"Venüs'ün Amelleri" Üzerine Bir Hipotez - Nina Bencoya

03 Mart 2007 18:27 / 2549 kez okundu!

 

"Geleceğimiz açısından hassasiyet arz eden fevkalade ehemmiyetli bir mevzuu ifşa etmek iktiza olmuştur. Maksadımız kıymetli zamanlarınızı almak değildir. Zatınıza hususi olarak arz edilen bu mütalaalar uzun tahkikatlardan sonra şahsınızın ön yeterlilik

Tahmin edeceğiniz üzere, ön yeterlilik için esas alınan ahval ve şerait, Iso standartları ile kıyas kabul edemeyecek kadar çok yönlü teorik ve pratik temellere dayanmaktadır. Evvel emirde, muhtelif meslek ve deneyim alanlarından, çeşitli coğrafi ve jeolojik yapılanmalardan, ırk, renk, dil, din ve cinsiyet fark ve nüansları bilhassa dikkate alınarak, nesiller ve sınıflar bazında, kenarında ve üstünde bir eleme yapılarak, kültürler arası diyalog kadar, husumet dahi temsil edilerek ve hatta ideolojiler dahil edilerek, multi disipliner ve multi kültürel ve dahi multi psikolojik, geniş çaplı bir sörvey mevzuu bahistir (yani söz konusudur).



Aşağıda misal (örnek) olarak sıralanmış olan meslek ve vaziyet grupları bu müstesna çalışmaya hususi maksatlarla dahil edilmişlerdir:



Astronomlar, matematikçiler (hatta Einstein’in ruhu çağırılarak katkıları sağlanmıştır), fizikçiler, teologlar, astrologlar, kahinler, simyacılar, psikologlar, anti psikoloji akımları, filozoflar, siyasal bilimciler, antropologlar, sosyologlar, arkeologlar, hukukçular, oşinograflar, meteorologlar, ekonometri uzmanları, istatistikçiler, mühendisler, davranış bilimcileri, bilcümle güzin ablalar, medya içerik yöneticileri, muhtelif pr ölçüm analistleri, kuantumcular, ahlakçılar, romantikler, pragmatikler, inanç insanları, çıkar insanları, müzmin muhalifler, fanatik çeşitlemeler, vicdani redciler, sağcılar, solcular, merkezciler, eşcinseller, sanatçılar, evde kalanlar, birkaç kez evlenenler, evlenmekten korkanlar, ödipaller, şarkı sözleri ezberleyenler, alzheimar öncesi aşamada ihtiyarlar, içleri ukte ile dolu olanlar, yada baştan çıkarmadığı cinsi latif kalmamış olanlar, seçiciler ve kalender meşrepler, tacizciler, tecavüzcüler, tövbekarlar, hayat kadınları, hayat erkekleri, manastır rahipleri, keşişler, hayvanları sevenler, sevmeyenler, kızıllar, yeşiller, maviler, morlar, sarılar, siyahlar, kızılderililer, aborjinler, kahverengiler ve beyazlar ve güzeller ve çirkinler ve daha niceleri...



Velhasıl her türlü disiplin, eğitim, eğilim ve birikim ve boşluk ve yoksunluğu temsilen ve dünya çapında seçilen beyinlerin katılımı ile deruhte edilecek olan bu ilk açılım, hayati öneme haiz olup, spekülasyonlardan azade tutulacaktır. Zira konu gezegenimizin istikbalini ilgilendirmektedir. Ve kanaatimizce küresel ısınmadan, hatta uçan dairelerle ilgili söylencelerden ve kutsal kasenin kimde olduğundan dahi ziyade bir önem arz etmektedir.



Öyle anlaşılmaktadır ki; İnsanlık açgözlülük, nefret, intikam, kin ve sevgisizlik içinde gezegenimizi ve kendi kendini yok edecektir. Allah göstermesin, ama mesela..



Bu gidişat durdurulabilir mi?

Bu gidişat insan doğasının doğal uzantısı mıdır?

Öyle ise insanoğlu ve insankızı neden doğaya karşı bir doğaya sahip olmaktadır?

Bu vaziyet normal ve kaçınılmaz olan mıdır yoksa (acaba) bir sapma mıdır?

Şifası olan bir hastalık mıdır, yoksa maalesef malign ve umutsuz bir vaka mıdır?

Veyahut dış mihrakların bölücü faaliyetlerinden bir başkası mıdır?



İmdi bu fevkalade hayreti mucip hususta muhtelif görüşler, efsaneler, düşünce ve inanç sistemleri kurulmuş olmakla birlikte, Adem ile Havva’nın cennet bahçesinden dünyaya sürüldükleri o meçhul tarihten bu yana olup bitenler akıl ve mantıkla izah edilmekten uzak kalmaktadır. Akıldan da vazgeçtiğimizi var sayalım, tüm felsefe, teoloji ve psikolojinin sorunsallarından biri bu husus olmasına ve en eski kanıtlara ulaşabildiğimiz kadarı ile prehistorik çağlardan itibaren bir ahlak ve manevi düzen arayışı belirtileri bulunmasına rağmen, tüm bu arayış ve çabalar menfur gidişatı önlemekten aciz kalmışlardır.



Binlerce yıldır yapılmakta olan sosyal düzen arayışları (çok müteessiriz ki) hiçbir olumlu sonuç vermemiş olup, çizgisel yada döngüsel (fark etmez) bir şekilde hırsların, nefret ve şiddetin artmasını önleyememiştir. Tüm sevgi çağrıları nefrete dönüşmüş, nefretin aşkın meyvesi ve mütemmim cüzü olarak meşruiyeti kabul edilmiştir, nokta. Bilindiği üzere, tüm birlik arayışları ayrılık ve yıkımlara yol açmış, hatta eşitlik ve adalet arayışları, eşitsizliğin ve dahi adaletsizliğin, cümle tohumlarını, genetiği ile oynanmış ve kanserojen bir surette, kendi içinde yeniden besleyip büyütmüştür.



Velhasıl gezegenimiz iyi ve güzel olan hiçbir şeyin barınamadığı karanlık ve kurak bir iklim ile boğulmuş görünmektedir. Sevgiyi, açıklığı, samimiyeti, doğallığı, birliği, barışı, saf olanı, bilcümle güzellikleri yadsımakta, kirletmekte, ticarileştirmekte, mekanikleştirmekte, politize etmekte, kurumlara yada çıkarlara alet etmektedir.
Her şey ve her şey ve bilhassa sevgi türleri en azından kişilik, ortalama değer açısından hakimiyet hükmüne şey olmaktadır. Hermetik simya böylesine virütik bulaşıcı bir kimya ile her molekülde yer değiştirmektedir. Trojanlar içinde samimiyet zerresi olan her bilgisayarı gözetlemekte ve canları istediğinde çökertmektedirler.



Neden?



Felsefe bu hususa geçerli bir yanıt verebilmiş midir? Hayır

Teoloji, psikoloji, sosyoloji? Hayır, hayır, hayır!




Çünkü:



Yanıt kanaatimizce, beşeri sorunların kozmik cevabında saklı bulunmaktadır..



Bir düşünün bakalım;



Venüs ya da diğer bir ünlü adıyla Afrodit, bilinmeyen bir zamanda, çekicilik, tutku, şehvet, istek ve sonsuz aşk tanrıçası tacını giymiştir. Tamam, da nasıl?



Aşk ve güzellik tanrıçası ihalesini nasıl olup da Venüs kazanmıştır?

Yaa, hiç aklınıza gelmemişti değil mi?

Oysa işte her şey böyle başlamıştır..




Yalnız aşk olsa belki bu denli başarılı olamazdı. Ama Venüs güzel sanatların ve estetiğin de tacını ele geçirmiştir. Böylece sonsuza kadar beyinlerimizi ve ruhlarımızı küçük parmağında oynatacak yetke ve iktidarın tahtına sahip olmuştur..



Yunan Mitolojisi'nde Afrodit , Roma’da Venüs, bize göre Zühre, eski Türkler'de Gök Göbeği, Çivi, Gök Çivisi, Kırgızlar'da Demirkazık, Moğol ve Tunguzlar'da Altın Direk, Roma Astrolojisi'nde Lucifer..



 Yani her kılığa girebilir Venüs..



Her şeyin bir başı, bir sonu varmış yada yokmuş ve/veya şarkıymış. Öte yandan hiçbir şey yoktan varolmaz ve varolan hiçbir şey kaybolmaz(mış). Yine de Venüs’ün bütün zamanlarda aşkı tekelinde tuttuğunu sanmayınız sakın!



perdesi aralanırken..



Günümüze ulaşan en eski gökbilimsel belge olan ve M.Ö. 7.ci yüzyıla ait olduğu sanılan Ammisaduqa tabletinde Babil’lilerin M.Ö. 1700-1400 yılları arasında Venüs gözlemleri yaptığından söz edilir..



Filhakika bu ihalenin tarihleri oralara uzansa gerektir. Ama maalesef tabletler herhalde maksatlı olarak uzaylılar tarafından yok edilmiştir. Geriye kalan son ipuçları da henüz şifreleri çözülmeden Irak savaşında müze depolarında esrarengiz surette sırra kadem basmışlardır!



Esasen Hz. İbrahim zamanında, Venüs’ün iktidarından önce en gizemli yıldız “Teli” idi. Birçok kadim İbrani kaynağı çoğunlukla Ejderha (Dragon) olarak bilinen Draco takım yıldızından sözeder. Ve İ.Ö. 2800 yıllarında, kuzey yıldızı Polaris değil, Draco’nun kuyruğundaki bir yıldız olan Thuban’dı. Yani Teli.



Mısır’da Gize’deki Büyük Piramit’te Firavun Khufu’nun mezar taşından yukarı bakıldığında gökyüzüne açılan küçük dikdörtgen bir delik görülür. Gökbilimciler astronomik hesaplar yoluyla piramitin inşa edildiği dönemde, bu delikten Thuban’ın görüleceğini ortaya koymuşlardır.



Kim, hangi güçler, nasıl devirdiler Teli’yi acaba? O teli ki onun hükümranlığında İbrahim Sarah’ı hem karısı hem bacısı gibi severdi!



Liyakat konusunu sorgulamaya devam edersek; “Bu iddialı yıldız sadece güneş doğmadan önce veya battıktan sonra görülebilir. Bu nedenle ona Akşam Yıldızı veya Sabah Yıldızı gibi sınırlı isimler de takılmıştır”.



 Şimdi takdir edersiniz ki, aşkın bu denli nadirattan, elle tutulmaz, gözle görülmez, tutsanız kaçar, bıraksanız geri gelir, yanar - döner tabiatı ve kıtlık ile cimrilik içinde olmasının nedenleri yavaş yavaş ortaya çıkmaktadır.. Ve aşk büyülerinin neden sadece güneş doğmadan önce veya battıktan sonra yapıldığı da anlaşılmaktadır..



“1932 yılında, Amerikalı araştırmacılar W.S. Adams ve T. Dunham kızılötesi tayfölçüm ile Venüs atmosferinin temel bileşeninin karbon dioksit ve hidrojen olduğunu öğrendiler”.



 Yani Venüs içinde nefes alınamadığının ilmi izahatı budur!



“1793'te, Alman gökbilimci Johann Schröter, Venüs atmosferinde bir 'faz kayması' olayını gözlemledi. Bu olay, güneş ışınları ile aydınlanan kalın ve yoğun atmosferin Venüs'ün görünür kenar çizgisine eklenerek, bulunduğu konumun gerektirdiğinden farklı bir evredeymiş gibi algılanmasına neden olmaktadır”.



 Bu paragrafın ana fikri: Aşk tanrıçamız faz kayması Venüs olunca, “anladım ki aşk yalanmış” şarkılarından daha çoooook yazılır.



“1956'da Robert S. Richardson, gezegenin kendi ekseni etrafında ters yönde döndüğünü keşfetti”.



 Yani aşk neden başınızı döndürüyor ve sonra duvara toslatıyor? Ve aşık olunca her şey yönünü kaybediyor, bir garip gitmeye başlıyor? Çünkü Venüs’ümüz ters yönde dönüyor!



Diğer araştırmalar, “Venüs’ün dikkate değer bir manyetik alanının bulunmadığını, ancak iyonosfer ile güneş rüzgarının bir şok dalgası oluşturacak şekilde etkileştiklerini tesbit ettiler”.



 Gözünü seveyim yerçekimi! Bu güzel dünyada 2+2=4 kadar sarih bir manyetik çekim içinde yaşıyoruz. Ölçülebilir, biçilebilir, gerekirse aşılabilir, uçulabilir.. Oysa Venüs’te sadece şok dalgalarının çekimi var. Panik ataklardan ibaret bir vaziyet!



“Venüs benzeri gezegenler arasında, yüzey sıcaklığı en yüksek olan ve en yoğun atmosfere sahip olanıdır”.



 Cehennemin ta kendisi..



Venüs’ün aşk ihalesini kazanması, gezegenimize maalesef oldukça pahalıya mal olmuştur. Öyle bir aşk ve güzellik tanrıçası ki, ne toprağın bereketi, ne doğurganlık nede sağduyu ile bir ilişkisi yoktur. Zevklerine düşkündür ille velakin ahlaki değerlere de önem vermez.



 İhtimal ki doğadan kopuş böyle başlamıştır. Çünkü şu dünyada üreme kaygısı olmaksızın aşk yapan tek yaratık bizleriz..



Oysa Venüs’ün ihalede her nasılsa alaşağı ettiği ay; gelgitleri yaratan, tüm sıvıları etkileyen, dişiyi temsil eden bir yıldızdı. Aşka da dişilik yaraşır hani! Ay doğurganlıkla da ilişkili sayılır. Sonra derler ki ay en derin duygularımızı, içgüdülerimizi, sezgilerimizi, heyecanlarımızı açığa çıkarır. Ay köklerimizi, duygusal gelişmeleri, temelimizi ve aynı zamanda özel hayatımızı yönetir. Yani işi gücü kurt adamları ortaya salmak değildir! Ne iftira ama..



Venüsü başımıza aşk tanrıçası diye getiren astroloji ise, buyurun bu da astrolojidir! Kimbilir, İskenderiye kitaplığında belki de bunlar yazıyordu. Ve Venüs yok etmiştir o deryayı..



Tarihi bir hatayı düzeltmek ve aşk ile güzellik ihalesini, Venüs’ten alıp Ay’a, lunar olana itibarını iade etmek zorundayız. Vaktimiz kaldı mı, bilinmez ama en derin fantastik hakikat budur!



Aşkın kanununu Venüs yazınca bakın neler neler olmuş;



Yukarıda maddi verilerle açıklandığı üzere,

Venüs’ün aşkı gizemlere, ateşlere, yanılsamalara boğulmuş,

gizemler sevgiyi ve aklı es geçip yakıcı tutkuları beslemiş,

aşk melo dramatik sessizliklerin,

anlaşılamayan duyguların,

yalnızlıkların,

küskünlüklerin ve acıların

ya acayip cool olanların

ya da büyü bilenlerin

sanatı olup çıkmıştır.



Bu gizem teması bilumum falcılık ile büyü sektörünü ve arabesk çığlıkları ortaya çıkarmış olup halen ihya etmeye devam etmektedir..



Kaçanlar kovalanır, anlaşılmayanlar ilahlaşır olmuştur!

Aşk ve nefret birlikteliği meşruiyet kazanmış,

Aşk söylemi ihanet ya da sadakat gibi savaş terminolojisi ile donatılmış,

kan davaları, töre cinayetleri, cinsel şiddet başını alıp gitmiştir.



Giz hırsı, hırs tutkuyu, tutku nefreti, nefret intikamı derken, göz gözü görmez olmuş; toz duman içinde sevgi buharlaşmış ancak kaos beslenmiştir.



Sigmund Freud bunları biraz anlar gibi olmuş ama bir türlü kaynağındaki “Venüs’ün amelleri”ni yakalayamamıştır.



Sevgi aşkın etkisi altında kalmış, üzüntüsünden yıllarca verem, milenyum yaklaşırken kansere yakalanmış, sahiplenmek ya da özdeşleşmekle ya da kim bilir kaç çeşit karışık işlerle içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir. Sonunda cılız temsilcileri genellikle savunma hattının gerilerine çekilmiştir.. İstisnalar kaideyi bozmaz..



Ve mateessüf gezegenimiz artık aşkın ülkesi değil, Venüs’ün ülkesidir.



Halbukisi sanırdık ki, güneş her sabah aşkla doğar, çiçekler aşkla açar, kuşlar aşkla öter, göçer, sular aşkla kavuşur birbirine..



İnsan ögesi hariç gerisi hala doğru olabilir. Çok şükür!



İnanın cinsel aşktan başlayan bu yıkım, Tanrısal aşka kadar yayılmış ve her şeyin içi boşalmış, netice itibariyle sevgiden ve hakikatin şuurundan eser kalmamıştır..



Sevgi dillerde dolaşan bir şarkı, bir yalnızlık, zayıflık, beceriksizlik, bir depresyon ya da zaaf haline gelmiştir.



"Aşkın kanununu yazsam yeniden" deyiversek ne olur?



Google’da bugün itibarıyla 798 sonuç sıralanır.

Çünkü şimdilerde aşkın kanunu konusu pek moda.

Ya da şarkıyı kaptık zannederek birileri bize telif davası açar..



Haydi boş verin bunları!



Esasen analitik ve mitolojik olarak durum gayet açıktır. Venüs’ün siyaseti tüm ana tanrıçaların aşkı ve savaşı aynı anda temsil etmesiyle doruklara çıkmış, kendini ele vermiş, Musa kavminin altın buzağı töreninde deşifre olmuş, Troya savaşından sonra da ipliği pazara çıkarak yeraltına inmek zorunda kalmıştır. Ancak iletişim araçlarının durdurulamayan yükselişi ve virüslerin mutasyonu Venüs ideolojisini DNAlarımıza nakşetmiştir. Şimdi Venüs çevre kirliliğinden beslenmekte ve bulanık sularda sevginin pırıltısını kovalamaktadır.


Kanaatimizce “sevgi”nin yeniden keşfedilmesi, yaralarının sarılması, azad edilmesi ve aşk başta olmak üzere her türlü insanlık haline dahil edilmesi; kutsal kase ve bilumum siyasi rejimler konusundan daha büyük bir önem arz etmektedir..Ne dersiniz?


NOT:

 Venüs’ün bu yazıyı tekzip etme hakkı mahfuzdur.

 Ayrıca bu yazı yayınlandıktan sonra faili meçhul bir şekilde göçersem, her türden aşk ve sevgi adına yürümenizi vasiyet ediyorum.. Bu eyleme lütfen köpeklerinizi, kedilerinizi, muhabbet kuşlarınızı, kanaryalarınızı, papağanlarınızı, maymunlarınızı, balıklarınızı, koyunlarla keçilerinizi ve tavşanlarınızı da getirin. Mümkünse..



Nina Bencoya



03.03.2007 İzmir

 

Bu yazıyı Facebook'ta paylaşabilirsiniz+:
Facebook'ta paylaş
0
Yorumlar
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.