BÜYÜKBABA...

30 Haziran 2010 22:55 / 2046 kez okundu!

 


Siyah beyaz bir savaş filmi seyrediyoruz babamla. Nereden geldiğini bilemediğim oyuncak bir tankla başladı her şey. Babam durmadan Savaş ve Barış üzerine bir şeyler anlatıyordu. Tam olarak ne söylediğini hatırlamam olanaksız olsa da savaşın insanlar için ne kadar kötü, barışın ise iyi bir şey olduğunu anlattığını hatırlıyorum.

Babamı çok sık göremiyordum. Eve ara sıra gelirdi. Geceleri kaldığında onunla kucak kucağa yatmak, masallar okumak, oyuncaklarımla oynamak çok mutlu ederdi beni. Bara sıra da gezmeye giderdik. Karşıyaka girişinde bir park vardı. Orada buluşurduk sıkça ya da beraber gittiğimiz de olurdu. Sonra deniz kıyısında bir çay bahçesine otururduk. Bazen de iskeleye kadar yürürdük. İskeledeki büfelerden sosisli sandviç yemeyi çok severdim ben. Yanında da ayran olsun isterdim hep. Annem, babam ve benim nadir olarak birlikte olduğumuz bu zamanlarım, çocukluğumun en mutlu günleri.

Daha henüz dört yaşlarındayken bir gün polisler evimizi basarak, evdeki kitaplarla birlikte annemi ve babamı götürmüşlerdi. Babam yine uzun bir aradan sonra eve gelmiş ve evde kalmıştı o gün. Sabah yine birlikte kahvaltı edip evden çıktık. Yine Karşıyaka‘ya gidecektik. Çocuk parkına uğrayacak sonra sosis ve ayran ve belki de biraz çay bahçesinde oyalanacak daha sonra da Nilüfer teyzemlere gidecektik. Ama olmadı. Daha evden yeni ayrılmıştık ki, polisler yolumuzu keserek kimlik kontrolü yaptılar ve tekrar eve döndük. Evde bir süre arama yaptılar. Zaten iki oda ve bir salon küçük bir dairedeydik. Çok uzun sürmedi arama işi. Beni Olcay halamlara bırakarak annemi ve babamı alıp gittiler.

Nereye götürdüler? Neden götürdüler? Kim ne anlatırsa anlatsın dört yaşlarında bir çocuğun anlayabileceği şeyler değildi anlatılanlar. Beni oyalamak istiyorlardı ama ben korkuyordum, hem de çok korkuyordum. Bir kaç gün sonra annem geri geldi. Babam yoktu, o gelmemişti. Neden gelmemişti?

Anneme kavuşmanın sevinci ile korkularım biraz da olsa azalmıştı. Annem hemen her gün İzmir’e gidiyordu. 35 gün sürdü bu ayrılık. Sonra bir gün hep beraber Güzelyalı’da bir büfeye gittik. Babamın geleceğini söylediler. Neden buraya gelecekti babam? Karşıyaka’da buluşsaydık her zamanki gibi, daha iyi değil miydi?

Sonra babam çıka geldi büfenin karşısındaki binalardan birinin içinden. Çok ama çok zayıflamıştı. Sakalları da oldukça uzamıştı. Babamla kavuşmanın sevinci ile kucaklaştık doyasıya. Eve gidecektik. Şaşırdım. Karşıyaka’ya gideriz diye bekliyordum. O gün eve gittik hep beraber. Babamla yine oyunlar oynamaya başlamıştık. Babam bana satranç öğretmeye başlamıştı. Çok akıllı bir çocuk olduğumu ve ne kadar çabuk öğrendiğimi anneme anlatması çok hoşuma gidiyordu. İki üç hafta sonra babam yine yok oldu. Sonra onu yine Güzelyalı’da bir karakolda ziyarete gittik annemle. Bir kaç gün sonra da askerlik şubesinde ziyaret ettik. Babamın elleri arkasındaydı. Benim için bir şey sakladığını düşünerek ne var ellerinde, ne var? Ne saklıyorsun diye ısrarla görmek istiyordum. Oysa babamın elleri zincirli olduğundan saklıyormuş ellerini, ben nereden bilebilirdim. Ve babam bir daha yok oldu. Annem askere gittiğini söyledi babamın. Askere ne kadar zor gidildiğini düşündüm o zaman.

İki üç ay geçmişti aradan, bu defa da Ankara’ya gittik babamı ziyarete. Hala çok zayıftı. Yine birbirimizi kucakladık, sımsıkı sarıldık. Babam ancak iki saat kalabileceğini söyledi bize.

Neden fazla kalamayacağını anneme anlatıyordu ama ben bir şey anlamamıştım. Annemse hem üzgün hem de sinirliydi. Ta İzmir’den gelmiştik. İki saat için mi diye söyleniyordu. Olsundu, iki saatte olsa görmüştük ya. O iki saatin tadını çıkarmaya çalıştık ve babam iki saat sonra bir daha ayrıldı. Bir kaç ay sonra da eve geldi tekrar. 10 gün izin vermişler. 10 gün beraber olacaktık. On gün sonra da Erzurum‘a gidecekmiş babam.

On gün nasıl geçti bilemiyorum ve babamı bir gün Erzurum’a uğurladık. Aradan aylar geçti, bir Ağustos günü ben, annem ve halam Birciş’le Erzurum’a gittik babamı ziyarete. Babam iki gün izin alarak Erzurum’da bizimle kaldı. Doya doya iki gün geçirdik onunla ve geri döndük. Babamı askerliği bitince görmüştüm bir daha. Yine bir iki gün kalıp gitmişti. İstanbul’a gitmişti bu defa. Aylar sonra da arkasından biz de gittik annemle İstanbul’a.

Ayşegül’lerde kalmıştık bir kaç gün. Oradan dayımlara giderek onlarda kalmaya başladık. Annemle babam hep bir şeyler tartışıyorlardı ama ben anlamıyordum. Arif ve Muzaffer dayımların, Semra ablamın sevgi dolu ilgileri; çocukluğumun zorunlu karanlık sürgün günlerinin ışığı oldu.

Daha sonra Rahmanlar’da bir eve taşındık. Ben okula başladım. Çok sevinçliydim. Babam çalışıyordu. Annem evde bir şeyler yapıyordu satmak için. Ama ne olduğunu anlayamadan tekrar Bornova’ya geri taşındık ve bu defa babam İstanbul’da kalmıştı. Yine arada ya biz İstanbul’a gidiyorduk ya da babam İzmir civarında bir yerlere geliyordu.

Babam yurt dışına çıkacağını anlattı bir gün. Çok uzun zaman ondan haber alamamıştık. Çok kötü rüyalar görüyordum ve korkuyordum onu bir daha göremeyeceğim diye. Nedense annem, babaannem, herkeste bir suskunluk ve korku vardı. Kimse bir şey söylemiyordu. Ve ben geceleri uyumaya korkuyordum. Babam bizi arayıp iyi olduğunu bildirene kadar çok sıkılmış ve korkmuştuk…

Üç ya da dört ay sürdü babamla bu defaki ayrılığımız. Ben artık dokuz yaşındaydım ve ilkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Babamı soranlara söyleyecek şeyim vardı artık. Ne iş yaptığını, nerede olduğunu…

Kış yaklaşıyordu. Babam artık gelebileceğimizi bildirince 1989 yılının bir Kasım günü Stutgart hava alanında bir kez daha kucaklaştık babamla…

Ben 12 Eylül’de annemin karnında beş aylıktım. 12 Eylül’den dört ay sonra doğdum. Belki şanslı da sayılırım. Babasını hiç göremeyen ya da babasının hapishane ziyaretlerinde büyüyen ya da babası öldürülen 12 Eylül çocuklarından değildim. 12 Eylül’de babalar, tutuklanma, gözaltı, sürgün ve kayıplarla ayrıldılar çocuklarından. 30 yıl geçti aradan. Şimdi çocuklar babalarından benzer durumlarla ayrılmaktalar.

Sevgili oğlum Yaman’ın gözünden bakarak yazmaya çalıştım. Kuşkusuz onun anlatacağı çok daha fazla şey vardır. Umarım bir gün yaşadıklarını kendisi anlatır.

2010 Türkiye’sinde babalar gününde, çocukları hapishanelerde çağdışı ceza maddeleri ile tutuklu ya da hükümlü olan babaların, babalar günü kutlu olsun ama büyükbaba “Devlet baba” utansın…


Ali Rıza Üleç

18.06.2010-Almanya



 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
22 Haziran 2010 00:03

keyife

SAYIN ÜLEC; YAZINIZI BÜYÜK BIR KEYIFLE OKUDUM. UMARIM YAMAN, OGLUNUN GÖZÜNDEN BÖYLE BIR YAZI YAZMAK ZORUNDA KALMAZ. KALEMINIZE SAGLIK ...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.