ForumGüncel Politika - İskender'in Düğümü  Yeni Konu 

Hrant'ın Öldürülmesi üstüne düşünceler

30 Ocak 2007

nuhungemisi





Pazar günü Malatya'da oynanan Malatyaspor-Elazığspor maçı...
Tribündeki Elazığsporlu taraftarlar "Ermeni Malatya" sloganı atıyor. Çünkü Hrant Dink Malatyalı...
Ardından bir pankart açılıyor:
"Ne Ermeniyiz, ne Malatyalıyız. Biz Elazığlıyız. Türkiye sevdalısıyız."
Bunun üzerine Malatyasporlular "PKK dışarı" diye bağırıyor.
Küfürleşme, arbedeye dönüşüyor.
Sonuç:
3'ü polis 10 yaralı...

***

Aynı günün gecesi Pop Star Alaturka programı...
Bülent Ersoy yarışmacılardan birini fırçalıyor. Fırçalarken sivri dilini ırkçılık kavanozuna batırıp çıkarıyor:
"Öyle bir söyledi ki, Ermeni üstüme geliyor zannettim" diyor.
Sonra da Dink'in cenazesinde atılan "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını eleştiriyor. Eleştiri cümlesi şu:
"Ben elhamdülillah Müslümanım! Bedenim teneşire de gelse 'Ermeniyim' demem."

***

Dink'in cenazesinde "Hepimiz Ermeniyiz" sloganı atanların anlatmak istediği, karşı çıktığı şey tam da buydu işte:
Bazıları "Ermeni" sözcüğünü küfür niyetine kullanıyor. Bu ırkçı yaklaşıma karşı Ermenilerin yanında saf tutmak; onların hassasiyetini paylaşmak, bir insanlık görevi...
Eminim aynı topluluk, ASALA Türk diplomatlarını kalleşçe vurduğunda "Hepimiz şehit ailesiyiz" diye yürürdü; çünkü burada asıl mesele "Ermeni olmak" değil, mağdurun yanında durmak...

***

Şimdi milliyetçilik bayrağı altında Ermeni düşmanlığı yapanlara şunu sormak isterim:
"Malazgirt Savaşı'nı Türklerin Ermenilerle birlikte kazandığını biliyor muydunuz?
"İstanbul'un alınmasında Ermenilerin yaptığı kahramanlıklardan haberiniz var mı?
"Çanakkale'de Mustafa Kemal'in yanında savaşan Ermeni askerlerin adlarını biliyor musunuz?
"Atatürk'ün bugün kullandığımız alfabeyi Ermeni dil bilgini Agop Martayan'a hazırlattığını ve sonra ona Dilaçar soyadını verdiğini biliyor muydunuz?"
Son bir soru:
Bir Ermeni dostuna bu soruları soranın, Alparslan Türkeş olduğunu biliyor muydunuz?
O Türkeş'in, 600 yıllık Türk-Ermeni dostluğunu diriltebilmek için Ermenistan Devlet Başkanı Petrosyan'la buluştuğunu, Ermeni askerlerin Azeri topraklarından çekilmesi şartıyla Ermenistan'la diplomatik ilişki kurulmasını savunduğunu ve 1915'te ölenlerin anısına, Türk-Ermeni sınırına bir anıt dikilerek Ermenistan'a bakan yüzüne Türkçe, Türkiye'ye bakan yüzüne Ermenice "Verdiğimiz acılardan dolayı üzgünüz" diye yazılmasını bile düşündüğünü biliyor muydunuz?
Bu tavırdan bugünün milliyetçilerinin alacağı bir ders yok mu?

***

Bir daha yazalım:
Bizler "Türkler, Ermeniler, Kürtler, Süryaniler, Aleviler" diye ayrılmıyoruz birbirimizden...
Bizler "vicdan sahipleri" ve "vicdansızlar" olarak ayrılıyoruz.
Bir yanda ırkçı, duyarsız, vicdansız Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Müslümanlar, Hıristiyanlar...
Öte yanda komşusunun acısını kendi acısı bilen, onun yarasına merhem süren, vicdan sahibi Türkler, Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve diğerleri...
Tasnifi böyle yapmazsak, sonunda hepimiz kaybederiz.

30 Ocak 2007

nuhungemisi

1990'lı yıllarda öğretmenlik yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı ve Gazetesi Yazarı 'ın, menfur bir saldırı sonucu hayatını kaybeden Hırant Dink için yazdığı duygu dolu yazısını sizlerle paylaşıyorum. Şahsen etkilendim. -İzmit



“Üzerini kapamışlar, ayakları mahcup çocuklar gibi birbirine bakıyor. Ayakkabılarının altı delik… Kızı bağırıyor bir yandan, ”Babam o benim” diye… Depremde en yakın arkadaşının ölüm haberini yıkık bir apartmanın önünde almış biri olarak çok iyi anladım duygularını o an.

Hani vurulmuş olsa sadece, bir hastaneye götürme süreci olsa, son söz söyleme gibi bir şey, yani küçücük bir umut, azıcık bir şey! Ama yok! Vurmuş, duygularına insanlığına şalteri indirip, boynuna sıkmış ve gitmiş, iş bitmiş orada… Öylece yatıyor yerde, üzerindeki beyaz kâğıtta henüz sıcak olan kanı var…

Belki daha önce böyle bir şey yaşamamış olmamdandır üzüntümün bu kadar yoğun olması. Uğur Mumcu öldürüldüğünde çocuktum, Ahmet Taner Kışlalı'da 15 yaşındaydım, Dünya pek de umurumda değildi… İstanbul'da değildim, hiçbirini tanımazdım, demokrasi, hak, hukuk nedir? Önemsemezdim, anlamazdım…

Ama Hrant Dink'i tanıyordum, birlikte Fransa'ya gitmiştik, ciddi ama çok samimi bir insandı.

Şimdi o gitti benim gözlerim yaşlı, karşıdaki teyze yorganlarını silkeliyor daha temiz yataklarda huzurla uyumak için, ben uyurken huzursuzum, yorgan yastık kâr etmiyor. Uyanınca aklıma geliyor, hem onun ölümü hem de insanların duyarsızlıkları…

Hangisi daha acı bilmiyorum…

Meseleyi bir dedektif profesyonelliği ile kim nasıl yaptı diye düşünemiyorum henüz, ya da Türkiye'yi nasıl etkileyecek gibi stratejik öngörülerde bulunamıyorum. Henüz meydanlarda yürüyecek gücüm de yok, çok üzgünüm…

Her geçen gün, bu ülkeye, sadece devletine değil, yapıp ürettiğiyle değil, ırkıyla övünen milletine de olan inancım biraz daha azalıyor…”

Yukarıdaki çarpıcı ve bir o kadar da düşündürücü cümleler; üniversite mezunu, 2,5 yıl ABD'de alanı ile ilgili çalışmalar yapmış ve halen bir üniversitede master programına devam eden, Hrant Dink'le beraber Abant Paris toplantılarına katılan, Selma Şevkli'ye ait.

Gencecik bir kızımız ağlıyor.

Yüksek tahsilini Amerika'da yapmış ve pozitif katkılarda bulunmak için ülkesine dönmüş, gelir gelmez de geleceğe ait umutlarının beyaz kanatlarına kan damlamış bir kızımız.

Bu genç kızımızın ülkesinin kaldırımında yatan bir yetime ağladığını düşünmüyorum. Ben asıl onun daha gelir gelmez umutlarının, hayallerinin, beklentilerinin yetim kaldığına ağladığını düşünüyorum. Bir kurşun bir hayata değil milyonlarca umudun kalbine sıkılıyor.

* * *

Kumkapı'da tarihî Meryem Ana Kilisesi'ndeki cenaze merasiminde, konuşmasını yaparken Patrik Mutafyan gözyaşlarını tutamıyor.

Gözyaşlarının sadece kilisenin ortasında duran cenaze için olduğunu sanmıyorum ama “Allah ülkemizin esenliğini korusun, vatandaşlarımızın kardeşlik sevgisini güçlendirsin, dünyaya barış bahşetsin ve insanların yüreğine sevgi tohumları eksin. Kötülük yok olsun, ümitsizlik uzaklaşsın ve Allah'ın kutsal iradesi her yerde hakim olsun” sözlerinin siyah sakallarından süzülen yaşlarla ıslandığını hepimiz gördük.

Yüreği sevgi dolu bir patrik ağlıyor

* * *

“Ben öyle demedim” diyor, “Yanlış yorumlanıyor sözlerim” diyor ama dinleyen yok, susturulmasına karar verilmiş ve susturuluyor.

Bir insanı kalabalıklar içinde ürkek bir güvercin haline getirip sonra da yuvasından uçuracaksınız, geride yavrularını yetim bırakacaksınız ve siz bunun adına 'vatan sevgisi' diyeceksiniz.

Tuzladaki yetimhanesi elinden alındığında, elleriyle orada diktiği ağaçların hasret ve sevgisini her vesileyle dile getiren bu insanın yüreğindeki sevgiyi anlayamadık, onu yeteri kadar konuşturmadık, onu dinlemedik.

Yetimin başını okşamayı hiç düşünmedik.

Hrant, bir yetimdi, yetimhanelerde büyüdü. Kendisi gibi bir yetim kızla, Rakel'le evlendi. Yıllar sonra birlikte, aynı yetimhanede idarecilik yaptılar.

Geçmişlerini hiç unutmadılar. Hep sade yaşadılar. Çocukluklarında mahrum kaldıkları pek çok mutluluğu hem yuvadaki çocuklara hem de kendi çocuklarına vermeye çalıştılar.

Balkondan “O benim babam” diye bağıran yetim bir kız ağlıyor.

Şimdi, seninle birlikte camide mevlit dinleyen, milli maçlarda gol attığımızda seninle birlikte ayağa fırlayan bu insanın çocukları da yetim kalıyor.

Ülkemizdeki azınlıklar aslında bizler için birer kültürel zenginliktir ama ne yazık ki biz bunun farkında değiliz. Zenginliklerimize sahip çıkamıyoruz. Türkiye bu zenginlikleriyle bütünleşmeyi başaramaz ise dünya ile kucaklaşamaz.

Bulunduğumuz coğrafyanın insanlarına, dünya yeteri kadar güven duymuyor. Bizim ülkemiz güven ve emniyet vermeli. Güvercinler de bize güven duymalı.

Farklılıkları düşman gören anlayışa karşı mücadele etmemiz lazım. Biz bu ülkede birlikte yaşamayı beceremezsek, kim, nerede, hangi ülkede bunu başarabilir.

O bizden biri idi. Ermeni bir Türk vatandaşı idi. Yaklaşık 10 yıl önce Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda katıldığı bir toplantıda söylediği gibi, “Türkiyeli, Ermeni ve iliklerine kadar Anadolulu” idi.

Çocukluğunda, kim bilir kaç defa bu şehrin kaldırımlarında üşümüştü. Yırtık ve eski ayakkabılarıyla, vitrinlerdeki elbiselere ya da nefis yiyeceklere bakarak, iç geçire geçire kaç defa yürümüştü. Çelimsiz ve dermansız ayaklarıyla kaç kere düşmüştü bu kaldırımlara.

Şimdi kaldırımlar ağlıyor.

Aradan geçen yarım asır onda hiçbir şey değiştirmemişti. İşte yine üşüyordu o kaldırımlarda, yine düşmüştü yüzükoyun kaldırımlara ve yine delikti ayakkabıları. Ayakkabı alacak kadar parası olmadığını düşünemiyorum ama bence o çocukluğunun acı hatıralarını unutmak istemiyordu.

Ben hâlâ oradayım, üzerine kan lekesi bulunan bembeyaz kâğıtlarla örtülmüş cesedin yanındayım. Yüzükoyun buz gibi kaldırıma uzanmış yatıyor. İki öksüz çocuk gibi ayakları birbirine bakıyor.

Hrant'ı ensesinden vurdular; beni de delik ayakkabıları kalbimden vurdu.

En anlamlı en cesur manşeti gazetemiz attı.

Hrant'ımızı kaybettik.
01 Şubat 2007

nuhungemisi

"Türk'ün provokasyonla imtihanı" Alper Kaliber'ın yazısı için tıklayınız

02 Şubat 2007

nuhungemisi



Bin yıllık bir mirası üç günde kirletmeye uğraşıyorlar çünkü.
Kavmimizin güzel ve değerli olan nesi varsa parçalamak, yok etmek istiyorlar.

Hiç kimse Türklüğe bu kadar düşmanca saldırmamıştı.
Üstelik bu kez saldıranlar bizim bayraklarımızı sallıyorlar.


Benim anladığım kadarıyla Türk olmak çok kolay bir şey…

“Kahrolsun emperyalizm,” “kahrolsun Ermeniler,” “kahrolsun hainler,” diye bağırdın mı, tamam, sen iyi bir Türksün.

Bu mu gerçekten Türk olmak?

Yetiyor mu bu kadarı Türk olmaya?

Yabancı bir ülkenin ajanı buraya gelip Türk taklidi yapmaya kalksa hiç de zorlanmayacak.

Üç cümle ezberleyip bağırdı mı, sadece Türk olmayacak bir de “vatansever Türk” olacak…

Ne kolaymış Türk olmak…

Türklerin ana dili olan Türkçeyle bir sayfalık bir kompozisyon bile yazamıyormuşsun…

Yazmayı bırak, Türkçe düzgün cümleler kurarak beş dakika konuşamıyormuşsun…

Bunlar önemli değil…

Beş tane Türk şairinin adını söyleyip, iki tane şiiri ezberleyememişsin…

Türkçe yazılmış iki roman okumamışsın…

İkinci Meşrutiyet’in hangi tarihte ilan edildiğini bilmiyormuşsun…

Mahmut Şevket Paşa’nın adını bile duymamışsın…

Babıali baskınında vurulan Harbiye Nazırı’nın adını söyleyemiyormuşsun…

Balkan Savaşı’nı nasıl kaybettiğimiz konusunda bir fikrin yokmuş…

Çanakkale Savaşı’nın komutanı kimdi diye sorulduğunda boş boş bakıyormuşsun…

Şeyh Galip’in adını bile duymamışsın…

Tasavvuf’un ne olduğunu bile bir kere düşünmemişsin…

Ali Paşa’dan bir anekdot bile anlatamıyormuşsun…

Kanuni’nin çadırında boğdurduğu şehzadesinin adını bilmediğin gibi, böyle bir olaydan haberdar bile değilmişsin…

Birinci Meclis’te neler tartışıldığını hiç merak etmemişsin…

Harekat Ordusunun üç ünlü kurmay subayını say desem, sayamıyormuşsun…

Bunların hiçbiri önemli değil.

“Kahrolsun vatan hainleri” diye bağırdın mı sen Türksün.

Türklüğün nasıl olması gerektiğini anlatabilirsin.

Türklerin çıkarının ne olduğunu herkese öğretebileceğine eminsin.

Savaşmayı, öldürmeyi alkışlamak Türk olmak için yeterli sence.

O savaşların niye kaybedildiğini araştırmak, yeni yenilgilere engel olmaya uğraşmak ise Türk düşmanlığı.

Balkan savaşı öncesinde Cemil Topuzlu’nun neler söylediği, o savaşa hangi şartlarda girildiği, yenileceğimizi bilenlerin bile neden ağzını açamadığı konusunda bir fikrinin olmaması neyi değiştirir?

Savaşı “hainler” yüzünden kaybettiğimizi söyler çıkarsın işin içinden.

Bu tek cümle seni “iyi bir Türk” yapar.

Türklüğün böylesine “cehaletle”, “cinayetle”, “zorbalıkla” özdeşleştirildiği bir başka dönem daha var mı acaba tarihimizde?

Kim bu adamlar?

Türklüğü bu kadar ucuzlatan, çirkinleştiren adamlar kim?

Amaçları ne?

Ne günahlarımızı bilirler, ne sevaplarımızı bilirler.

Tarihimizin ne gölgesinde, ne ışığında dolaşmışlar.

Dilimizi sevmiyorlar, edebiyatımızı sevmiyorlar, mizahımızı sevmiyorlar.

Ama Türklük hakkında konuşur duruyorlar.

Türklüğün zorbalık olduğunu anlatıyorlar.

Hayatımın hiçbir döneminde ırkımın, kavmimin, geçmişimin, “Türk olduğunu iddia eden” birileri tarafından bu kadar aşağılandığını görmedim.

Hiçbir zaman milliyetçi olmadım, hiçbir zaman ırkçı olmadım ama artık benim bile tahammülümü aşan bir saldırı altında Türklük.

Düzgün bir Türkçe bile konuşmayı beceremeyen birileri kendilerini “Türklüğün” sahibi gibi sunmaya çalışıyor.

“Cahil olmayan, zorba olmayan” biri Türk olamazmış inancını yaymaya uğraşıyor.

“Türkleri” dünyanın “lanetlileri” haline getirmeye çabalayan bu adamları kim destekliyor, niye destekliyor?

“Türk olmak” adına “Türklüğü aşağılayan” bu adamların arkasında kim var?

Niye Türklüğe bu kadar düşmanlar?

Yunus Emre’si, Pir Sultan’ı, Nazım’ı, Cahit Sıtkı’sı, Yahya Kemal’i, Necip Fazıl’ı, Halit Ziya’sı, Peyami Sefa’sıyla parlak bir geçmişin, zengin bir dilin, derin bir duyarlılığın çocuklarıyız biz.

Dilimizi, şiirimizi, efsanelerimizi, masallarımızı, mizahımızı, hicvimizi seviyoruz.

Her Türk’ün övüneceği bu büyük mirası da “Türklüğü zorbalıkla ve cehaletle “ özdeşleştirmeye çalışan bu kuşkulu insanların çirkinleştirmesine izin vermeyeceğiz.

Edibali’yi, Şeyhülislam Yahya’yı, Kaygusuz Apdal’ı, Karacaoğlan’ı, Mevlana’yı vahşice, barbarca saldıran bu insanlara karşı savunacağız.

Türklerin nasıl şiir yazdığını bilmeyen, bu dili sevmeyen birilerinden bu kavmi korumak zorundayız.

Bin yıllık bir mirası üç günde kirletmeye uğraşıyorlar çünkü.

Kavmimizin güzel ve değerli olan nesi varsa parçalamak, yok etmek istiyorlar.

Hiç kimse Türklüğe bu kadar düşmanca saldırmamıştı.

Üstelik bu kez saldıranlar bizim bayraklarımızı sallıyorlar.



www.gazetem.net

29 Ocak 2007, Pazartesi
07 Şubat 2007

Barok

Burası İKİLEMLER ülkesi...Belki coğrafi konumundan, belki taşından toprağından, belki tarih boyunca yaşayan kavimlerden dolayı...Bu topraklarda olan tüm olaylara gene bu topraklarda yaşayan halk seyircide kalamamıştır, tarafta olamamıştır, fikrinide söyleyememiştir, sessizde kalmamıştır..Herzaman bir İKİLEM içinde kalmıştır...

Bir yanı Hrant Dink için gözyaşı dökerken , diğer yanı öldürülen kimsenin ERMENİ olması dolayısıyla içinden OH İYİ OLDU demiştir...Bir yanı burası TÜRKİYE , burda yaşayan herkes kardeştir derken , diğer yanı aynı topraklarda yaşadığı Kürte, Ermeniye, Yahudiye düşman olmuştur...

Bu İKİLEM in bir yanı mantığımız bir yanıda milli duygular adı altında bize empoze edilen fikirler aslında...Ta ilkokul hatta anasınıfından itibaren başlayan bir beyin yıkamamın ürünü...Bizim beyinlerimiz yıkayanlar aslında bunun farkında bile değiller çünkü kendi beyinleride yıkanmış...

Nasıl büyük şehirlerde apartmanda büyümüş 18 yaşındaki gençleri askere alıp 3 ay da bir ölüm makinasına dönüştürerek gene belkide aynı şehirde aynı apartmanda büyümüş ama soyu sopu yüzünde farklı ellerde beyni yıkanarak gene ölüm makinasına dönüştürülmüş ve dağda terörist olmuş bir genci vurmaya öldürmeye gönderen bir mekanizma yanlışsa , Hrant Dink i öldürten gene bu yanlış mekanizmadır...

Ben susuyorum çünkü bende İKİLEMDE olanlardanım...Aklım başka kalbim başka şeyler söylüyor bana...İkisinide açığa vurmaya kalksam insanlar bana deli derler...Sen nesin derler...O yüzden bazen susmak ve izlemek en iyisi diye düşünüyorum...
25 Şubat 2007

gezegen

Sevgili Barok, bir bakıma haklısın burası ikilemler ülkesi. Bazen susmak herşeyden iyi oluyor. Ama sadece bazen... Herzaman susmak insanı konuşmaktan korkar bir duruma getirir.

Bir yanda bir insan, bir gazeteci bir, bir baba öldürüldü, bir yanda bir Ermeni, kimine göre bir düşman öldürüldü. Bir ikilem gerçekten. En zor zamanlarda kurulan ve imkansızlığın başarıldığı bir ülkede bugün insanlar çok kolay bir şekilde bir birikime bir kibrit çöpüyle son verebiliyorlar.

Bu yapılanlar devletin kimi mercilerinde bulunan birilelerince çok meşru gösterlebiliyor. Örneğin cinayet işlemiş birine gibi ifadeler kullanabiliyorlar. Yada bir keyif sigarası uzatabiliyorlar. Canını dişine takıp en kırsalda bile görev yapmaktan çekinmeyen asker ve emniyet mensubu gerçek koruyucular varken bir de arada böyle suçları bile görmemezlikten gelen bireyler de çıkabiliyor. Tabi ki bunlar yüzünden tüm teşkilat suçlanmamalıdır...

Bazı şeyler ciddi ciddi tartışılmaya başlandı ülkemizde. Hatta milliyetçi kanadın en radikal yazar ve akademisyenleri bazı kavramları açık açık eleştirmekten kendilerini alamadılar.

Bazı şeyler zamanla değişiyor. Bir Ermeni' den ziyade bir yazarın, bir entellektüelin öldürülmesi toplumu bu konuda duyarlı olmaya itti. Yasa dışı örgütlerce öldürülen ve hala faili meçhul cinayetler listesinde bulunan kimi aydınlarımızı bugün ne kadar arıyoruz. Yaşamaları durumunda bu topluma düşünce bazında ne kadar faydalı olacaklardı kim bilir. Hepsi birer meşaleydi ama söndürüldüler. Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Bahriye Uçok, A. T. Kışlalı ve daha nicesi umarım bu son olur...
Uyarı

Yorum yazabilmek için üye olmalı ve oturum açmalısınız.

Eğer sitemize üye değilseniz buraya tıklayarak hemen üye olabilirsiniz.

Eğer üye iseniz oturum açmak için buraya tıklayın.

Bu tartışmayı Facebook'ta paylaşabilirsiniz:
Facebook'ta paylaş
0