı. Temsilciler ya birer birer alınıyorlar ya da sorgulanıyorlardı.

Türkiye çapında sendika yöneticileri tutuklanıyorlardı.

TKP'nin Sesi Radyosu'nun yayınlarının bütün bu süreç içinde yarattığı moral etkiye değinmeden geçemem.

Bir de MESS'le yapılan grup sözleşme görüşmelerinde Turgut Özal'in "bu sözleşmeyi burada imzalamazsanız yarın süngü altında kabul edeceksiniz" yollu tehditlerini. Dediği olmuştu ve 12 Eylül'un ne kadar planlı olduğunu göstermesi açısından da önemsedim her zaman.

Bazı sendikacıların tutuklanmalardan ve sorgulardan nasıl muaf kaldıkları da hala kafamızda cevabını bulamamış sorular olarak kaldı.

Çember giderek daralıyordu. Daha fazla bekleyemezdim. Beklesem ben de alınacam ve direk askerliğim gündeme gelecekti. Sonuçta fabrikadan ayrılıp bir kez daha yağlı boyacılığa geri dönecektim. Bu sanıyorum benim tek başıma bir kararım olmamakla birlikte benim önerimle alınmış bir karardı.

Operasyonlar, gözaltılar, aramalar, kaçak yaşamlar, sorgular, işkenceler hapisler, zindanlar, ölümler, idamlar, kaybolan canlar, kardeşler, çocuklar, analar, babalar, ayrılıklar...

Listeler, listeler, listeler... Hala yayınlanmakta olan 12 Eylül listeleri. Kara listeler. Toplum tarihimizin en kara listelerinden Eylül listeleri.

12 Eylül anayasası da öyle değil mi?


12 Eylül Mağdurları

12 Eylül kuşağı, bizler olmalıydik 12 Eylül anayasasını yırtıp atacak.

Yine bir Eylül daha yaşamaktayız. Sivil anayasa tartışmaları arasında. 12 Eylül'ün kara anayasası yok olup gidecek mi?

Kimler yırtıp atacak bu kara anayasayı.

Biz bu Eylül'ün neresinde olacağız.

Neresinde.....

2007 Eylül'ün koklamaya doyamayacağımız demokrasi çiçekleri açması dileğiyle.


---------------------------------


Eylül Çiçekleri


Her sabah

saksıya suyunu dökerken

sanki bilirdim dallarına nasıl yürür sular,

her damla suyun mis kokulu,

rengarenk çiçeklerin olurdu.


her tomurcuğun

bir umudun muştusuydu sanki.


sen de susuz kaldın

12 Eylül sonrası

senin dalların da kurudu, kırıldı


ne sabah sohbetlerimiz kaldı

ne gece ıssız sevişmelerimiz,

hasretlerimiz

acılarımız

ayrılıklarımız

olumlu, olumsuz,

kırılıp giden dallarına ne ağıtlar yaktık

isimli isimsiz

ne kahramanlar yarattık

destanlar yazdık da

saksıya bir tohum daha attık,

tohumlar Eylül'e durur mu?

umutlar sabaha erer mi?


Avuçlarım içinde

yüreğime

böyle deli dolu açan

Eylül çiçekleri mi?


Ali Rıza Üleç

6 Eylül 2007

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.